21.06.2015 - 02:30 | Son Güncellenme:
Fırat Karadeniz-firat.karadeniz@milliyet.com.tr
Hangimiz çocukken babamızın işyerine gitmedik, eşyalarını karıştırıp kendimizi “büyük bir adam gibi” hissetmedik. Eminim bu yazıyı okuyanların büyük bir bölümünün böyle bir anısı vardır. Şimdi size bir soru soracağım: Aranızda baba mesleğini seçen var mı? Elbette var, değil mi? Babalardan etkilenmemek, onlar gibi olmaya özenmemek mümkün mü? Fakat sanırım “baba mesleği”ni seçmek gazetecilikte biraz daha yaygın. Hayır, benim babam gazeteci değildi. Fakat babasının mesleğini seçen birçok isim biliyorum. Özellikle spor basınından.
Benim gibi genç olsanız da spora meraklıysanız bilirsiniz; spor spikeri Güntekin Onay’ın babası Gündüz Tekin Onay önemli bir spor adamı ve spor yazarıdır. Tabii ki örnekler çoğaltılabilir: Kenan Şengül-Cem Şengül, Tayfun Gündoğan-Hakan Gündoğan, Şansal Büyüka-Sine Büyüka, Selahattin Koyuncu-Erkan Koyuncu, Atilla Karsan-Volkan Karsan, Mahmut Küçük-Ali Naci Küçük...
Peki tüm bu isimleri, babasının izinden yürümeye iten neydi? Bu soruyu Babalar Günü vesilesiyle Necati Bilgiç ve oğlu Gürcan Bilgiç’e, İsmail Tongo ve oğlu Can Tongo’ya, Turgay Demir ve kızı Hira Demir’e sorduk...
Gürcan BİLGİÇ
“Gazetede baba değil, Necati abi diyordum”
-Necati bey siz mesleğe nasıl başladınız?
Necati Bilgiç: 1928’de Kilis’te doğdum. Liseyi Bursa’da okudum. 1949’da babam hayatını kaybettikten sonra üniversite için İstanbul’a geldim. O sırada Hukuk Fakültesi takımının üniversite şampiyonluğu için Tıbbiye ile maçı vardı. 1-0 kazanıp şampiyon olduk. O günlerde bana Cihat Arman’ın Öz Fenerbahçe mecmuasından söz ettiler. Yazı işleri müdürü arıyorlarmış. “Olur” dedim. Zaten çocukluğumuzdan beri spor dergilerini takip ediyoruz. 1951’in mayıs ayı. Gazeteciliğe başladım. Dikkatim fazlaydı, zeki sayılırım. Yürütmeye başladım işi. Gazetelerin dikkatini çekmişim. Türkiye Spor diye bir gazete çıktı, beni de muhabir olarak aldılar. 5-6 kişi gazete çıkarıyorduk. Tenis, güreş, atletizm, futbol, basketbol... Hepsinden haberler geçtim. Kuralları öğrenmek için hakemlik kurslarına da gittim.
Gürcan Bilgiç: Babamların dönemi usta-çırak dönemidir. Babamın yetiştirdiği o kadar çok gazeteci var ki... Tam mutfaktan yetişmiş: Muhabirlik yapmış, sayfa sekreterliği, yazarlık, yazı işleri müdürlüğü... Bunları öğretmektende kaçınmazdı. Benim çocukluk yıllarımda babam Tercüman’daydı. O yıllarda Tercüman ve Milliyet’in spor sayfaları arka kapaktaydı. İnsanlar gazeteleri okumaya tersten başlardı. Tek futbol değil, her şey vardı spor sayfalarında. Bu yüzden “spor yazarı” denirdi. Hemen herkes en az beş sporun kurallarını bilir, onları yazardı.
“Sadece beni değil, birçok kişiyi gazeteci yaptı”
-Gürcan bey siz tabii ki sporla iç içe büyüdünüz. Peki nasıl oldu da meslek olarak seçtiniz?
Gürcan B.: Babam sadece beni değil, birçok kişiyi gazeteci yaptı. Hıncal Uluç’u gazeteci yapan babamdır.
Necati B.: Hıncal’ın dayısıyım ben. Ahmet Taner Kışlalı da dayımın oğlu...
Gürcan B.: Bizim aileye gazetecilik virüsünü babam getirdi. Çocukken babam beni maçlara götürürdü. Maç dönüşü gazeteye giderdik. Onlar sayfaları hazırlarken ben de onları izlerdim. Daktiloda yazmaya meraklıydım, onlar kendi yazılarını yazarken ben de kendi yazılarımı yazardım. Bir gün babam okudu, “Ulan bizimkilerden iyi yazıyorsun” dedi. Lise bittikten sonra bir gün İsmet Berkan ile karşılaştım. Mahalleden arkadaşımdı. “Babanla konuş bizim gazeteye gel” dedi. Cumhuriyet’teydi. Ben çırak olarak 1982’de Cumhuriyet’te başladım. Tabii ki babamın çok faydasını gördüm. İnsanlar farklı yaklaşıyordu, habere kolay ulaşıyorduk. 1984’te de yanına aldı babam beni. Gazetede “baba” demezdim, “Necati abi” diyordum.
-Siz de mesleğe başladıktan sonra babanızla aranızda rekabet oldu mu?
Necati B.: Aynı cephelerde savaşmadık biz.
Gürcan B.: Savaştık. Bir Almanya kampında haber atlattım babama. Sebastiao Lazaroni’yle röportaj yaptık. O da randevu almış. Kimseye bir şey söylemiyoruz. Çok kızdı bana. “Hiç olmazsa bu kadar uğraşmazdık” dedi.
İSMET TONGO
“Can baka baka gazeteciliği öğrendi”
-İsmet bey siz de alaylı gazetecilerdensiniz değil mi?
İsmet Tongo: Ortaokuldayken bir kağıda meslekleri yazdım. Eleye eleye geriye üç tane meslek kaldı: Pilotluk, köprü mühendisliği ve gazetecilik. Aile feryat etti. Dediler ki “Bir pilot var zaten”. Köprü mühendisliğini ben sildim. Bir gazetecilik kaldı. Bir gün Vezneciler’den geçerken günlük spor gazetesi yazısını gördüm. Kapıyı çaldım ve içeri girdim. “Gazeteci olmak istiyorum” dedim. İlk önce güldüler. Sonra “Gel kardeşim” dediler. Ben de başladım mesleğe. Okuldan da kaçıyorum o aralar; zaten son günleri. O gece Beyrut Akdeniz Oyunları vardı. “Takip et. Ajanslardan gelen haberleri gazeteye dizdir” dediler. Mahalleden arkadaşım Nezih Alkış, Milliyet’te çalışıyordu. Ondan yardım istedim. Bütün haberleri alıp gazeteye koydurdum. Ertesi “Bunu nasıl yaptın?” dediler. Atilla Karsan “Bu yeni çocuk kimdir” diye sormuş. Bana da çok yardım etmiştir. “Hangi takımlısın?” dedi. “Galatasaraylıyım” deyince, “Tamam. Sen bizdensin” dedi.
-Milliyet’e transferiniz nasıl gerçekleşti?
İsmet T.: Namık Sevik bana “Herkes senden bahsediyor. Bu işe başlar mısın?” diye sordu. “Bir kere gireyim, bana yeter” dedim. “Ama 800 lira verebiliriz sadece” dedi. “Peki” dedim. İşe başladım. Ben tabii “Ne zaman sayfa çizerim?” diye soruyorum. “Bir-iki seneye ancak çizersin” dediler. Abdi İpekçi çiziyormuş sayfaları. “Her şeyi öğrendikten sonra sayfa çizdirirler” dediler. E Abdi İpekçi denince bir şey diyemiyorsunuz. Gerçi iki-üç ay sonra ben çizmeye başladım sayfaları.
“Milliyet’in maskotu gibi olmuştum”
-Can bey sizin de babanız sayesinde sporla iç içe büyüdüğünüzü tahmin ediyorum...
Can Tongo: Ben okuldan sonra ya da hafta sonları Milliyet gazetesine gidiyordum spor servisine. Maçtansa gazeteye gitmek bana daha zevkli geliyordu. Çok ilginç insanlarla tanıştım.
-O zamanlar zehir karıştı tabii kanınıza...
Can T.: Tabii. Liseyi bitirdiğim günün ertesi gazeteciliğe başladım. Alaylıyım ben. Üniversitede kaybedeceğim zamanı çalışarak kullanabileceğime karar verdik. Şimdi bakıyorum gerçekten de gazeteciliği mutfakta öğrenenler daha çabuk ilerliyor.
-Hiç aklınıza başka bir meslek yapmak gelmedi mi?
Can T.: Hayır. İlkokuldayken bile günlerim daktilo başında geçiyordu. Gazetenin maskotu gibiydim.
İsmet T.:Büyük oğlum Emre de gazeteciliğe başladı ilk önce. 15 gün sonra geldi “Biraz konuşalım” dedi. “Gel konuşalım” dedim. “Baba herkes İsmet Tongo olamaz” dedi ilk önce. “Senin gibisi yok. Senden bir ricam var. Ben gazeteci olmayacağım.” Şimdi bankada genel müdür yardımcısı. Can öyle değildi. Küçüklüğünden itibaren baka baka gazeteciliği öğrendi.
HİRA DEMİR
“Babamın beni ekranda izliyor olması önemli”
-Mesleğe nasıl başladığınızı bize kısaca anlatabilir misiniz?
Turgay Demir: Gazetecilik haksızlığa isyan edenlerin mesleğidir. Benim de böyle bir yapım var. 1982 yılında üniversite sınavına girerken ilk üç tercihim arasına İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu’nu da yazdım ve kazandım. İkinci sınıftan itibaren Türk Haberler Ajansı’nda staja başladım. Ajansın haber müdürü Tanju Cılızoğlu uzun saçlarım ve futbolu fazla sevmemden rahatsız olmuş ve “Staj kağıdını imzalayayım, sen git tatilini yap” demişti. Kabul ettim, tam ayrılıyordum ki Bilal Meşe devreye girip “O arkadaş bizimle spor servisinde çalışabilir” demişti. Yani mesleğe ilk adımı atmamda ilk şefim Bilal Meşe’nin büyük payı var. THA’da çalışırken Beşiktaş muhabiri Hakan Yıldırım’ın izinli olduğu gün Beşiktaş antrenmanını yerinde izlemekle görevlendirildim. O antrenmanda Ziya Doğan’la özel bir röportaj yaptım ve Milliyet’e manşet oldu. Bir ajans haberinin Milliyet spor sayfasına manşet olması sıra dışı bir şeydi. O manşet stajımın ilk ayında beni farklılaştırdı.
-Gazetecilik yoğun bir meslek. Baba olduktan sonra ailenize istediğiniz kadar zaman ayırabildiniz mi?
Turgay D.: Hira doğduğunda ben Fotospor’un yönetici kadrosundaydım. O gün Galatasaray, büyük bir transferi bitirmişti ve bizler Kosecki’nin gelişini bekliyorduk. Hastaneye zor yetiştim. Hira doğdu, beş dakika sonra havaalanı muhabiri telsizden “Müdürüm Kosecki geldi” anonsunu geçti. Zaten Hira’nın doğumu gazeteye “Hira Kosecki’yi solladı” başlığıyla yansıtılmıştı. O derece yoğunluk içinde Hira’nın nasıl büyüdüğünü dahi fark edemedim.
“Ailem tercihlerime saygı duydu”
-Kızınızı spordan uzak tutmak istediniz mi yoksa desteklediniz mi?
Turgay D.: Hiç karışmadım, hangi konuda yetenekli olduğunu anlamaya çalıştım.
O bale konusunda yetenekliydi. O yönde yürümesini istedik ama kendi tercihlerini yapacağı yaşlara geldiğinde gazetecilik okumak istediğini söyledi. Ben de buna memnun oldum çünkü son derece sosyal bir kız olan Hira aynı zamanda haksızlıklara isyan konusunda benden aşağı kalmıyor.
-Hira hanım sizin meslek olarak spor yazarlığını seçmeniz nasıl oldu? Bu kararı nasıl aldınız? Hiç farklı bir mesleğe ilgi duymadınız mı?
Hira Demir: Doğal olarak sürekli sporun konuşulduğu bir ortamda büyüdüm... Tabii iyi bir Beşiktaşlı olduğumu ve maçları takip ettiğimi belirtmeliyim. Onun dışında atlar ve atlı sporlar da hep ilgimi çekmiştir. Küçük yaşlarda ailemle birlikte üyesi olduğumuz Sipahi Ocağı’na gidip binicilik eğitimi aldım. Diğer spor dallarına çok ilgi duyduğumu söyleyemem. Gazetecilik baba mesleğim ve babam benim idolüm. Sürekli onun önemli kişilerle yaptığı konuşmalara, hararetle tartışmalarına şahit olmak gazeteciliğin ve gazetecinin gücünü anlamama yetti. Gerçi ben işin ekran tarafına daha çok ilgi duydum ve şimdi de sevdiğim bir işi yani spikerliği yapıyorum ve bundan dolayı mutluyum. Bu kararı kendim aldım. Babama kalsa spor muhabiri olmalıydım. Lig TV’de staja gönderdi ama işin o tarafını pek sevmedim ve hayatıma başka bir yön verdim.
-Bu tercihiniz nasıl karşılandı?
Hira D.: Ailem benim tercihlerime hep saygı duydu. Şu anda yorucu ve seyahatlerle dolu bir iş yapıyorum ve ailem her zamanki gibi bana sürekli destek oluyor. Babamın beni ekranda izliyor olması benim için önemli. Onun eleştirilerini önemsiyor ve tavsiyelerine de mutlaka uyuyorum.