24.12.2017 - 01:30 | Son Güncellenme:
Özge Tabak-ozge.tabak@milliyet.com.tr
Selen Öztürk bu sezon Tiyatroadam’ın prodüksiyonu “İntiharın Genel Provası” oyunuyla tiyatro sahnesinde. “Komedi yapma isteğim, özlemim bu oyunla bir nebze de olsa gerçekleşti” dediği kara komedi tarzındaki oyunda Öztürk’e Erdem Akakçe, Fatih Koyunoğlu ve Kadir Çermik eşlik ediyor. Bu sezon izlenmesi gereken oyunlar listeniz için rahatlıkla önereceğim oyun haricinde, TRT1’de yayınlanan “Payitaht Abdülhamid” dizisinde Seniha Sultan rolüyle ekranda Öztürk. Onur Saylak’ın yönettiği “Daha” filmi ve Buğra Gülsoy-Serhat Teoman yönetmenliğindeki “Mahalle” filmleriyle de beyazperdede seyredeceğiz onu yakın zamanda...
- Karakterinizin oyuncu olmak gibi bir derdi var. Bir yandan da kumpasın bir parçası olmuş ve sıyrılamıyor. Sevdiği bir kişi söz konusu olduğunda anlıyor işin gerçek yüzünü… Sizce oyunun verdiği mesaj, sordurduğu sorular neler?
Oyun sahtekarlarla kandırılmışların, iyiyle kötünün, zenginle yoksulun, ezenle ezilenin öyküsünü ironik ve absürt bir dille anlatıyor. Dünya gücü bulunduranların, yönetenlerin dünyası aslen; bizler sadece boyun eğip içinde yaşadığımız koşullara ayak uydurmaya çalışıyoruz. İyi insan olmak üzerine verilmiş her savaşın sonunda bir yenilgi var, çünkü insanın tohumunda büyük bir kötücüllük yatmakta. Özellikle erk eline geçince her an bir canavara dönüşebiliyor. İşte insan, hem ruhsal hem fiziksel, böyle bir sistemin yarattığı yoksulluk ve yoksunluğun içinde ne kadar direnebiliyor ve yaşamaya devam edebiliyor oyun bunu sorguluyor.
- Oyunun içinde de bir tiyatro oynama durumunuz var. Bu durum nasıl etkiliyor oyuncuyu?
Oyun içinde oyuncu kimliklerimizle de var oluyor olmak çok keyifli. “Acılarımıza hep beraber bakalım ve buna gülelim” diyoruz bir tiyatro sahnesinden. Hem biz uyanık kalıyoruz hem seyirci. Bu yönetmenimizin seçimiydi. Bizler için de muzip ve avantajlı duruma dönüştü bu tercih.
- Tiyatronun sizdeki yerini sorsam...
Tiyatro benim geldiğim yer, toprağım, yaşadığımı hissettiğim capcanlı bir alan. Her anı sürprizli bir macera. Hiç mola vermeden her sene sahnede yeni bir oyunla olmak istiyorum artık. Beni geliştiren, büyüten, oyuncu bedenimi ve ruhumu çalıştıran, mesleğimi kutsal kılan yer sahne. Yaptığımız işin hediyesini anında alkışlarla aldığımız, iyileştirici, barışçıl, şifa veren, hepimize iyi gelen bir yanı var tiyatronun. Hayalim kendi yazdığım ve müziklerini yaptığım bir oyunda oynamak. Uzun zamandır tasarlıyorum bu projeyi, doğru zaman ve yerde hayata geçirebilmeyi dilerim.
“Tünelin sonunda hep bir ışık vardır”
- Oyunun başlarında intihar etmek isteyen bir adam ve onun bu sürecine müdahil olan kişileri izliyoruz. Siz intihar etmek üzere olan bir insanla karşılaşsanız ona nasıl bir gerekçe sunar, neler söylerdiniz ikna etmek için?
Gerçekten intihar etmeye karar vermiş bir kişiyi durdurabileceğimi zannetmiyorum. Zaten haberimiz olmadan o kişi bunu yapmış olurdu. Değişik, çözümsüz bir ruhsal durum bu. Ama kafasında en ufak bir soru işareti olan birini yaşama çekmek daha kolay. Şunu söyleyebilirdim: “Şu hayata bir kere gelip zaten sonunda öleceğimiz bir dünyada, neden bu bizim seçimimiz olsun ki?” Hayata her zaman güvenmeli; insan bu dünyadan gelip geçen bir yolcu. Yolda göreceği ve deneyimleyeceği yüzlerce olay, duygu, ilişki şekli olacak. Bunu bir seyahat süreci gibi kabul ederse, akışa teslim olmasını ve mutlu hissedeceği, ona umut verecek, yaşadığını hissettirecek şeyler yapmasını söylerdim. Her zaman köprüden önce son bir çıkış, tünelin sonunda hep bir ışık vardır.
- Adalet kavramını da sorguluyor oyun. Siz ne düşünüyorsunuz, iyiler sonunda kazanır, kötüler cezasını çeker mi?
İyilerin bir gün kazanacağına dair saf bir inanç ve umut taşısam da içimde; böylesi bir zamanda, realitede artık bunun çok da mümkün olmayacağını görüyorum. Ama iyilik bulaşıcıdır ve büyük bir güce sahiptir. Birlikten kuvvet doğar, sevgi her zaman kazanır. Mücadeleyi bırakmamak, umutsuzluğa kapılmamak gerek. Devirler değişir, insanlar dönüşür, bir bakar insan bu düzen artık adil bir şekilde dönmeye başlamış. Umut fakirin ekmeği, dua edelim de umut ölmesin, fakir de aç kalmasın...
- Şarkı söylemeyi sevdiğinizi biliyoruz. Müzik üzerine de projeleriniz olacak mı?
Selen ses demek, müzik anne karnından beri benim bir parçam. Herkesin çalıp söylediği bir ailenin çocuğu olarak müzik vazgeçilmezim, şifa kaynağım. Beslendiğim ve iyileştiğim bir yer. O yüzden herkesin bir enstrüman çalması gerektiğini düşünürüm. Ruha iyi gelen evrensel bir ilaç. Elbette nice hayalim var sahne projesi, konser, albüm gibi. Birikmiş, tamamlanmamış şarkılarım, sözlerim muhakkak bir gün özgürlüklerine kavuşacak, artık daha fazla ceza vermemeliyim onlara...
- Siz kendinizi nasıl dinlendiriyorsunuz bu yoğunlukta?
Kendimi fırsat buldukça gezerek, kitap okuyarak, müzik ve yoga yaparak nötrlüyorum.
“Kendimi yaşadığım döneme ait hissetmiyorum”
- “Muhteşem Yüzyıl”dan sonra şimdi “Payitaht Abdülhamit”te izliyoruz sizi. Dönem işlerine, tarihe özel bir ilginiz var mı?
Çocukluğumdan beri tarihi işlere kuvvetli bir ilgim var. Hiçbir teknolojinin olmadığı çağlarda yaşamayı çok isterdim şahsen. Dönem işlerinde oynamaktan başka bir haz alıyorum. Birazcık da olsa o zamanların atmosferini kalbinde, bedeninde hissedebilmek muhteşem bir duygu. Kendimi zaten yaşadığım döneme çok da ait hissetmeyen biriyim. Zaman makinesinde geçmişin koridorlarına seyahate çıkmak, oyun da olsa nefes almak ruhumu zenginleştiriyor, bana iyi geliyor. Selen zaten şu anda, bu bedenle yaşıyor. Neden zamanda gezinmesin ki? Kalbimin bir köşesinde 1950-1980 arası sanatçı bir kadını oynamak da var...