02.02.2014 - 02:30 | Son Güncellenme:
Özlem AKARSU ÇELİK - Diğerkâm - ozlemakarsucelik@gmail.com
Başarılı meslektaşımız, Radikal yazarı Ezgi Başaran 18 Aralık’ta anne oldu. Tebrikler Ezgi, aramıza hoş geldin Deniz bebek!
Ezgi Başaran, 26 Ocak’ta Radikal’de yayımlanan samimi yazısında, yeni doğum yapmış annelere haksızlık ettiği özeleştirisinde bulunuyor ve lohusa bir kadının ruh haline dair şu eşsiz tarifi yapıyor: “Hormonlar sağolsun! Doğurduğu an kadını Empire State binasından Beşiktaş otoparkının -3’üncü katına fırlatıyor... Adi bir dörtlü çete bu: Hormonlar, uykusuzluk, ev basması ve emzirme yükü...”
Ah Ezgi, keşke bu kadarla kalsa yaşayacakların! -3’üncü kata canım feda! Ben arzın merkezine gittim.
Kimse anlatmıyor anne olmanın zorluklarını. Hamileliğin ilk aylarında “Gazman”a dönüşeceğini söylemedikleri gibi! Habire değişen ruh hali, ayakkabılara sığmayan ayaklar, prostat hastaları gibi saat başı tuvalete taşınmalar, bebeğini kaybettiğini gördüğün kabuslar... Offf!
“Kendini dünyanın en güzel kadını gibi hissedeceksin” diyen arkadaşlarımı, acıyan gözlerle beni süzerken kaç defa yakaladım. Neredeyse kendi ağırlığım kadar kilo aldım yahu! Doğum desen ayrı dert... Lohusalık başka âlem...
Kesinlikle, ruhen ve bedenen mutasyona uğradım. Bu ben, eski ben değilim artık!
“Lohusalık sanıldığı gibi 40 gün değil, 18 aydır”
Prof. Sabiha Paktuna Keskin diyor ki “Lohusalık zannedildiği gibi 40 gün değil en az 18 aydır”. Hay ağzına sağlık! Zaten kadının halinden kadın anlıyor...
Kulakları çınlasın, doktorum iyi adamdı ama her erkek kadar uzaylıydı bize. Doğum sonrası “10 gün sonra mekik çekmeye başla ki karın kasların toparlasın” deyiverdi. 10 değil tam 495 gün geçti, ilk sporumu daha geçen gün yapabildim.
16 aylık ikiz annesiyim. Böyle laflar edenlere karşı çareyi, “Senin de ikizlerin olur inşallah!” demekte buldum.
En yakınındakiler hep tecrübeli kadınlar olacak. Babaya erkek arkadaşları “Ekmek almaya gidiyorum deyip evden kaç, üç yıl dönme!” diye gerzekçe espriler yapacaklar. Üç yılın anlamı: ideal kreş yaşı...
Şanslıysan, lohusalığının ilk haftalarını kafan kıyakmış gibi geçirirsin. Şanssızsan depresyona girebilirsin. Bunu beceriksizliğine yorma. Hormonlar!
Kadınların ne kadar çok yükü var şu dünyada
Genç bir anne tanımıştım. Doğumdan sonra kucağındaki bebeğiyle hastane odasının camından atlamaya kalkmış. Bir başkasının
bebeği ise aylarca ağlamış. Karı-koca boşanmanın eşiğinden dönmüşler.
Haftalarca evden çıkamadıktan sonra ilk market ziyaretin Avrupa seyahati gibi gelecek. Hazır ol, çocuksuz arkadaşların hayatından tüyecek. Alacağın haz olmasa, katlanılır gibi değil!
Tavsiyem, “Hamile milletvekili, doğumdan
15 gün sonra işbaşı yapacağım dedi” ya da “Victoria’s Secret’ın üç ay önce doğum yapan meleği fit vücuduyla büyüledi” haberlerini salla gitsin!
Kaygıların tavan yapacak, eşinin yüzüne bakmayacaksın, hafiften seme olacaksın... Hepsi ama hepsi hormonal!
En çok, süt artırsın diye içtiğim pastırma kokulu
o çaylardan tiksinmiştim. Bir de “Özlem Mandıra” lakabını hak etmeme neden olan süt sağma makinemden... Süt işi de psikolojikmiş cidden. Yedi ayın sonunda “sevmedim bu işi” dediğim gün kesiliverdi.
En tuhafı da ne?
Ben kadın olduğumu 37 yaşındayken, hamileliğimde anladım. Kendimi etekli erkek zannediyormuşum da haberim yokmuş. Erkeklerin hükmettiği dünyada onlar gibi olmuşum, kadınlığımı ötelemişim. Bu yüzden anne olmaya bu kadar geç karar vermişim meğer!
Kadınlar anne olmanın ne meşakkatli bir iş olduğunu anlatmıyorlar; çünkü bunu dillendirirlerse, hormonlar aldı beni duvardan duvara çarptı, benliğimi yitiriyordum az kalsın derlerse, acımasız rekabet piyasasında erkeklerle yarışta geriye düşmekten korkuyorlar! Bunun için ağır yaralı bir aslan gibi kalkıyorlar yerlerinden, başları dimdik yola devam ediyorlar. Güçlü bir kadın, şefkatli bir anne, iyi bir eş, çalışkan bir işçi... Ne çok yükümüz var değil mi?
Yasemin Yalçın’dan “Arasırabesk”
İlk olarak eşi İlyas İlbey’den duymuştum sesinin methini. Sonra her oturduğumuz masada en az bir şarkı söyletmeden bırakmadık yakasını. “Haydi Yasemin, patlat bir arabesk de ateşimiz sönsün!” Ne naz ne afra tafra! Nerede olduğunuzun da önemi yok. Hemen başlar okumaya. Hani derler ya, “gönül telini titretenler”... İşte Yasemin Yalçın’ın sesi insanın gönül teline öyle dokunur! Ateşi söndürmek mi? Yüreğiniz olur yangın yeri...
20 yaşından beri yapımcılar peşindeydi ama sonunda onu ikna eden dostları oldu. Mazlum Çimen’in stüdyosuna girdi. Mezun olduğu İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’ndaki hocalık görevinden kalan zamanını stüdyoda geçirdi 3.5 aydır. Sonuçta ortaya 70’li yılların
10 parçalık albümü çıktı. Adını da kendisi koydu: “Arasırabesk!”
Sürpriz albüm
Yasemin Yalçın’a sordum, müzik tutkusu nereden geliyor? Anlattı: “Aslında ilk aşkımdır müzik. Çemberlitaş Kız Lisesi’nden hocam, değerli müzik adamı Necdet Dönmez özel ders verirdi bana. Ut öğretmek istemişti ama ben haylazlıktan basketbolu tercih ettim. Konservatuvarda tiyatro bölümüne girdiğimi söyleyince hiçbir söz söylemeden kızıp yürüyüp gitmişti. Hep bir müzikalde oynamak istedim ama kısmet değilmiş. Dostlarım ısrar edince sonunda albüme tamam dedim. Hayırlısı!”
Mazlum Çimen’le de konuştuk. “Albümü hazırlarken kâh ağladık kâh kahkaha attık ama çok eğlendik” dedi ve ekledi: “Geçen gün İlyas hatırlattı. 25 sene evvel Yasemin’e, ‘Bir gün sana albüm yapacağım. Orkestrayı da
ben yöneteceğim’ demiştim. Hayalimizi gerçekleştirdik yani. Yasemin öyle yürekten okuyor ki herkes bu albümü çok sevecek.” Hey ahali! Hazırlanın... 2014’ün sürpriz albümü geliyor!