08.04.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:
axpaz021.jpg Filmde Bülent Ecevit'i Bülent Emin Yarar, Süleyman Demirel'i Haldun Boysan, Kenan Evren'i Suavi Eren, Nazmiye Demirel'i Ayşe Tunaboylu, Rahşan Ecevit'i Suna Selen canlandırdı. 13 Nisan'da gösterime girecek "Zincirbozan" İstanbul Film Festivali'nde Ulusal Yarışma'ya da seçildi. Karakterleri Bülent ve Rahşan Ecevit, Süleyman ve Nazmiye Demirel, Kenan Evren olan; TBMM'de 12 Eylül askeri darbesi sonrası siyasi liderlerin hapsedildiği Zincirbozan askeri tesislerinde geçen bir film kuşkusuz çok tartışılacak. Digiturk tarafından altı bölümlük bir mini dizi olarak tasarlanan ancak bir de sinema filmi kurgulanan "Zincirbozan"ın senaryosunu 40 yıllık gazeteci Avni Özgürel yazdı. Ağabeyi Ulaş İnaç ilk filmi "Türev" ile Altın Portakal kazandığı için soyadı hemen dikkat çeken, televizyon ve reklam deneyimli Atıl İnaç yönetmenliği üstlendi. "Ülkeyi tuzağa düşüren ekibi teşhir etmek istedik" "Zincirbozan" ilk senaryom değil. 1987'de Bulgaristan'dan kaçan Türkler üzerine "Belene" dizisini yazdım. 15 yıllık polis muhabirliğime dayanarak "İz Peşinde" dizisini yaptım. Sonra belgesellere yöneldim. Gazete sınırlı bir anlatım olanağı veriyor, yeteri kadar geniş bir kitleye ulaşamıyorsunuz. Hem de fotoğraf zihinlerde daha fazla yer ediyor. 12 Mart dediğinizde Denizlerin yüzü gelir gözlerinizin önüne, 27 Mayıs dediğinizde idama götürülen Menderes... 12 Eylül döneminde ben de yazılarımdan dolayı mahkum oldum. Ama o döneme ilişkin eserlere baktığımda hep kişisel düzeyde kaldıklarını, işkencelerin, bir ailenin yaşadıklarının ya da Abdi İpekçi'nin öldürülmesi gibi tek bir olayın ele alındığını gördüm. Bütünüyle kavrayan, arkasındaki mantığı anlatmaya çalışan hiçbir yapıt verilmedi bugüne kadar ne kitapla ne görsel olarak. Bu mesleki bir borcun ifası benim açımdan. Çünkü o hadisenin gerçek cephesine ilişkin benim bilgilerim, sezgilerim ve bir fotoğrafım var kafamda. Senaryo yazmak sizin için sürekli bir uğraş mı, yoksa "Zincirbozan"ın konusu mu sizi heveslendirdi? "Gençler 12 Eylül dönemini anlasın" Türkiye'nin sağdan-soldan gençleriyle, askeriyle, polisiyle, siyasileriyle bir uluslararası tuzağın içine çekilmesiydi. Gördüğüm budur. İhtilalden bu yana 27 sene geçti. Birçok şey biriktirdim: Gazete haberleri, mahkeme tutanakları, sohbetlerimde tuttuğum notlar... Bunu yeni kuşaklara anlatmak istiyorum ki bir daha bu tuzağa düşmesinler. Batı'nın, Amerika'nın doğrudan Türkiye'ye kurduğu bir tuzak bu. Biliniyor zaten, bir sır değil. Ama bir araya getirilmedi, kopuk kopuk, orada burada, gazete kitap köşelerinde, imalarla kaldı. Neydi o fotoğraf? Ben ister soldan ister sağdan bakılarak olsun ezberi bozmaktan yanayım. Bu ezberin tam ortadan delinmesi gerektiğini düşünüyorum. Kendi sebepleriyle Türkiye'yi anlatmak istiyorum. Her şeyde Amerika söz konusu değil ama iç ve dış şartlarınızı öyle hazırlıyorlar ki o noktaya isteseniz de istemeseniz de sürükleniyorsunuz. 1980'in tablosunu birkaç işaret taşı koyarak çizeyim: Hiçbir şekilde can güvenliğimiz yoktu sokakta. Şiddet ve dehşet kanıksanmıştı. Bu arada gençsiniz, örgütler var, Çorum, Maraş olayları olmuş. Onlarca insan ölmüş. 12 Eylül olaylarını Ülkücü, Dev-Yolcu diye görüyoruz. Onlar sahnede var ama o çarkı çeviren bir güç de var. Bu gücü deşifre etmeyi senelerdir istiyorum. Hayalimdeki hedef şu kadar seyirci değil, sinema filminden maddi bir beklentim de yok. Yapımcısı gibi görünüyorsam da tamamen Digiturk'e ait. "Zincirbozan" sizin için bir misyon filmi öyleyse. Gençlerin 12 Eylül dönemini anlamasını istiyorsunuz... Hepsine sempatiyle baktım! Suçladığım bir Türk görmeyeceksiniz. Bir tek teşhir edilmesini istediğim, Türkiye'yi bu tuzağa düşüren ekip. Bunu ortaya koyabilir, "Hakikaten ne oldu?" sorusunu sordurabilirsek ne mutlu. Bazı şeyler çok sivriltildi senaryoda ama bu etkili kılabilmek içindi. Türkiye'ye dönük, toplumumuza kızgınlığım, öfkem yok. Ama ayağı Türkiye toprağına basmayan insana hep öfkeliyim. Gerçek karakterleri kaleme alırken eleştirel yaklaştığınız yerlerde sizi engelleyen bir şey oldu mu? Aradan zaman geçince insan yumuşar ve farklı bakar geçmişe... "Kimse sütten çıkmış ak kaşık gibi gösterilmedi" Proje çekileceği kesinleştikten sonra bana geldi. Digiturk, Avni Özgürel'den altı bölümlük mini dizi olarak istemiş. 300 sayfalık bir senaryo, 286 sahne! Üç seneyi farklı hatlarıyla, siyasileri, askerleri, sağda ve solda mücadele eden aktivistleriyle anlatmak kapsamlı bir metin gerektirirdi. Şöyle bir korku doğdu: Doğrudan o dönemin aktörleriyle bir darbeyi anlatmanın çok tehlikeli bir tarafı var. İster istemez protagonisti (iyi karakter) bir tarafa vereceksiniz. Ya Demirel'i kahraman olarak anlatacaksınız ya da "Türkiye felakete sürükleniyordu, asker geldi kurtardı" mantığıyla bu sefer askere bir güzelleme yapacaksınız. Bu projenin klasik anlamda bir protagonisti yok. Hâlâ siyasi tarihimizle barışık değiliz, kimse sütten çıkmış ak kaşık değil. Karakterler bütün zaaflarıyla var burada. İlk filminizde Türkiye'nin yakın tarihinden çok önemli bir olayı ve kötü şöhretli bir mekanı ele almak nereden aklınıza geldi? Hâlâ çekiniyorum ama ciddi bir korku değil. Bugüne dek birkaç 12 Eylül filmi yapıldı ama bu açıdan değil. Demirel, Ecevit, Evren üzerinden anlatıyoruz filmi ve tarihi bir gerçek olduğunu iddia ediyoruz. Bu iddianın arkasında da 40 yıllık bir gazetecinin birikimi yatıyor. Referansı güçlü. Anlattığımız kişilerin birçoğunu şahsen tanıyor. Benim de değiştirme, yorum katma, farklı tercihler kullanarak çekme gibi müdahalelerim doğal olarak oldu. Bunlara eleştiri gelecektir. Kurguda olayların kronolojik sırasında tahrifatta bulunduk. Daha dramatik, akıcı olsun, heyecan ve ilgiyi yüksek tutsun diye. Yaşımla ilgili eleştirilere pek kulak asmayacağım. 12 Eylül hâlâ belleklerde canlı, aynı tartışmalar sürüyor. O dönemi yaşamış olanlar tepki verecektir. Genç olduğunuz için size yükleneceklerdir. Bundan çekinmediniz mi? "Demirel'in Isparta şivesi yok" Başlıca sorun gerçek karakterleri oynayacak oyuncuları nasıl seçeceğimizdi. Ne kadar benzemeliydiler? Oynarken taklit mi edeceklerdi, yoksa kendileri mi bir kompozisyon oluşturacaktı? Biyografik filmi Amerikalılar çok iyi yapıyor. Taklitten kaçınıyorlar. Andırması onlar için yeterli, ötesine gittiği vakit parodi oluyor. Biz de ilke olarak taklit etmemeye karar verdik. Demirel, Isparta şivesiyle konuşmayacaktı. Evren sürekli "Netekim" deyip durmayacaktı. Bu kurala sadık kaldık, bazı yerlere bazı şeyler serpiştirmek gerekti yine de.Öte yandan "Ne kadar gerçeklik duygusu olacak ne kadar soyutlayacağız sorusu?" vardı. Işık, mekan, resim açısından. Avni abi sayesinde gerçek mekanlarda çekim yaptık. Bu, belgesel duygusu yaratmadan filmin belgesel niteliğinin olmasını sağladı. TBMM'yi, Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nün girişini, nizamiyesini, Demirel'in evini yerinde çektik. Böyle bir konuyu başta nasıl bir tarzla ele almak istediniz? Senaryoda bir yol haritası var; mizansenler, diyaloglar, mekan size bir çerçeve çiziyor. O yol haritasına göre provaları yaptık, bazen içimden geçenleri yansıtmadığını düşündüğümde yeni şeyler denedik. Emprovize planlarımız, sahnelerimiz var. İnsan sadece yol haritasına sadık kalarak gittiğinde bir şeyler eksik kalabilir. Filmim oldu diyebilirim. Bu ilk uzun metrajlı filminiz. Her yönetmen kendi imzasını atmak ister. Yönetmene dair bir şey yok mu, tamamen disiplin altında mı film?