30.08.2015 - 02:30 | Son Güncellenme:
Gülden Öktem
İçinde bulunduğumuz ay, hürriyetin şairi Tevfik Fikret’in ölümünün 100’üncü yılında anıldığı bir ay aynı zamanda. İsmi, İstanbul’un en güzel semtlerinden biri olan Aşiyan’la bütünleşen şair, 26 Aralık 1867’de memur Hüseyin Efendi ve Rafia Hanım’ın üçüncü çocuğu olarak dünyaya geldi. Hıfzı Topuz, Tevfik Fikret biyografisi “Elbet Sabah Olacak”ta onun dünyaya geldiği günü şu sözlerle anlatıyordu: “Hüseyin Efendi’nin Aksaray’da yeni aldığı konakta dünyaya geldi. (...) Yatak odasından, ‘Oğlan doğdu, oğlan!’ diye sesler yükseldi. Genç Hüseyin Efendi de zaten çocuğun, oğlan olmasını istiyordu. Adını Mehmet Tevfik koyacaktı. Az sonra çocuğun göbeğini kesip kundakladılar ve beşiğe yatırdılar. Mehmet Tevfik çok uslu bir bebekti. Bütün aileye hemen kendini sevdirdi.”
Tevfik Fikret’in doğduğu yıl babası Hüseyin Efendi’nin memurluktaki derecesi yükseldi. Pertevniyal Sultan’ın kahyalığını yaparken bir taraftan da Belediye Meclisi Üyeliği’ne seçildi. Tevfik Fikret yedi yaşındaken abisi Şevki ile birlikte Pertevniyal Sultan’ın Aksaray’daki camisinin yanına yaptırdığı Mahmudiye Valide Rüştiyesi’ne gönderildi.
1877’de Büyük Rus Muharabesi’nin ilk fitilinin atılmasından sonra okul, savaştan gelenlere ayrılmak üzere kapandı. Bunun üzerine Hüseyin Efendi, Tevfik Fikret’i Mekteb-i Sultani’ye (Galatasaray Lisesi) kaydettirdi.
11 yaşında Mekteb-i Sultani’ye gitmeye başlayan Fikret’in öğretmenlerinin çoğu Fransa’dan gelmişti. Okulda Fransız şairlerini çok seven Fikret önce Ronsard’ın, sonra Corneille ve Racine’in şiirlerini ezberledi. Sadece şiir değil, edebiyatın her alanı ilgisini çekiyordu.
Şiir yazdı ve kendini resim yapmaya verdi
Bu sırada Aksaray’daki evlerinin harem bahçesindeki küçük bir odada bir taraftan yalnızlığın tadını çıkarıyor, diğer taraftan da şiirler yazıp kendisini resim yapmaya veriyordu. Serol Teber, “Aşiyan’daki Kahin” kitabında Tevfik Fikret’in resim yapma isteğinin, şiir yazma isteğinden önce başladığını ve ressamlığının hayatı boyunca ilerleyip sürdüğünü söylüyordu.
İsmail Hakkı Ertaylan’ın “Tevfik Fikret’in Hayatı, Şahsiyeti ve Eserleri” kitabındaki Fikret’ten bir alıntı, onun resme nasıl kendini vakfettiğini özetliyordu: “Odamın camekanı vardı, orada oturur, yazı yazar, resim yapardım. Büyük bir yazı ile ‘Ressam Tevfik’ yazmış, içerden pencereye asmıştım. Dışarıdan bakınca yazıyı ters gördüm, canım sıkıldı.” Hayatı boyunca resim yapmaya devam eden Tevfik Fikret’in bu ilgisini Cenab Şehabettin, “Kalbi şair, eli ressam” sözleriyle tarif edecekti.
Küçük yaşta büyük kayıplar yaşadı
1822 yılındaki Yunan ayaklanması sırasında kimsesiz kalıp Osmanlı’ya sığınan ve Müslüman olan Sakız Adası’ndan bir çiftin kızı olan Hatice Refia Hanım, Tevfik Fikret 12 yaşındayken hacca gitmeye karar verdi. Refia Hanım, abisi Nuri Efendi ile bilikte hac görevini yerine getirmek için İstanbul’dan yola çıktığında kolera salgını baş gösterdi. Dahil oldukları kafile Medine’ye varmak üzereyken Refia Hanım salgından hayatını kaybetti.
Aile için de felaketlerin başlangıcı belki de Refia Hanım’ın hayatını kaybetmesi oldu. Onun vefatından birkaç sene sonra babası Hüseyin Efendi de jurnalcilik yapmaktan İstanbul’dan sürüldü ve yaşamı bu şehirden ve ailesinden uzakta noktalandı.
Çok küçük yaşta annesini kaybetmenin ve babasının yokluğunun verdiği acıyla Tevfik Fikret içine kapandı. Serol Teber’in “Aşiyan’daki Kahin”deki saptamasına göre, sinirli, hırçın, kuşkulu ve hüzünlü mizacı da bu yaşananlardan sonra biçimlenmeye başladı. Fikret, Aksaray’daki evde kendine ayırdığı küçük odasında resim yapmaya ve şiir okumaya devam ediyordu. Mekteb-i Sultani’deki edebiyat öğretmenleri Recaizâde Mahmut Ekrem ve Muallim Naci idi. İkisinin de cesaretlendirmesiyle Tevfik Fikret ilk şiirini yazdı. “Nazmi” mahlasıyla yazdığı dizeleri Tercüman-ı Hakikat’te yayımlandı.
1888’de Mekteb-i Sultani’yi birincilikte bitirdi ve Hariciye İstişare Kalemi’nde (Dışişleri Bakanlığı Enformasyon Dairesi) kâtiplik göreviyle 1888’de memuriyet yaşamına başladı. Memuriyet hayatı ruhunu sıkmıştı; kısa bir süre sonra da Maarif Mektubi Kalemi’ne geçti. Orada da bir yılı doldurmadan istifa edip ayrılacaktı.
Mirsad dergisi ve Servet-i Fünun
Tüm bu iş değiştirmelerin peşinden Sadaret Mektubi Kalemi’nde işe giren Tevfik Fikret, 1889’un ağustos ayında İstişare Odası’nda tekrar muavin olarak çalışmaya başladı. Bir yandan da Yüksek Ticaret Okulu’nda Fransızca ve Türkçe dersleri veriyordu. 1890’da, henüz 22 yaşındayken Trabzon valisi olacak dayısının
14 yaşındaki kızı Nazime Hanım ile evlendi. Evliliklerinin ilk yılında dayısının evine yerleşen Tevfik Fikret, bu süre içinde hiç şiir yazmadı. Ama sonra, İsmail Safa’nın yönettiği Mirsad dergisine “Bahar” ismini verdiği bir şiir gönderdi. Aynı yıl Mirsad’da 18 şiiri yayımlandı ve derginin açtığı iki yarışmada birincilikler kazanarak adını geniş bir çevreye duyurdu.
Fikret’in hem aile hem de edebi hayatıyla ilgili güzel gelişmeler yaşandı. 1894’te Malûmat dergisinin başyazarlığını yaparken tek çocuğu olan Hüseyin Haluk dünyaya geldi. 1895’te Recaizade Mahmud Ekrem’in aracılığıyla Servet-i Fünun dergisinin “kısm-ı edebi ser muharriri” (edebiyat bölümü başyazarı) oldu. Bu dergi çerçevesinde toplanarak Edebiyat-ı Cedide akımını oluşturan isimlerin başında yer aldı. Bu çalışmaları sayesinde adını duyuran Fikret, şiirlerini “Rubâb-ı Şikeste” adıyla yayımladı ve kuşağının en ünlü şiir kitabını böylece çıkarmış oldu. Büyük bir ilgiyle karşılanan bu eser, üst üste üç kez basıldı.
Tevfik Fikret 1897’de Robert Kolej’de Türkçe öğretmenliğine atandı. Ancak bu sırada Servet-i Fünun yazarlarıyla arasında beliren görüş ayrılıkları daha da büyüdü ve Ahmet İhsan ile derginin yönetimi konusunda anlaşamayınca görevinden ayrıldı.
Aşiyan’daki sakin hayat
Aynı yıl Aksaray’daki baba evini satıp Rumelihisarı’nda Robert Kolej yakınlarında bir arsa satın aldı. Üzerine tüm ayrıntılarıyla kendisinin çizeceği, hatta inşaatında bizzat çalışacağı ve şimdi müze olan Aşiyan’ı yaptırmaya başladı. Serol Teber “Aşiyan’daki Kahin”de, şairin kendisine burada bir kaçış noktası inşa ettiğini ifade ediyordu.
Aşiyan’a yerleştikten sonra gerek istibdat rejimine gerekse içinde yaşadığı çevreye karşı giderek artan bir nefret duymaya başladı. Ülkede yaşanan siyasal ve sosyal olayları uzaktan takip ettiği bu günlerde
II. Meşrutiyet’e kadar elden ele dolaşan “Sis” (1902), “Sabah Olursa” (1905), “Tarih-i Kadim” (1905), “Mazi-Âti” (1906) ile “Bir Lahza-i Teahhur”’un (1906) aralarında olduğu manzumelerini yazdı.
Serol Teber kitabında II. Meşrutiyet’in ilan edildiği 24 Temmuz günü Tevfik Fikret’in mutluluğunu “Beyaz giysiler giyindi. Bebek’ten vapura binip İstanbul’a gitti” sözleriyle anlatacaktı.
Kendisine Milli Eğitim Bakanlığı teklif edilse de şair bunu kabul etmedi. Daha sonra Mekteb-i Sultani’ye döndü ve müdürlük yaptı. Bu sırada Darülfünun’da da edebiyat dersleri veriyordu. 1910’da bu görevinden de ayrılıp yeniden Aşiyan’da inzivaya çekildi.
Yaşamının son yıllarında çocuk şiirleri yazmaya başlayan Fikret, yalın bir dille ve hece ölçüsüyle yazdığı bu şiirleri 1914’te yayımlanan “Şermin” adlı kitapta topladı. Geçirdiği bir ameliyat sonrasında 19 Ağustos 1915’te Aşiyan’da hayatını kaybetti.
İsteği üzerine Aşiyan’a defnedildi
Tevfik Fikret, kayınpederi Mustafa Efendi’ye Aşiyan’daki evinin bahçesine gömülmeyi vasiyet etmiş olmasına rağmen Aşiyan’ın sonradan kimin eline geçeceği konusundaki şüphe ve endişeler nedeniyle Eyüp’teki aile mezarlığına gömüldü. Mezarı, 1945’te müze yapılan evine 24 Aralık 1961’de geçirildi.