Pazar‘Biz kendimizi küçük görmeyi çok seviyoruz’

‘Biz kendimizi küçük görmeyi çok seviyoruz’

03.03.2019 - 08:15 | Son Güncellenme:

Engin Öztürk: “Bazı oyuncularımız var ki dünyada eşi benzeri yok, bazı yönetmenlerimiz var ki Scorsese ve Cameron’ların yaptığı şeyleri yapamayacak insanlar değiller; biz kendimizi küçük görmeyi çok seviyoruz”

‘Biz kendimizi küçük görmeyi çok seviyoruz’

‘Biz kendimizi küçük görmeyi çok seviyoruz’
Kanal D’nin merakla beklenen dizisi “Yüzleşme” bu salı başlıyor. Bu vesileyle son dönemin en çok konuşulan isimlerinden Engin Öztürk’le bir araya geldik. Dizide Ömer karakterini canlandıran Öztürk çok keyifli ve iddialı; “Uzun zamandır görmediğiniz kalitede bir iş geliyor” diyor. Türk dizilerinin geneliyle ilgili yorumları da çok olumlu… Hedefindeyse yurt dışı var ki; şu anda bile geçmişte oynadığı dizilerin yayınlandığı birçok ülkede tanınan bir isim. Engin Öztürk’le hem yeni dizisinin heyecanını paylaştığımız hem de hayata ve sektöre dair fikirlerini öğrendiğimiz keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. İyi pazarlar.

- “Yüzleşme”de nasıl bir karakteri canlandırıyorsunuz?

Haberin Devamı

Küçük bir kasabada bir ırgatın oğlu diye tanımladığımız aslında bir beyin çalışanının oğlu. Ömer diye bir karakter. Bu çocuk “ırgatın oğlu” tanımlamasının altında Uğur Yücel’in oynadığı Fikret karakterinin onda gördüğü özel bir durumla yanına aldığı, “Bu çocukta kokularla ilgili özel bir şey var” dediği bir karakter. Ve aslında birazcık özle ilgili bir şey bu ben öyle düşünüyorum çünkü o ailede yetişirse yalan olacak çocuklar vardır ya, işte bu çocuğu görüp yanına alıp, kendi düsturuyla yetiştirdiği, sonra da hikayemizdeki dram yaşandıktan sonra “Sen buralarda durma, buralarda durursan kaybolursun, git Fransa’da işini yap” diyerek okumaya gönderdiği ve aslında babasının topraklarıyla değil, Fikret abisinin köküyle, onun düsturuyla yetişmiş bir çocuk var ortada?

Haberin Devamı

- Nasıl biri peki?

Onun normal bir insandan çok da fazla farkı yok; sivri ya da delik yönleri de yok. Ama içinde kapattığı, kimsenin göremeyeceği 10-15 yıl önce yaşanmış dramla ilgili kapalı bir kutu olma durumu var. O da zamanla açılacak diye düşünüyorum.

‘Biz kendimizi küçük görmeyi çok seviyoruz’

- Oynadığınız karakter kokularla ilgili biri değil mi?

Kasabamız çiçek esansı üzerine çalışan bir kasaba. Bu kasabada çiçeklerin özü çıkartılıyor, esans yapılmak üzere yurt dışına gönderiliyor. Bütün kasaba bu işle ilgileniyor ve kasabanın varlık sebebi koku. Orada da özel burunlar var, kokuların arasındaki farkları anlayabiliyorlar. Ben hikayede Fransa’da eğitim almaya başlıyorum ve işime de Fransa’da devam ediyorum. Ünlü bir parfümör ya da şöyle söyleyeyim; ünlü bir “burun” oluyorum.

“Kötü kokan bir yerde mutsuz olurum”

- Diziyle birlikte kokulara ilginiz arttı mı? Mesela aslında insanlar görmekten önce kokularından seçiyorlarmış birbirlerini arkadaş ya da sevgili olarak…

Bu hikaye daha ortada yokken bir şekilde genlerle ilgilenmeye başlamıştım zaten. Çünkü gen hafızası dediğimiz şey çok ilgimi çekiyor. Yaptığımız her hareketi aslında genimizdeki bir hafızayla yapıyormuşuz gibi geliyor bana; okuduklarım da bunu destekliyor. Mesela ateşe uzun uzun bakarız ya şömine başında. Bu hikayenin şuradan olduğunu okumuştum: Ateş yüzbinlerce yıl öncesinde mağaralarda yaşayan atalarımız için ateş şu demek: dışarıda avlandın, soğuktan geçtin, savaşlardan geçtin, döndün evin dediğin o mağaraya, güvenlik sorununu çözdün ve ailenle çoluğun, çocuğunla mutlu bir yerdesin demek. Onun kodu ve biz bugün hala şöminenin başına geçince o huzuru yaşıyoruz. Bunun genden aktarılan bir hafıza olduğu söyleniyor. Bu tip şeyler çok ilgimi çekiyordu. Şunu da okumuştum hiç bu konularla araştırma yapmadan önce; eşimizi de aslında kokusundan seçermişiz. Ama parfümden değil tabii algılayabileceğimizin çok üstünde bir frekansta, geninde olmayanı seçermişsin. Çünkü senin geninde olmayanla onun geninde olmayanı birleştirdiğinde bir tam olmaya çalışırmışsın insan olarak. Koku bayağı derin bir şey. Ama bizim konumuzdaki koku daha güzel kokmak, daha huzurlu ya da şehvetli kokmak adına bir hikaye… Koku kendi hayatımda bayağı bayağı önemli bir şey; mutsuz olurum kötü kokan bir yerde mesela. Bebek kokusu gibi şeylere takığım aslında.

Haberin Devamı
‘Biz kendimizi küçük görmeyi çok seviyoruz’

“Sinema filmi gibi olmuş denilecek bölümler izleyeceğiz”

Haberin Devamı

- “Sadece şans değil hislerim de kuvvetlidir “diyorsunuz “Yüzleşme” ile ilgili hisleriniz nasıl?

Bu diziyle ilgili hissettiklerimden daha çok, sonradan gördüklerim ve fark ettiklerim daha önemli geliyor bana. His her zaman işe yaramıyor tabii eğer müneccim değilseniz. Alanya’da çekiyoruz biliyorsunuz. Alanya’da yaşadığımız ortam, çekilenlerden parça parça gördüklerimiz, gelen ve gelecek olan senaryolara dair aldığımız bilgilerle his üzerine değil ama bilgi üzerine umudum çok yüksek. Çünkü çok güzel bir iş çıkıyor. Belki de uzun zamandır görmediğimiz derecede iyi bir iş çıkacak. Tahminim yine sinema filmi gibi olmuş denilecek bölümler izleyeceğimiz üzerine. Onda da yönetmen Ömer Faruk Sorak ve Burak Arlıer’in çok büyük etkisi var. Milyon dolarlar harcanıp, kurulan platoların bile soğukluğu varken, biz platoymuş gibi çok güzel bir mekan kullanıyoruz. Alanya inanılmaz resim veren bir yer. Bunu şans gibi ya da tahmin gibi söylemiyorum bilgi üzerine söylüyorum bence çok güzel bir iş çıkacak.

Haberin Devamı

- Dizideki diğer oyuncularla ilgili ne düşünüyorsunuz? Uğur Yücel mesela? Onunla oynamak çok heyecanlı bir durum olsa gerek…

Tabii herkes için heyecanlı Uğur Yücel’le oynamak. Bunu Uğur Yücel’le oynamak çok heyecanlı cümlesiyle bırakmak bana çok eksik geliyor. Bunu Uğur abiyle de konuştuk hatta. Bizim evimiz kalabalık bir evdi, dört kardeşiz iki de anne baba. Böyle oturulur, pazar günleri televizyonda çıkan filmler izlenir. O zaman izlediğim “Muhsin Bey” ya da o zaman izlediğim “Eşkıya”daki o adamla oynuyor olmak o günkü Engin’e sorulsaydı “Şaka yapıyorsunuz” derdi herhalde. Bugün geldiğim noktada daha profesyonel bir yerden bakıyorum. Uğur Yücel’le oynamak şanssa, onun yanında kurulmuş bütün kadroyla oynamak da aslında büyük şans.

- Bu karakter gerçek karakterinizle ne kadar örtüşüyor? Zorlandınız mı karakteri çıkarırken?

Oyunculuk öyle bir şey ki; bencesini söyleyeyim, kendini oynasan da zor aslında. Kendini ne kadar tanıyorsun ki? Çünkü bir insanın içini bilmek çok acayip bir şey; bu karakter kokuyla ilgili, ben de kokularla çok ilgiliyim o yüzden kolaylaştırdı gibi bir şey değil. Bir gün bana oynamam için “Engin Öztürk” karakteri gelse de çok zor.

- Neyinizi ön plana çıkarırdınız kendinizi oynasanız?

Onu yazabilecek bir senarist lazım. İnsanın kendine bile itiraf etmediği halleri vardır ya. Kendini ne kadar tanıyorsun ki? Kendimi nerede öne çıkartırdım; bugün ne kadarını öne çıkartıyorsam istemeden, seçmeden o kadarını öne çıkarırdım bence. Çünkü seçerek yaptığımız bir şey değil bu gerçek hayatta.

- Siz aslında asker olacakken tiyatro okumaya karar vermişsiniz. Bu keskin geçiş nasıl oldu? Çocukluk hayaliniz miydi oyunculuk?

Aslında tam orada başlıyor; benim çok bir hayalim yoktu. 17 yaş civarında hayata dair hiçbir hayalim yoktu. Süreç öyle gelişti. Toplumun olmamı beklediği şeyler beni askerliğe götürdü ama o sıralarda canlanan hayaller, o sıralarda oluşmaya çalışan karakter bütünlüğü “Burada bir yanlış var” dedi. Kendi kendime söylediğim bir şey değil bu bilinçaltımın bana aşağıdan aşağıdan “Engin yanlış yapıyorsun oğlum” dediği bir şey muhtemelen. Mutsuzluğumdan anladım. Başka bir şey olmak için askerliği bırakmadım aslında. Orada olmak istemediğimi fark ettim her şeyden önce.

- Oyuncu olmak istediğinizi nasıl fark ettiniz?

Oyuncu olmak istediğimi… Bilmiyorum çok zor bu soru. Şöyle oldu da bu yüzden böyle oldu diyebileceğim bir soru değil bu.

- Askerlikten hemen sonra mı oyunculuğa geçtiniz?

Hemen sonra evet, ayrıldığım yaz konservatuarı kazandım.

- Babanız da asker emeklisi bu tercihinize bozuldu mu yoksa destekledi mi?

Onlar için önce zor oldu. Bağlı olduğun bir şeyi bırakıyor olmak her anne babada zorluk yaşatacaktır. Babam da hayatını askerlikten kazanmış bir adam, dört çocuğunu oranın sayesinde yetiştirmiş bir adam olarak benim üzerimde “Heh tamam Engin’in hayatı kurtuldu” gibi bir şey vardır ya özellikle Anadolu’da çok vardır, böyle düşünürken, onun gözünde o kurduğu merdivenlerden atladığı kadar basamağı bir kere de inmiş bir Engin oldu. Baştan başlayacak bir şeye Engin ama neye başlayacak ama gibi bir durum oluyor. Galiba bizim Türk toplumunda çok var bu; çocuklarının da hayatını kurmak istiyor anne baba. Avrupa’da Amerika’da çok yok ya bu bildiğimiz kadarıyla.

- Birey olmamıza izin vermiyorlar o anlamda mı?

Ya da bir şey olmamız için ellerinden geleni yapmak zorunda hissediyorlar kendilerini. Aslında özünde çok güzel bir duygu bu… Avrupa’ya ya da Amerika’ya öykünmüyorum bu konuda. 18 yaşında beni evinden atan bir babam olması yerine, benim hayatımı bu kadar çok düşünen bir babam olması şükür sahibi olmamı gerektiriyor. Ama konservatuarı kazandım sonra zaten 1. yıldan itibaren kendi hayatımı da kazanmaya başladım.

- Şimdi gurur duyuyorlardır herhalde değil mi?

Tabii ki. Aslına bakarsanız onlar ne yaparsam yapayım gurur duyacaklardı zaten. Oyuncu olduğum için, “Bilmem ne olan Engin’den daha iyisin şu an sen bizim için” dediklerini zannetmiyorum.

- Disiplinle ilgili soracağım sonuçta baba asker, askeri bir eğitim var alt yapıda. Her meslek disiplin ister ama oyunculukta çok ciddi anlamda disiplin gerektiriyor diye düşünüyorum ben. Disiplinle aranız nasıl?

Ben kelimelere çok takılıyorum. Türkçe çok zengin bir dil aslında ama bazı kelimeler birkaç şey için aynı anlamda kullanılıyor. Disiplin askeriyeden gelen kurallara uyma zorunluluğu. Ama benim şu anki mesleğimdeki disiplin öyle bir şey değil. Benim hiçbir şeye uymak gibi bir zorunluluğum yok. Yarın setim varsa bugün bütün işlerimi halledip, erkenden yarınki işime odaklanma halimdeki disiplinle o emir verildiğinde yerine getiririm disiplini aynı şey değil bence.

- Peki, kuralcı mısınızdır? Askerlikten kaynaklı bir kuralcılık kaldı mı?

Geniş açılı düşünürsek zaten olamadığım bir şeyin üzerine konuşuyoruz. Aksini de bilmiyorum açıkçası. Doğdum asker çocuğuydum, büyüdüm asker olmaya çalışır bir adam oldum. O yüzden aksini bilmiyorum, asker olmayan bir ortamda yaşamayı bilmiyorum. Diğerini bilmediğim için bir cevabım yok aslında.

‘Biz kendimizi küçük görmeyi çok seviyoruz’

- “Kadınlarla aram iyidir” diyorsunuz bunu söylerken ne kastettiniz?

Zannedilir ya biz barlardan çıkmıyoruz, sadece ikili ilişkilerle var oluyoruz hayatımızda gibi bir durum var ya magazinin göstermeye çalıştığı bir durum bu ama böyle bir halin olmadığını biz hepimiz biliyoruz zaten. “Kadınlarla aram iyi” cümlesinin altında şu yatıyor; ben dört kadınla büyüdüm. Üç ablam ve annem dahil olmak üzere. O yüzden ben kadınların ne hissettiğini anlarım manasında kadınlarla aram iyidir. Kadınların uğradığı tacizde ne hissettiklerini de anlarım, kadınların ikili ilişkilerde sevinecekleri ve üzülecekleri noktaları da örnekleriyle gördüğüm için çocuk yaşımdan beri anlarım. O nedenler aram iyidir kadınlarla. Yoksa magazinin göstermeye çalıştığı anlamda “Kadınlarla aram iyidir” cümlesi değil bu. Zaten böyle bir şeyi söylemek ya da söylememek gibi bir derdim de hiçbir zaman olmadı.

- Kadına uygulanan şiddet neden sizce bu kadar fazlalaştı? Ne olacak bu kadınların hali?

Taciz, tecavüz gibi olaylar bence yükselmedi, azalmadı da bu zaten hep vardı ama hayatımız öyle bir herkesin her şeyden haberinin olduğu bir dijital dünya haline geldi ki; her şey aslında çok fazla artmış görünüyor. Buna uyuşturucuyu da, tecavüzü de, sevgiyi de, paylaşmayı da koyun. Bunlar hep vardı, insanın özünden gelenle sonradan aldıklarının bir birleşimi olduğunu düşünüyorum. Bunun bir hastalık olduğunu düşünüyorum. Ama her zaman vardı. Her zaman olacak demek istemiyorum bu canımı acıtıyor. Bir önlem alınmadığı sürece her zaman da olacak.

- Önlem alınabilir mi peki?

Cezalandırmaysa hayır, bunu bir hastalık kabul eder bir yerden söylüyorum ben bir bilim adamı değilim ama öyle tahmin ediyorum. Senin grip olmanı cezayla engelleyemeyeceğim gibi. Bu arada tabii ki bunun cezası olabilecek en ağır yerden olmalı o ayrı ama cezayla önüne geçilebilecek bir şey olduğunu zannetmiyorum bence bu eğitim ve tedaviyle ilgili.

- “Kendimi yakışıklı bulmuyorum” demişsiniz… Neden kendinizi yakışıklı bulmuyorsunuz?

Çünkü düşünmüyorum, o soruyu sormuyorum kendime. Kendimi çirkin buluyorum anlamına gelmemeli bu ama “Ben yakışıklı mıyım?” sorusunu da sormuyorum. 30’lu yaşlarında bir adamım ve bu vücutla yaşıyorum.

- Ama hissetmez misiniz?

Burada yakışıklılık derecemi değerlendirecek dört tane kadın var şu anda. Birine göre 10 puansam diğerine göre 3… Aradaki 7 farkı ben kendime nasıl koyacağım? Yakışıklılık ya da güzellik aslında karşı tarafın gördüğüdür.

- Yakışıklının ya da güzelin bir tanımı var mı peki sizce?

Vallahi üzerine roman yazılır, bilmiyorum. Fiziksel olarak başka bir şeydir o, klişe olacak ama içinin güzelliği başka bir şeydir. İçinin güzelliği insanı bir süre sonra dışı güzel hale getirebiliyor. Bunun zaten bir formülü ya da çözümü olsaydı, bir cevabı olsaydı çok sıkıcı ama çok kolay olurdu. Ama şunu düşünüyorum sadece; özgüvenli kadın ya da özgüvenli erkek güzel ve de yakışıklıdır bence.

“Hatamız insanı bir ve tek kabul etmek”

- Diziden yola çıkarak soruyorum bunu; insan çocukluk aşkını bekler mi?

Bir hatamız var; bunu sizin ya da benim hatam olarak düşünmeyin lütfen ama hatamız insanı bir ve tek kabul etmek. Biraz önceki sorudaki “Güzel nedir?” cevabını verebilmek kadar basite indirgemek aslında olmuyor. İnsan bilmem neyi yapar mı? İnsan tecavüz eder mi sizce?

- Etmemeli?

Ediyor ama yani “İnsan çocukluk aşkını beklemez” diye bir cevap versem, bekleyenler var. Çocukluk aşkıyla evlenmiş arkadaşlarım var. ortaokuldalardı çıkmaya başladılar. O günkü çıkmanın tanımını düşünsenize. Şu an evliler ve iki çocukları var. “İnsan çocukluk aşkını bekler mi?” Bekliyormuş. Ama “Senin hayatında var mı? diye sorarsanız; benim hayatımda yok.

“Aşık olmadan hiçbir şey yapamam”

- Aşk tanımınız var mı peki?

Sizin için kötü bir röportaj verenim. Benim öyle kalıplarım yok. Aşkla da ilgili bir tanımım yok. Tanımlayabildiğin bir şeyi çözmüşsündür diye düşünüyorum. Mesela burası nedir? Bir odadır. Neden çünkü tanımlayabiliyorum. Dört tane duvarı var, kapısı var, bir evden girdik. Burası odadır tanımlayabiliyorum bunu. O yüzden benim burayı değiştirebilme şansım da oluyor. Duvarını yıkarsam daha büyük bir oda olur. Bir duvar daha çekersem daha küçük bir duvar olur. Aşkı tanımlayabildiğini, tanımlayabileceğini düşünebiliyor musun? Çünkü değiştirme şansın olur. Kimlere aşık olacağını seçebilirsin tanımlayabilirsen. Ben kimyasal bir değişim olduğu düşünüyorum sadece. Bu bizim doğru ya da yanlış diyebileceğimiz hadde bir şey değil. Evet, kimya değişiyor. Ama bu aşk için çok kitabi bir cümle. Nasıl olduğunu sorsan bilim insanları da bunu bilmiyorlar. Neden olduğunu da bilmiyorlar. Benim için kimyasal bir değişiklik ama Allah’ın bize verdiği arada “Bak oğlum, bak kızım ben size bu dünyada yaşamanız için böyle güzellikler veriyorum” dediği birkaç şey var ya çocuğunun olması duygusu var mesela ben yaşamadım ama anlatılanlardan ya da gördüklerimden biliyorum… O işte Allah’ın sana “Bu dünyada bunun için yaşıyorsun, bu dünyada bunun için iyi insan olmalısın bunları hak etmek için” deme hali; aşk da bunlardan biri bence. “Bak oğlum ben sana böyle bir hediye verdim, bunun değerini bil” deme hali. Çok klişe olacak ama umurumda değil; aşk sadece kadın ve erkek arasındaki hikâye değil; ben gerçekten anneme aşığım. Birçok arkadaşıma gerçekten aşığım. Hatta şöyle söyleyeyim; âşık olmadan herhangi bir şeyi yapamam ben. Dolayısıyla tek bir tanıma sokarsak ben değerini düşürdüğümüzü düşünüyorum aşkın.

- Bir kariyer planınız ileriye dönük bir hayaliniz nedir?

Bir zeplin balonu büyüklüğünde bir soru bu. Yapmak istediklerinizle elinizdeki imkanları bir araya aynı torbaya koyarak düşünmeniz gereken gerçeklikte bir hikaye bu. Bir kariyer planı; evet “Hollywood’da Oscar almak istiyorum” da bir kariyer planı olabilir bir insan için, “Sinema yapmak istiyorum” da. Bunların hepsini yapmak istiyorum tabii ki yapmak istiyorum da arada özellikli olan hikâyeler var. Benim sinema filmin yok çünkü sinemanın dizilerdeki bölümlerin biraz daha uzun veya biraz daha kısa versiyonu olduğunu düşünüyorum çoğunluğunun. Ben onlardan sezon içinde zaten 39 tane bölüm çekiyorum. 39’u 40 yapmak için sinemada olmak istemiyorum. Sinema biraz daha benim bakir alanım kalsın istiyorum. Allah izin verir de yarın öbür gün çocuklarım olduğu zaman çocuklarım “Bizim babamızın filmi” diye kitaplıklarının bir köşesinde isterlerse yaldızlı isterlerse tozlu bir rafta saklasınlar istiyorum. O sezonda çektiğim 30 tane bölüm zaten onların elinde var. Sinemayla ilgili öyle bir düşüncem var, öz bir şey olması gerekiyor.

- Tiyatro peki?

Tiyatroyla ilgili sadece şöyle bir cümlem var; yaptığımız işin organiği günde 14-15 saat çalışmalı haftada 6-7 gün çalışmalı bir durum. Bu durumda tiyatro yapanları takdirle izler bir taraftan söylüyorum, çok zorlanıyorlar ama bir taraftan bir tarafa değerini kaybettiriyorlar. Çünkü kaybettirmek zorundalar. 24 saatin 16 saatini ben diziye harcadığımda 2 saatim yorgun argın tiyatro provasında geçerse tiyatrodan çalarım, tiyatro provası gece uzun sürerse sabahki setime tam o Engin olarak gidemem diye düşünüyorum. Dolayısıyla tiyatroyu hiçbir şey yapmadığım ve sadece onu yapmak istediğim bir anda yapmak istiyorum.

- Yurt dışı planlarınız var anladığım kadarıyla?

Kariyerle ilgili gözümün ucunda olan havuç yurt dışı… Biz zaten Türkiye’de dizilerde yer almış insanlar olarak yurt dışının izlenen tarafındayız. Türkiye’nin sistemi olarak söz ediyorum. Bugün benim Instagram’ımda Türk’ten çok yabancı izleyenim var. Brezilya’da Amerika’da İngiltere’de İspanya’da Arap ülkelerinin hepsinde bir izleyen var. Bu hâlihazırda izleyen varken daha da fazlasını yurt dışında istiyorum aslında. Netflix’le böyle bir yola girdim. “Muhafız”ın ikinci sezonunda yer aldım. Şimdi üçüncü sezona başlayacağız. Yaptığımız işi eleştiren olur ya da seven olur orasında inanın ki değilim umurumda da değil ama izlenme sayılarını gelen tepkileri yurt dışından aldığımız verilere göre bayağı iyi bir yerdeyiz dünya açısından. Yaptığımız iş bayağı izlenir hale geldi. Madem dünya küçük bir köy olduysa, her yere ulaşmak bu kadar kolaysa biz de varız demek Türk sinema sistemi içerisinde bence hiç de zor değil çok da iyi bir yerdeyiz hatta. Bazı oyuncularımız var ki dünyada eşi benzeri yok, bazı yönetmenlerimiz var ki dünyaca ünlü yönetmenler Martin Scorsese veya James Cameron’ların yaptığı şeyleri yapamayacak insanlar değiller; biz kendimizi küçük görmeyi çok seviyoruz. Bence biz özellikle bu sinema sistemi içerisinde en az onlar kadar iyiyiz. Kariyer açısından oralarda bir şey yapmayı çok istiyorum.

- Dizilerin sürelerinin çok uzun olması hakkında siz ne düşünüyorsunuz?

Konuşulan da şu çıkıyor ortaya “Oyuncular da dizi sürelerinden çok yakınıyorlar, o kadar para alıyorsunuz, çalışın işte!” Ama böyle bir şeyden bahsedilmiyor. İnsanların çalışma süreleri diziye uzun derken aslında birincil şikayetleri değil, izlek bir şey çıkartamıyoruz uzun olduğu için. Yani 150 dakika ben sana burada bir şey anlatmaya çalışsam sıkılırsın. Ki bu artık öyle bir hal aldı ki 150 dakikada da kalmadı onlar 210 dakika diziler var. Artık inanılmaz bir hale geldi. İzleyen tarafında da şu oluyor; “Sıkıcı”. Sıkıcı olur tabii; 190 dakika bir şey anlatamazsın her hafta. Bütün oyuncular adına konuşayım; sette geçirdikleri sürenin çokluğundan bahsetmiyorlar, onlar yaptığı işi daha kaliteli yapmanın peşinde olan insanlar esasında. Ama diziler çok uzun abi deyip, kenara çekilmek de hava bugün çok soğuk abi deyip, kenara çekilmekten hiçbir farkı yok. Değiştirebiliyor musun kardeşim değiştiremiyorsun o zaman bundan şikâyet ederek yaşamanın da bir anlamı yok. Bunu düzeltebilecek makamlar dizinin yapımcıları da, oyuncuları da, yönetmenleri de değil.

- Kanallar mı?

Kanallar da değil aslında sistem… O başka bir matematik reklam verenlerle kanallar arasındaki başka bir matematik.