29.09.2019 - 07:50 | Son Güncellenme:
Cem Yılmaz’ın yeni projesi “Karakomik Filmler”in ilki bu ay, ikincisi ise ocak ayında izleyiciyle buluşacak. “Karakomik Filmler”de izleyeceğimiz, Yılmaz’ın yıllardır biriktirdiği hikâyelerden ilk ikisi birbirlerinden ton olarak farklı. “2 Arada”da feribotta büfede çalışan Metin’in işini kaybetme korkusuyla kontrolden çıkışını izliyoruz ve başrolde Cem Yılmaz’ı görüyoruz. Zafer Algöz ve Özkan Uğur’un aralarında olduğu, Yılmaz’ın yakın çalışma arkadaşlarının rol aldığı “Kaçamak” ise bir spa’ya giden bir erkek grubunun uzaylılarla imtihanı üzerine. Yılmaz ile izleyiciye alışılmadık bir seyir deneyimi sunacak “Karakomik Filmler”i konuştuk.
Filmde, birbirlerine hafifçe dokunan iki hikâye var. Bu yapı nasıl ortaya çıktı?
Aslında 2000’lerin ortasından beri ne zaman bir filme başlayacak olsak, kenara birkaç tane hikâye atıyorum. Bazıları evrilip uzun metraja dönüşüyor. Bazılarında ise ortada bir hikâye var ama “Kaç dakikada anlatılır?”ın yanıtı olmuyor, güdük kalıyor diyelim. Mesela “2 Arada”daki feribottaki adam, yıllar yılı, neredeyse 15 senedir düşündüğüm bir şeydi. “Kaçamak”takiler mesela “Sofya’da fuara giderler” gibi bir düşünceyle aklımdaydı. Veya iki sihirbaz Anadolu turnesine çıkar gibi düşünürken, kenarda kalan bazı kahramanlar, bazı öyküler vardı. “Karakomik Filmler”, yapı olarak bizim Türk sinemasındaki filmlere benzemiyor belki ama izleme alışkanlıkları da değişti. Çok yönetmenli, çok öykülü örnekler var. Beş ayrı yönetmen, beş hikâye anlatıyor gibi… Kenara attığım öyküler, bir düzene sokulup bir şemsiye altında değerlenir mi diye düşündüm. İlk dört öyküyü toparlayınca bir tema ve bir tür benzeşliği oldu. Bazıları komikçe, bazıları kara. Ben de bu yüzden ‘Karakomik’ ismini uygun gördüm. İzleme alışkanlığı dediğim şu: Dijital platformdaki kısa öyküler… Mesela “Black Mirror”da olduğu gibi bir saat içerisinde olan biten işler, seyirci olarak ilgimi çekiyor. Ben de “Herhalde 55-60 dakikada bu hikâyeler anlatılır,” diye düşündüm. Başka mecrada haberdar olmadıkları için de “Gel çek,” demediler. Ben de sinemaya çekmek istedim. Geçen yaz ağustosta başlayıp aralığın sonuna kadar çalıştık. Dört tane 60 dakika çektik.
Televizyonu düşünmeme nedeniniz sinema prodüksiyonuna önem vermeniz mi?
Televizyoncularla ilişkim yok. Televizyon fazla kısıtlayıcı ve tercihen izlenilen bir şey olmayı seçtim. Dijital platformlar bundan sonrakilerle ilgileniyorlar. Ama bunların sinemada olmasını daha fazla önemsiyorum. Seyirci antrakttan sonra bambaşka bir öykü izleme konusunda nasıl bir tepki verecek, göreceğiz. Bir emsal aklıma gelmiyor. Avrupa’da olmayan antrakt alışkanlığı belki bana yardımcı olur. Karakomik filmler maratonu yapmak isteyip art arda sekizini, onunu da tamamlayabilirdim ama ona da gücüm yetmiyor. Hem fiziksel olarak hem de yazıp, hazırlığını yapıp çekmek de zor. Oyuncu kadrosu da kalabalık ve herkesin programını ayarlamak pek mümkün değil. İlk kez bu kadar kalabalık bir oyuncu kadrosuyla çalıştım ama kamera arkasında ilk kez bu kadar az kişiydik. 60 kişi civarıydı, kamera arkasındaki ekip.
“Ben karakterle yola çıkıyorum”
“2 Arada”daki feribotta çalışan Metin karakteri uzun süredir mi aklınızdaydı?
Evet. Ben zaten karakterle yola çıkıyorum. Şöyle bir adam var, onun başına ne gelir diye… İşin polisiyesi ortaya çıktıktan sonra etrafındaki diğer insanlar da olan bitene tepki veriyor. Belki karakter filmlerini daha çok sevdiğim içindir. Seyirlik bir şey için yalnızca karakter de yetmiyor. Temelde birlikte çok film yaptığımız insanlarla çalışmamız ve onların başka bir türde oynaması da cazibeli. Bunu, hüner gösterisi gibi görüyorum. Burada mekân da çok belirleyici oldu. Benzer bir mekânda geçen “Gemide” ve “Sarmaşık” gibi birkaç film var.
Feribotta geçen bir hikâye neden ilginizi çekti?
Ortamın sinematografik bir cazibesi olduğu çok belli. Ben feribota çok binen biri değilim, 2002’de bir turneden dönerken bir garsonla konuşmuştum feribotta. “Burada mı yatıp kalkıyorsun?” dedim, “Evet,” dedi. Sonra içimden “Allah allah” diye geçirdim: “Hiçbir yere gitmeyen bir araç, iki arada. Gidiyor ve geri geliyor”. Bu, bana çok karanlık geldi, halbuki feribotta çalışanlar, çok da neşeli tipler. Bir arabalı vapuru yedi kişi idare ediyor. Kendine ait bir dünya. Orada potansiyel bir şeyler olduğu çok belliydi. Benim adamın nasıl biri olduğu da belirleyici oldu. İşe yarar olmak, işe yaramazlık, iyilik, kötülük benim çok ilgimi çekiyor. En hafif filmlerimde de öyle. Ya çok köklü kötülük seviyesinde yalancılıkla, hayatı idare etmek için yalancılık mesela… İyi bir adam mı, yoksa mağdur mu, roller her an değişebilir mi, bunlardan yola çıktım.
“2 Arada” yaptığınız en karanlık işlerden biri. Zamanı mı gelmişti?
Açıkçası benim şanslarımdan bir tanesi şuydu: Komik bir çocuk olarak, “Her Şey Çok Güzel Olacak”ı yapmaya başladığımız zaman, yapım şirketi bu öykü daha komik olsun gibi bir talepte bulunmadı. Sonuçta o da, daha doğal, draması bol, hayatın içinde ne kadar komiklik varsa o kadar komiklik veya ne kadar acıklılık varsa onu barındıran bir film oldu. Bu başlangıç benim şansımdı. Çünkü hep oraya, çok konforlu bir şekilde dönebiliyorum. Mizahı tamamen bir kenara bırakıp karanlığa geçmek aklımda değil. Jordan Peele’ın “Biz / Us”ını izledim. Peele aslında bir komedyen. Son iki işi, “Us” ve “Get Out” gerilim açısından çok başarılı iki film. Gurur duydum. Çünkü komedyenlerin yelpazesi çok geniş oluyor. Her şeye rağmen komedyenlik kenarda duruyor. Böyle bir yere evrilmek fikri aklımda. Mesela, arkadaşlarım ve abilerimle çektiğim “Av Mevsimi” ve “İftarlık Gazoz”da oynadığım karakterler filmin bütününde komedyen performansı gibi olmayan, bazı komik unsurları olan karakterler. Öyküler komik değil. Bu, bana çekici geliyor. Yapmadığımız da kalmadı açıkçası, dinozorlarla boğuştuk, uzaylılarla konuştuk, vahşi Batı’ya gittik filan, neler neler… Bu arada, bu filmde prodüksiyon anlamında başka şeyler de dönüyor. Yalnız tür seçmek değil. Pahalı filmler artık çok zorlaştı, sinemanın ekonomisi açısından. Ben de daha dar bir kadroyla çalıştım. Art house çeken arkadaşlar duysa anlamlı bulmayacak ama biz kamera arkasında 60 kişiye az diyoruz.
Röportajın tamamı Milliyet Sanat’ın ekim sayısında.
“Belki Nuri Bilge Ceylan’la bir komedi filmi çekebiliriz”
Film içinde çekilen filmin art house olması bununla ilgili bir gönderme mi?
Film deyince akla art house geliyor. Bizim için öyle. Aslında ilk taslakta bir reklam filmiydi ama değişti. Art house’ta çalışan çok arkadaşım var, benim de art house’ta oynamışlığım var, birleştirme sevdasındayım. Eğlence sinemasının üreteniyle festival filminin üreteni ayrı ayrı dünyalardan gelen uzaylılar değil. İkisinin rahatlık alanı başka. Yıllar önce hiç unutmam, nezaketen söylenmiş bir şeydir belki bilmiyorum, ama Nuri Bilge Ceylan “Ben ‘G.O.R.A.’yı çekemem,” dedi. Bu, “Çekmem, tercih etmem” anlamına da geliyor olabilir. Ama uğraşamam anlamında bence, zahmetli çünkü. Ortaya ne çıkar? Muhteşem bir şey çıkar belki ama neden çıkmasın. Belki Nuri Bilge Ceylan’la bir komedi filmi çekebiliriz, güçlerimizi birleştirip. Ben yıllardır Zeki Demirkubuz’la bir film yapmak istiyorum, hâlâ haber bekliyorum. Dünyanın her yerinde tatlı karışımlar olduğunda ortaya çok güzel şeyler çıkıyor. Bir tür film yapanlar bir kenarda, bir tür film yapanlar diğer kenarda diye bir şey yok.
“Yansın öyle erkekler”
“Kaçamak”a geçersek, tek bir karaktere değil, bir erkek grubuna odaklanan bir hikâye söz konusu. Onun çıkış fikri neydi?
Yansın öyle erkekler! Türü itibarıyla ben İngiliz komedilerinden biraz esinlendim. Olaylar gerçek, karakterler tanıdık ama reaksiyonları Amerikan filmlerindeki gibi olmasın istedim. Karakterlerinden taviz vermesinler diye düşündüm. Eski bir hikâyedir aslında. O zaman gittikleri yer bir spa değildi ama şöyle felekten bir zaman çalalım, bir hafta sonu serserilik yapalım diyen bir grup üzerineydi. Çoğu zaman şöyle bir şey oluyor: Kendin yapmadığın şeyleri filmlerde yapınca daha eğlenceli oluyor. Oradaki arkadaşlarımla öyle bir hafta sonu geçirmem, oradaki kimse geçirmez. Dolayısıyla bir filmde, öyle bir hafta sonu geçirenleri oynamak çok zevkli. Başımıza da öyle şeyler gelmez.
Uzaylıları düşünürsek başınıza bunların gelmesi de uzak bir ihtimal olur herhâlde.
Beni bu saatten sonra uzaylılar kaçırsa ben şaşırmam. En azından başıma ne geleceğimi biliyorum. Ya “G.O.R.A.”daki Arif gibi davranacağım ki bu mümkün değil, ya bu filmdekiler gibi davranacağım ki bu da mümkün değil. Yeni bir şey denemem lazım yani…