16.01.2022 - 03:00 | Son Güncellenme:
ÖZLEM ÜLKÜ - Demet Akbağ:
Dünden bugüne mizah anlayışının değişip evrildiği kesin. Özellikle internetin hayatımıza girmesi mizahı da kökünden değiştirdi. Bir mizahçı malzeme edeceği konu üzerine şaka üretemeden sosyal medya bu konuda yapılabilecek tüm yorumları yapmış oluyor çoktan. Bu durumda meselelere orijinal bir yerden bakmak öne çıkıyor. Her devrin bir iklimi, kendince bir üslubu, gündemi, fikirleri var. Mizah beslendiği tüm kaynaklarla birlikte değerlendirildiğinde değişime mecbur bir yerde. Misal geçmişteki çok sevilen şive komiğinin bugün eski popülerliğinde olmamasını mizahın ya da mizahçının değişiminden çok Türkiye’nin değişen sosyolojik yapısında aramak gerekir. Günümüzde, özellikle Türkiye’de sosyal medya üzerinden yapılan mizah artık biraz “gülüyoruz, ağlanacak halimize” boyutunda da gelişiyor maalesef. Gençlerin hunharca her konuda mizah üretmesi, aynı zamanda bu kadar yoğun ve yorucu bir günlük yaşam içinde nefes alma, hayata tutunma noktası. Aslında dünden bugüne güldüklerimizi paylaştığımız alanlar değişti ve çoğaldı. Bir fıkra öğrendiğimizde, arkadaşlarımızla buluşana dek onu unutmamak gerekiyordu; şimdi kaydedip arkadaşımızla paylaşıp o an neredeysek kendi kendimize gülüyoruz! Geçmişten bugüne en çok değişen bu oldu, eskiden buluşarak, yan yana iken çok güler eğlenirdik, şimdi tek başımıza güldüklerimizi paylaşıyoruz.
Oya Başar:
Toplumların güldükleri şeyler zaman içerisinde değişir. Her toplum kendi mizahını yaratır. Çile çekmiş toplumlarda mizah daha fazla gelişmiştir. O yüzden politik tiyatro, komedi programları daha kalıcı olmuştur. Çünkü o günü anlatan, insanların çektiği acıları biraz şeker serperek sunmak dikkat çeker. Biz de hep bunu yapmaya çalıştık. Şimdi komediyi kabuk değiştirmiş olarak görüyorum, çok farklı bir yere geldi. Öte yandan televizyonlarda komedi programı yok, sit-com bile kalmadı. Sadece bizde değil, dünyada da aynı. Bu hoş bir şey değil, insanların gülmeye ihtiyacı var. Hep derler ki, bir kahkaha bir kilo pirzolaya bedeldir. Pirzolanın da çok pahalı olduğunu düşünürsek, gülmeye daha çok ihtiyacımız var. Fakat sosyal medya da öyle bir hale geldi ki bu, sabah bakıp gülüyorsunuz ama akşam hatırlamıyorsunuz. Artık mizah anlayışı şakaya dönüştü, espriler şakaya dönüştü. Ama yine de gülelim, gülmek gerçekten çok büyük bir ihtiyaç.
Demet Evgar:
Türkiye mizah zekası çok yüksek bir memleket. En trajik olayların içinden de bu mizah gücüyle geçtiğimize inanıyorum. Ancak seyircinin bu zekasını sahnede de yıllarca deneyimlemiş bir oyuncu olarak, 10 yıldır (son 2 yıldır daha da hızlı bir şekilde) sahnedeyken de beni hayretler içinde bırakan bir yüzeysellikle karşı karşıya kalmış durumdayız. Üzülerek söyleyebilirim ki vasatın baş tacı olduğunu kalbim acıyarak gözlemliyorum. Mizah zekası dünyaya örnek olacak bir toplumun, kendine yaptığı bu haksızlık tam bir kör noktadır. Elimizden kayıp giden “hicvin gücüdür”. Düşük zekayı özneleştirme çabaları bu ülkeye yapılan en büyük kötülüktür. Çünkü gerçek “mizah” kitleleri ayakta tutan, ayıltan, aynalayan en önemli güçtür. Derhal uyanmalı ve zekamıza sahip çıkmalıyız.
Yasemin Sakallıoğlu:
Nejat Uygur, Kemal Sunal, Bir Demet Tiyatro, Olacak O Kadar... Hepsi bugün geldiğimiz noktada bize kapı açtı. Onlardan cesaret alarak kendi tiplemelerimizi geniş kitlelere ulaştırabildik. Burada ortak bir payda var: “Samimiyet”. Bugünkü mizahta bakılan en önemli unsur hız ve gündemi de takip etmek. Özellikle son 2 senedir değişken bir psikolojiye sahibiz ve bu denli değişken unsurların barındığı bir ortamda yaptığınız mizahın da eskisinden daha eleştiriye hazır, eskisinden daha değiştirilebilir olması gerekiyor ki, çabuk seven, çabuk gülen hatta gülmeyeceğine de çok çabuk karar veren bir izleyiciye hızlı seçenekler sunabilsin. Ama aslında güldüğümüz şeyler çok fazla değişmedi. Sadece bir şeyleri izlemek için ayırdığımız zaman değişti. Bunun dışında gülerken ve güldürürken yardım aldığımız yer yine hayatın kendisi. Önceden uzun süre kendinizi izletebildiğiniz seyirciyi, artık dijital platformlarda çok daha kısa süreli videolarla güldürebiliyorsunuz. Bu da adaptasyon süresinin değiştiğinin bir belirtisi. Hızlıca izleyip, konuyu kavrayıp o an kahkahasını atıp günün geri kalan kısmını katlanılır kılmak istiyor seyirci. Çünkü artık çoğumuzun bu sıkıştırılmış zaman içinde gülmek için çok uzun zaman yaratabilme lüksümüz kalmadı.
Buse Sinem İren:
Dünden bugüne bağ kurabildiğimiz, içerisinde kendimizden bir şeyler bulabildiğimiz durumlara, kişilere gülüyoruz. Bir çizginin kırılması, normalin dışında gerçekleşen her durum gülme reaksiyonunu yaratabilir. İçten, doğal, samimi, zıpır, fırlama, zeka barındıran ve bize yeni bir bakış açısı katan içeriklere gülüyoruz. Sosyal medyada bireysel kullanım ve sunum arttığından çeşitlilik de arttı. Yersiz eleştiri, linç de aynı oranla arttığından sosyal medya komediyi beslerken bir yandan da üreticileri baltalayabiliyor. Ben sarkastik şeylere gülerim. Söylenmemesi gereken yerde söylenen gerçekler örneğin, ”Her doğru her yerde söylenmez” beni güldürür. Olmadığı halde zorla oldurmalara gülerim. Karadeniz insanının mizahi ve zıpır bakış açısına gülerim. Rekabete gülerim, kıskançlığa, insanların kendilerini kandırmalarına, bağırana, kavga edene, dedikodu yapana gülerim. Gökhan Ünver:
Minübüste, ofiste, markette hayatımızın her yerinde “aa ne kadar da komikmiş” dediğimiz bir sürü olay oluyor. Mesela sattığı malın fiyatını bilmeyen bir bakkal, kendine halka tatlısı almak için bütün yolu rahatça kapatan bir minibüs şöförü ya da kendinden bahsederken çok ciddi olan bir insan bana komik gelir. Yani komediyi kendimize yakın, bizim gibi düşünen ve yaşadığımız şeyleri yaşayan insanlarda arıyoruz. Zaten mizahtan başka neyimiz var? Eskiden Cem Yılmaz bize bir askerlik anısı anlattığında ya da bir refakatçi taklidi yaptığında hepimizin gözünde ortalama birileri canlanıyordu. Ya da Ata Demirer çok popüler olan bir dizi ile ilgili şakalar yaptığında hepimiz izlemiş oluyorduk. Ama şimdi seçenekler sonsuz. Herkes aynı tatili yapmıyor, aynı diziyi izlemiyor, aynı eğitimi almıyor, sonsuz içerikte herkes kendine yakın gördüğü, mizahını beğendiği insanları takip ediyor. O yüzden herkese ulaşmak hem kolay hem zor... Bugünkü mizahta günceli yakalamak çok önemli.
Çağla Alkan:
Her gün sonsuz sayıda ifadenin paylaşıldığı ve yarıştığı bir pazar yeri olan Twitter, insanlık tarihinin gördüğü en mükemmel şaka makinasına dönüşmüş durumda. Bu çok kalabalık pazar yerinde sesinizi duyurabilmenin yollarından bir tanesi düşüncenizi komik bir şekilde dile getirmek. Bu da hepimizin birer part-time mizahçı olması demek. Yine internetin hayatımıza kattığı önemli yeniliklerden bir tanesi bir komedyenin komik olup olmadığına dair görüşümüzü artık kamuoyuyla rahatça paylaşabiliyor olmamız. Eskiden bu tip beyanatlar sadece televizyonun etrafındaki aile bireylerine verilirdi. O da aslında pek verilmezdi. Ben şahsen bizim ev halkının “Olacak O Kadar komik mi” ya da “Yasemince ofansif mizah mı” tarzı tartışmalara girdiğini hatırlamıyorum. Fakat yakın zamana kadar mizaha karşı herhangi bir ilgi göstermeyen annem bile Facebook sayfasından Dave Chappelle’in stand-up özeline dair fikirlerini paylaşıyorsa, bunun için sosyal medyayı suçlarım. Sosyal medyanın mizah anlayışımıza önemli bir etkisi, tükettiğimiz komedi içeriğini çeşitlendirmiş olması. Paylaşılan sivri ve sıradışı ifadenin ödüllendirildiği bir platformda “gündelik hayatta açıkça söylenemeyeni söylemek” doğal olarak bir misyona dönüşüyor ve mizahi araçların 50 tonunu bir arada görüyorüz.
Lesli Karavil:
İnsanların güldüğü konular farklılaştı. Ortak konular ve yaşananlar eskisi kadar ortak değil. Bilgiye kolay ulaşılabilirlik insanlarda farklı zevklere yönelimi arttırdı ama sabır azaldı. Pandemi ile artan sıkışıklık hissi var. Kısa ve hızlı tüketilen, kafa dağıtıcı içeriğe yöneliyor tüm dünya. Akıllı telefonlar kafa dağıtma cihazı oldu. Dolayısıyla kısa içerikler ilgi odağı oluyor. Ancak tüketim çok hızlı ve bu tüketimle beraber kalitede de bir düşüklük var. Herkes içerik üretiminde. Ama kaybedilen bir samimiyet ve gerçekten uzaklaşma durumu var. Ünlü olmak ön planda ve insan değerlendirmeleri kişinin takip sayısına göre olmaya başlayınca bazı değerler kayboluyor. Bununla beraber bu durumun avantajı ise herkes istediğini paylaşabiliyor. Ortam açık. Bu durum bütüne hizmet etse çok büyük bir güç de oluşturuyor. Ancak bireysellik ön planda hâlâ. Büyük bir değişim eşiğindeyiz. Samimiyet olan yerler çok değerli. Dolayısıyla stand-up şovları birebir görmeye gelenlerin sayısı arttı. İnsanlar hafiflemek istiyor.
Bugün neye gülüyoruz? - CEYDA ULUKAYA
Dünün komikleri bugün güldürmüyor mu? Toplum mu değişti, biz mi değiştik yoksa internet çağında herkes başkasına gülüyor da ortak bir mizah anlayışında buluşamıyor muyuz? Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Erkan Saka’ya Türkiye’de mizah anlayışının dünden bugüne nasıl bir dönüşüme uğradığını sorduk.
“Tarihsel olarak temalar ve mecralar değişebilir ki insan kurgusu olan mizahın başka türlü olması beklenemez” diyor Saka: “Mizahı toplumsal değerlerden ayrı düşünemeyiz. Ancak kime göre komik ya da değil diye de sorulabilir. 90’lı yılları ‘Bir Demet Tiyatro’, ‘Olacak O Kadar’ ya da Kemal Sunal filmleriyle anmamız, hepsinin ortak bir paydada buluştuğu anlamına gelmiyor, ki buluşmalarına da gerek yok. Hepsinin ve bahsedilenlerden daha fazlasının farklı bir işlevi vardı. Daha ofansif gündelik mizahtan, 1970’lerin sosyal kargaşına, 1990’ların neoliberal açılımına kadar izler bulmak mümkün her biri incelendiğinde. Yine de 90’lı yılları biraz geçiş dönemi olarak görüyorum.”
“Gerçekten bir ömrü var mı?”
Peki dönem dönem komedyenlerin “Artık güldürmüyor” eleştirisine maruz kalması bize mizahın gerçekten de bir ömrü olduğunu mu gösteriyor? “İnsan ürünü olan her şeyin bir tarihselliği var. Mizah da bundan bağımsız değil” diye yanıt veriyor Saka: “Elbette ideal olarak çok daha uzun süre güldürecek, bazı evrensel normları yakalamış mizah ürünleri olabilir. Ya da bugün güldürmüyor denilenler başka bir dönemde tekrar güldürebilir. Son günlerdeki tartışmanın başka boyutları da var. ‘Güldürmemesi’ ömrünün bitmesinden değil, aslında müzakereye açık bir alan olmasından kaynaklanıyor: Yani aslında hiçbir zaman tüm toplumca benimsenmiş bir mizahtan bahsedemeyiz. Onun sınıfsal, kültürel, politik boyutları bu tartışmada ortaya çıkıyor. Geçmişten farkı artık internete dayalı olarak medya kanallarının çokluğu sayesinde bu eleştiriler gündeme gelebiliyor. Eski medya düzeninde bunların yer bulabilmesi daha zordu. Son dönem tartışmalarında da bu açıkça görülüyor. ‘Artık güldürmüyor’ kadar ‘Hâlâ güldürüyor’ argümanlarını da sosyal medya üzerinden görebildik.”
Peki ya bugün? Bugün en çok kime gülüyoruz, güldüklerimiz bugüne dair ne söylüyor? Saka şöyle yanıtlıyor: “Biz demek çok iddialı olacak. O yüzden çekinerek cevap vermeye çalışayım. Ben yeni dalga mizahçılardan çok ümitliyim. Daha önceki mizahçıların çoğu- tabii ki istisnalar var- Hasan Can Kaya, Feyyaz Yiğit ve Doğu Demirkol’un anlattıklarını gözlemleme üzerinden mizahlaştırıyorlardı. Oysa bu yeni isimler bizzat kendi deneyimlerini mizah üzerinden dile getiriyorlar. Gündelik orta, alt-orta ve alt sınıfların mizahı, dünyaya bakışı ilk defa bu kadar merkeze taşınıyor. Nihai olarak bu mizahın ilerici ve seküler bir duruş sergilediğine inanıyorum. Elbette tek tek eleştirilebilecek yanlar var ve bunlara itiraz etmem. Ama sanki geleceğe umutla bakmamız için malzeme veren bir içerikle karşı karşıyayız.”
Turgut Çeviker: Sosyal medyada “ortak sahne”
Üç ciltlik “Karikatürlerle Cumhuriyet Tarihi”ne imza atan Turgut Çeviker, bugün dünya çapında gülme araçlarının nasıl hızla değiştiğini anlattı...
Bugün bütün dünya internete, yani “sanal dünya”ya bakarak gülüyor. Sosyal medya öncesinde klasik araçlar kullanılıyordu; fıkralar, karikatürler, komik fotoğraflar vb. Akıllı telefonlar çıktığından bu yana gülme araçları hızla değişti. Çünkü “sosyal medya”nın yeni kanalları “söz”e ve “görüntü”ye en az “zaman”ı tanıyor. Aziz Nesin 1990’larda haftalık bir haber dergisinin o zamanki “değişen mizah” üzerine yapılan soruşturmaya verdiği yanıtta, mizah dergilerinin “kısa” metinlere yer vermesine dikkat çekiyordu. Çünkü “Gırgır takımadaları”, izleyicisine çizgiyle kurulmuş mizah sunuyordu. Onların vaktinin sınırlı olduğu düşünülüyordu. Uzun yazıların, dergiden uzaklaşmaya yol açacağından korkuluyordu. Aziz Nesin buna işaret ediyordu. Bugün “sosyal medya”da “seyredilen mizah”, bütün insanlığın “ortak sahne”sini belgeliyor. Çin’den çıkan bir “komik video” (Tik Tok), saniyeler içinde “dünya malı”na dönüşüyor. Okuma-yazma konusunda çok geride kalmış ve kültürel ilgilerden bilinçli bir biçimde uzak tutulan toplumlar için “sanal dünya” büyük olanak olduğu denli büyük bir tehlikeyi de içeriyor. Çünkü: “okuma”yı değil “bakma”yı, “gerçek mizah”ı değil “sanal mizah”ı içeriyor. Osmanlı toplumunda halkın neşe ve eğlencesi söz konusu olduğunda; ilk aklımıza gelenler Nasreddin Hoca (ve diğer fıkra kaynakları), Köy Oyunları, “Hayal Perdesi” (Karagöz-Hacıvat) ile Ortaoyunu’dur.
İnsanlık “sinema”nın bulunuşuyla birlikte “teknoloji”nin esiri olmaya başladı. Teknoloji ilerledikçe “zaman” ve “hız” olguları da değişti. Bu önceleri sinemada sonraları reklam sinemasında kendini gösterdi; “televizyon”la yeniden biçimlendi. “Sosyal medya”da ise “zaman” ve “hız” olguları kendilerini aşmış durumda. İnsanlığa dayatılan bu “zaman” ve “hız” tıpkı teknolojinin her şeyi yeniden tanımlaması gibi insanlığı yeniden yaratacak ve ne yazık ki birbirine benzeyen bir “rüya toplumu” yaratacak; artık kimsenin gülmeye vakti olmayacaktır!