28.07.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:
SOFRADA BAŞ BAŞA / Yayına hazırlayan: GÜLİZ ARSLAN
Cambridge Düşesi Kate Middleton’ın doğum yaptığı hafta, Türkiye’de “Sezaryeni korkak anne adayları mı tercih eder?”, “Hamilelerin sokağa çıkması ayıp mıdır?” tartışmalarının yapıldığı günlere denk geldi. İngiltere gündemi kraliyet bebeğini, hipnoterapiyle doğum yaptığı söylenen Düşes’i konuşurken Türkiye’de hamileler eylemdeydi. Biz de buradan hareketle birçok ünlü kadının doktorluğunu yapan bir Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı çifti “Sofrada Baş Başa” sofrasında buluşturduk. Doç. Dr. Banu Bingöl Günenç ve Doç. Dr. Mustafa Ziya Günenç çifti,
Banu Hanım’ın en sevdiği restoranlardan biri olan Zuma’da buluştu. Birlikte sık sık Zuma’ya giden Günenç çiftinin bu buluşması, masada bir kayıt cihazı olduğu için her zamanki buluşmalarından farklıydı elbette. Başta sanki ilk defa birlikte yemeğe çıkmışlar gibi hissettiyseler de çok geçmeden kayıt cihazının varlığını unutup koyu bir sohbete daldılar.
Banu Bingöl Günenç: Bir doktorla evli olmaktan memnun musun, böyle başlayalım... Yani önce bir doktorla evli olmaktan, sonra benimle evli olmaktan memnun musun?
Mustafa Ziya Günenç: Gerçeği söylemek gerekirse seninle evli olduğum için çok mutluyum. Sayende pek çok güzellik katıldı hayatıma. Ancak iki kişinin de aynı zahmetli meslekten olmasının zaman zaman çok ciddi fedakarlıklar gerektirdiğini görüyorum. Avantajları çok büyük ama belli dezavantajları da yok değil. Boş zamanımızın çok az olması dezavantajlara örnek verilebilir.
Banu B.G.: Sana benzeyeyim ister miydin peki? Mesela sen felsefe okuyorsun, ben Agatha Christie,
Stephen King okuyorum. Yani biraz
daha benzeseydi huylarımız, aynı şeylerden zevk alsaydık daha mı
çok hoşuna giderdi?
M. Ziya G.: Yo, hayır. Hayatın renkleri seninle beraber tamamlanıyor. Yani bir gökkuşağındaki yedi ana renginin belki dördü sende, üçü bende... Birbirini tamamlamak, bir bütünü oluşturmak zaten tabiatın da, mesleğimizin de kanunu. Bir hanımla
bir erkek, ruhları da uyuşmuşsa bir bütüne yürüyorlar demektir. O bütünü ben seninle hissediyorum.
“Doktor olmasaydın eğer, sanatçı olabilirdin bence”
Banu B.G.: Peki doktor olmasaydım, ne gibi bir iş yapsam daha mutlu olurdun?
M. Ziya G.: Senin insana hizmet yönünde bir yaradılışın var. O nedenle bence mesleğin yerinde.
Banu B.G.: Başka bir şey olabilir miydim diye düşünüyorum bazen, olamayacağıma karar veriyorum. Ailem anlatır, çok küçükken, evcilik oynarken bile arkadaşlarıma “Ben doktor olacaksam oynayayım yoksa siz kendi aranızda oynayın” diyormuşum.
M. Ziya G.: Sesin falan da güzel senin, sanatçı da olabilirdin bence (gülüyor).
Banu B.G.: Sanatçı olmanın külfeti çok fazla... Gün içinde bir insanın hayatını değiştirebilecek bir şeyler yaptıysam, çok ciddi bir mutluluk yaratmışsam günün sonunda çok mutlu oluyorum. Eğer sıradan takipler, muayenelerle geçmişse gün, o günden tatmin olmuyorum. Akşam uykum bile gelmiyor; “Bugün ne işe yaradım ki?” diye düşünüyorum. Sen doktor olduğuna memnun musun?
M. Ziya G.: Memnunum ama oldukça zor bir meslek seçmişiz doğrusu. Bir yandan iki canın emaneti; bir hanım ve karnında bir bebek... Bir yandan da gece-gündüz çalışma gerekliliği...
Banu B.G.: Gecenin bir yarısı kalkıp işe gitmem seni nasıl etkiliyor (gülüyor)?
M. Ziya G.: Gittiğini fark ettiğim andan itibaren kulağım telefonda oluyor. Yarı uyur, yarı uyanık, tetikte, gelmeni bekliyorum.
Banu B.G.: Bence aynı meslekten olmanın en güzel yanı şu; birbirimizi kompanse edebiliyoruz. Bir sebepten burada olamadığımda ya da zor bir operasyonda senden yardım isteyebileceğimi biliyorum. Bu
dayanışma çok güzel.
M. Ziya G.: Bu benim de minnet duyduğum bir şey. Biz resmen “bir elin nesi var, iki elin sesi var”ı yaşıyoruz.
“Her doğumda aynı mutluluğu hissediyorum”
Banu B.G.: Başka meslekten insanlarla evli olsaydık, belki çok daha zor olurdu. Çünkü evde hep “Senin hastaların bugün nasıldı, sorun çıktı mı, falanca hastanın durumu nasıl oldu?”
gibi şeyler konuşuyoruz.
M. Ziya G.: Bugün mesela doğumunu benim yaptığım bebeklerden biri geldi, annesinden maviş gözlerini almış, babasından dudaklarını, burnunu... Çocuk doktoruna gelmişler, bana da uğradılar.
Banu B.G.: Benim ilk doğurttuğum bebekler şu anda 16-17 yaşlarında. Bazen geliyorlar ya da aileleri fotoğraflarını gönderiyorlar ya, çok hoşuma gidiyor. İnsanların bizden mutlulukla bahsetmesi onur verici. Bu diğer branşlarda da vardır ama herhalde jinekolojide daha fazla...
M. Ziya G.: Tabiatın kanunlarını yapan kudret çok yüce bir görev vermiş kadına; onu, o yaratıcılığın bir parçası yapmış. Biz de bu sürece tanıklık ediyoruz. Ben biraz bu meraktan kadın doğum doktoru oldum, sen de öyle...
M. Ziya G.: Doğum gerçekleştiği anda ne hissediyorsun?
Banu B.G.: Daha önlüğümü giydiğim anda izole oluyorum yaşamdan. Hele
o bebeği kucağa almak ve annenin gözlerinde o pırıltıyı görmek bambaşka bir şey. Her doğumda aynı mutluluğu
bir daha hissediyorum. Bu kadar haz vermese, doktorluk, özellikle kadın doğum uzmanlığı, yapılamaz herhalde. Hele tüp bebek yaptığımız ailelerdeki mutluluk bambaşka oluyor.
“Doğumuna girdiğin bebeklerden bazıları sana âşık oluyor büyüyünce”
M. Ziya G.: İkimiz de tüp bebekle uğraştığımız için küçücük bir spermle, küçücük bir yumurtanın içindeki DNA’ların nasıl yarı yarıya kendisini eşleştirip, birleşip sonra da küçük bir çapraz atıp zarlardan kurtulup nasıl
yeni, ortak bir canlı oluşturduğunu laboratuvarda izlemenin tadına
varıyoruz. Aileler de zoru başarırken yanlarında olduğumuzun ayrı bir
payesini veriyorlar karşılığında.
Bu da bize devam etme gücü veriyor.
Banu B.G.: Bu arada doğumuna girdiğin bebeklerden bir kısmı sana âşık oluyor biraz büyüyünce, haberin var mı? Bir tanesini çok iyi biliyorum (gülüyor).
M. Ziya G.: Genç kız olunca tabii fikrini değiştirecek, yaşlı, tonton bir adam bulacak karşısında (gülüyor).
Banu B.G.: Olsun, şimdi hayranlıkla bakıyor sana.
M. Ziya G.: Sağolsun, karındayken belki bizim sesimizi çok duydular, ondan yadırgamıyorlar.
Banu B.G.: Evet, hiçbiri beni daha sonra gördüğünde yadırgamadı, hiç kucağımda ağlamadılar. Ultrason takibi sırasında anneyle de bebekle de çok konuşuyorum, belki ondandır.
M. Ziya G.: Sen konuşmayı çok seviyorsun, senin sohbetin için bile
gelen hastalar var.
Banu B.G.: Evet, “Bugün sadece sohbet edelim” diyen hastalar oluyor.
M. Ziya G.: Bir de senin ismini daha çok veriyorlar yeni doğan bebeklerine. Benim hastalarım bile senin adını tercih ediyor, çok bozuluyorum.
Banu Bingöl Günenç: “Benim ilk doğurttuğum bebekler şu anda 16-17 yaşlarında. Bazen ziyarete geliyorlar ya, işte
o çok hoşuma gidiyor”
“Hastamız olan ünlülerden birinin başına bir şey gelse İstanbul’da oturamayız”
Banu B.G.: Bir de bizim ünlülerin doktoru olma fırsatımız da oluyor; Ebru Gündeş, Deniz Seki, Işın Karaca benim açıklamamda bir sakınca olmayanlar. Bu aslında çok büyük bir ayrıcalık. Çünkü bu sayede çok farklı yaşamlar görüyoruz, farklı anne-babalar tanıyoruz. Şansımıza hep iyi insanlar çıktı karşımıza. Çoğuyla dost olduk. Hayatımız renklendi.
“Sen bize normal hasta gibi davranıyorsun”
M. Ziya G.: İster istemez aileden biri oluyoruz değil mi? Peki ünlü birinin doktoru olmakla ünlü olmayan birinin doktoru olmak arasında ne gibi farklar var sence?
Banu B.G.: Bence hiç yok. Bana hep kaprissiz olanlar denk geldi belki de... Bazen “Neden beni seçtiniz?” diye soruyorum ünlü hastalarıma. “Sen bize normal hasta gibi davranıyorsun” diyorlar. Bu çok önemli bir şey... Bir de 24 saat ulaşılabilirlik meselesi var. Sen de, ben de hiç telefonlarımızı kapatmayız.
M. Ziya G.: Aklımıza bile gelmez.
Banu B.G.: Sence bir ünlünün doktoru olmanın en
zor yanı ne?
M. Ziya G.: Biz şimdiye kadar Tanrı’ya şükür yüzümüzün akıyla çıktık hepsinden ama bir kere bile bir terslik olsa, herhalde İstanbul’da oturamayız... Çok ciddi bir sorumluluk. Peki hangi ünlünün doğumuna girmeyi isterdin?
Banu B.G.: Sezen Aksu! Ama bu fırsatı kaçırdım.
M. Ziya G.: Ben de! Keşke Sezen Aksu’yu biz doğurtsaydık. İnşallah bir aksilik çıkmaz da ağustostaki konserine gidebiliriz. Sen onun şarkılarını çok güzel söylüyorsun.
Banu B.G.: Sen de çok güzel kaburga dolması yapıyorsun (gülüyor).
“Suda doğumu danışan çok oldu ama hipnozla doğumu danışan henüz olmadı”
M. Ziya G.: Kraliyet ailesinin bir vârisi oldu ya, hipnozla doğum gündeme geldi...
Banu B.G.: Evet, sen ne düşünüyorsun o konuda?
M. Ziya G.: Biliyorsun, hipnoz bir telkin ve pekiştirme işlemi. Hipnozla doğum özellikle ağrıyı az hissetme açısından çok yararlı bir yöntem ancak gebenin telkine yatkınlığı çok önemli. Hipnoz, ağrı duymayı minimalize eden, hastanın kendine güvenini artırmaya ve korkularını silmeye yönelik bir yöntem. Vajinal doğumun garantisi olarak değil, vajinal doğuracak
bir hanımın konforunun yükselticisi olarak algılanması lazım.
“Doğumun da modası var”
Banu B.G.: Vajinismus tedavisinde de kullanılıyor biliyorsun...
M. Ziya G.: Kullanılır tabii ki, yeter ki hasta telkine yatkın olsun ve hipnoz yapan kişi de bu alanda gerçekten deneyimli olsun.
Banu B.G.: Doğumun da modası var. Bu sene sivri topuk modadır, son derece rahatsız bir şey olmasına rağmen herkes onu giyer, birbirine tavsiye eder. Ertesi sene o biter, dolgu topuk modası başlar. Bu da onun gibi. “Doğumda bu sene moda bu” diye bir şey çıkıyor ya da bir ünlü yeni bir şey deniyor, hop o doğum yöntemi moda oluyor. Bütün takip ettiğim hastaların yılda bir kez jinekoloji muayenesi yaptırmalarını tavsiye ediyorum. Özellikle ailelerinde meme kanseri riski varsa, 30 yaşından itibaren meme muayenesi yaptırmaları çok önemli. Ama bu konudaki bir Angelina Jolie haberi benim söylememden katbekat etkili oluyor.
“Angelina Jolie yaptırınca insanlara normal geldi”
M. Ziya G.: Tabii, bir anlamda toplum liderliği onlarınki.
Banu B.G.: Sen “Ailenizde meme kanseri var. Memelerinizi boşalttırmanız lazım” diyorsun, sana deliymişsin gibi bakıyorlar. Ama Angelina Jolie yaptıktan sonra insanlara çok normal gelmeye başlıyor. İnsanların örnek aldığı birinin böyle bir şey yapması bizim yıllarca söylememizden çok daha kıymetli. Bana suda doğumu danışan çok oldu ama şimdiye kadar hiç “Hipnozla doğum yapabilir miyim?” diye danışan olmadı.
M. Ziya G.: Hipnozla doğum, hem bir kadın doğum doktorunu hem de pekiştirme yapacak bir kişiyi gerektiriyor. Böyle bir sistem Türkiye’de pek olmadığı için, danışan da pek olmuyor.
Banu B.G.: Bana gelen en ilginç danışmalardan biri şudur; “Hipnozla sezaryene girebilir miyim?” (gülüyor).
Bir de “Hazır açmışken yağlarımı da alır mısın?” diyenler oluyor.
“Bir hamilenin sokağa çıkmasıyla ilgili meselede ancak doktoru söz hakkına sahiptir”
M. Ziya G.: Hamilelerin sokağa çıkması meselesiyle ilgili ne düşünüyorsun? Bence bir gebenin hareketsiz kalması birçok komplikasyona yol açabilir. Kimse böyle bir açıklama yaparak böyle bir riskin altına girmemeli. Böyle şeyleri söylemeden önce iki kere düşünüp bir kere konuşmak gerekiyor.
M. Ziya G.: Türkiye’de herkes bilgi sahibi olmadan fikir sahibi oluyor. Ben nasıl dinle ilgili yorum yapmamalıysam, bir din adamı da tıpla ilgili bir konuda yorum yapmamalı. Bir hamilenin sokağa çıkmasıyla ilgili meselede ancak doktoru söz hakkına sahiptir. Rahim ağzı yetmezliği ya da erken doğum riski yoksa, günün serin bir vaktinde bir hamilenin yürüyüş yapması onun sağlığı açısından çok pozitiftir. 20 senelik hekimlik hayatımda çocuğu olmayan yüzlerce insan gördüm hiçbirinin de bir hamile kadına kötü gözle baktığını da görmedim ayrıca.
Hz. Muhammed; “Cennet anaların
ayakları altındadır” diyor. Annelik,
doğumla başlamaz ki, bir kadın doğurmaya karar verdiği andan itibaren annedir aslında.
O niyete girmiştir. Ona artık anne gibi bakılmalı ve öyle değer verilmelidir.
Mustafa Ziya Günenç: “Tabiatın kanunlarını yapan kudret çok yüce bir görev vermiş kadına, onu
o yaratıcılığın bir parçası yapmış. Biz de bu sürece tanıklık ediyoruz”
“Çocuk yapmayı önümüzdeki senenin kalkınma planına alalım”
Banu B.G.: Biz nasıl tanışmıştık hatırlıyor musun? Hadi biraz eski günlerimizden bahsedelim...
M. Ziya G.: Hatırlıyorum tabii... 2001’di. Kapadokya’daki bir kongrede tanışmıştık.
Banu B.G.: Benim çok sevdiğim bir hocam tanıştırmıştı değil mi?
M. Ziya G.: Evet ama asıl, kongreyi veren ilaç firması doktorlar arası bir fıkra yarışması düzenlemişti. Ben bir Kayseri fıkrası anlatmıştım.
Banu B.G.: O fıkrayla birinci olmuştun. Dereceye girenlere 80 tane caz albümü veriyorlardı. Biz de bir arkadaşımla katılmıştık yarışmaya, 40-40 paylaşırız demiştik. Biz de üçüncü olmuştuk ama o vermemişti
40 albümü. Ben de biraz üzülmüştüm. O an ne dediğini hiç unutmuyorum: “Eğer bana adresinizi verirseniz ben bu CD’leri kendime kopyalarım, asıllarını da size gönderirim”. Demek ki aklında varmış...
M. Ziya G.: İsmi gibi hoş bir hanım demiştim içimden. Sen ne düşünmüştün?
Banu B.G.: Beni piyano meselesi çok etkilemişti.
M. Ziya G.: “Madem piyano çalmayı bilmiyorsun, neden evinde piyano var?” diye sorduğunda ne cevap verdiğimi hatırlıyor musun?
Banu B.G.: Hatırlamaz mıyım? “Ben piyanoyu da, çalan insanları da çok severim. O piyanoyu alırken inşallah bunun başına, bu güzellikte biri oturur, çalar, ben de dinlerim’ diye bir dilek diledim. Sen gelecekteki bir noktaya bakar bir şey hayal edersin, hayatında bir şey olsun istersin. Önemli olan, o baktığın noktanın da sana doğru bakmasıdır” demiştin.
“O piyanoyu sen çalıyorsun”
M. Ziya G.: Evlendik, 10 sene oldu bile. Ve o piyano şimdi bizim evimizde ve sen çok güzel çalıyorsun.
Banu B.G.: Ama hâlâ bir çocuğumuz yok.
M. Ziya G.: Seni ikna etme sürecini yakınlarımıza havale ettim bir süredir, özellikle de kayınvalideme (gülüyor).
Banu B.G.: Evet, senin çocukları ne kadar çok sevdiğini herkes biliyor (gülüyor). Ama uzun bir akademik eğitim, zorlu çalışma koşulları... Fırsat olmuyor. Bir bakmışsın 38 yaşındasın. Tamam, akademik kariyer yapmışsın, birçok insana eğitim veriyorsun, hastaların var ama kendinle ilgili hiçbir şeye vakit bulamamışsın... Şimdi bir de hocalık var...
M. Ziya G.: Bir de ailelerimizle aynı şehirde olmamak da bebek kararını almayı zorlaştırıyor. Belki de akıllıca bir iş yaptık ertelemekle... Ama daha fazla erteleyemeyiz, bir-iki senede yaptık yaptık (gülüyor).
Banu B.G.: O zaman önümüzdeki senenin kalkınma planına alalım artık (gülüyor). Hamile kalırsam beni başka bir doktora havale edersin...
M. Ziya G.: Sevdiğim insanları kesinlikle kesip biçemiyorum, ne yapayım (gülüyor). Eşinin sezaryenine girip aslanlar gibi çıkanlar var. Ben biraz duygusalım herhalde... Doktorluğu bir kenara bırakırsın herhalde zaten hamile kalınca?
Banu B.G.: Aynen öyle. Gebeliğimin tadını çıkartmak isterim. Sen de aşerme kısmıyla falan ilgilenirsin artık.
“Sezaryenle doğurmak isteyeni vajinal doğuma zorlayamayız”
M. Ziya G.: Tabii! Kadın Hastalıkları ve Doğum uzmanı olan hanımefendiler genel olarak daha çok sezaryeni tercih ediyor...
Banu B.G.: Ben de geçmişteki bazı rahatsızlıklarım sebebiyle sezaryeni tercih edebilirim.
M.Ziya G.: Sezaryen nüfus artışına engelmiş gibi bir algı var ülkemizde. İlk doğumunu sezaryenle yapanlar bir daha normal doğum yapamaz sanıyorlar. Oysa bu doğru değil.
Banu B.G.: Kesinlikle. Gebe yakın takip edilirse imkansız bir şey değil. Ben bazen hastalarıma interneti yasaklıyorum. Çok faydalı bilgiler var tamam ama çöp diyebileceğimiz şey de çok.
M.Ziya G.: Hastanın doğum yöntemini seçme hakkı var. Dünya artık bir özgürlükler dünyası. Biz hekim olarak “Sezaryenle istiyorum” diyen gebeyi, tıbbi bir sorunu yoksa vajinal doğuma zorlayamayız.
Banu B.G.: Tabii, zaten hastayı karşımıza alıp normal doğumu da sezaryeni de anlatıyoruz. Bunun üzerine hasta “Ben sezaryen olacağım” ya da “Tamam, ben normal doğum istiyorum” diyebilir. Hasta bizim anlattıklarımızın yanı sıra çevresinde gördüklerini de karar verme sürecine katar. Bir yakını sezaryen olmuştur ve çabuk iyileşmiştir ya da normal doğum yapmıştır çok ciddi patolojik bir süreç geçirmiştir. Onu düşünerek verir kararını. Bazen de normal doğuma karar vermişken, acil bir durum gelişebilir ve biz ona sezaryen yaparız.
“Kanseri önleyen aşıyı bir doktorun önermeme lüksü var mı?”
M. Ziya G.: Rahim ağzı aşılarıyla ilgili görüşünü sorduklarında ne diyorsun?
Banu B.G.: “Kanseri önleyen bir aşıyı bir doktorun önermeme lüksü var mı?” diye cevaplıyorum. Aşı yaptırarak kanserden ciddi anlamda korunma olasılığı var.
Üç-dört ülkede 10 yaşından itibaren bütün kız çocuklarına hatta bazı ülkelerde erkek çocuklarına da rutin uygulamaya girmiş bir aşı bu. Amerika’da yapılan bir onkoloji kongresinde “Artık aşıyı yapalım mı, yapmayalım mı?” sorusuyla ilgili bölümler kaldırılmış vaziyette. Bizim ülkemizde hâlâ “Aşıyı yapalım mı, yapmayalım mı?” diye tartışmamız bana komik geliyor.
M. Ziya G.: Ben önümüzdeki senelerde Avrupa ülkelerindeki standartlar seviyesine geleceğimize inanıyorum. Bu tabii ki bir
maliyet sorunu, biraz zamana yaymak gerekiyor.
Günenç çifti yemek için Ortaköy’deKİ uzakdoğu restoranı Zuma’yı seçti