22.12.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:
Şirin SEVER - sirin.sever@milliyet.com.tr - @srnsever
Elinde koca satır, gökdelenin tepesine çıkmış, “Oscar”ı yani penisini keseceğini bağıran bir adam düşünün... Üstelik kendisinin kesmesi yetmiyor, bütün memlekete de aynı tavsiyede bulunuyor: “Siz de kesin, rahatlayın!” Neden? Çünkü ona göre, erkeklerin yaşadığı bütün sorunların sebebi “Oscar” denilen o erkeklik organı!
“Erkekler” filmi böyle başlıyor işte. Elinde satırla bağıran da Fikret Kuşkan! Elbette bir komedi bu ama işin felsefesi önemli: “Oscar” olmasaydı gerçekten de erkekler nasıl yaşardı? Erkeklerin başına gelen her şeyin sebebi “Oscar” mı? Sadece şu “Oscar” yüzünden mi toplum olarak erkeklere olmadık özellikler yüklüyoruz, sonra da olmadık hayal kırıklıkları yaşıyoruz? Kadın-erkek ilişkilerini de “Oscar” mı yürütüyor bir başına? Böyle bin bir soru geçiyor filmi izlerken aklınızdan.
Ruh doktoru Ali Poyrazoğlu, hastası Fikret Kuşkan’ı “tamir ederken”
bu soruları soruyor, bize de cevapları düşünmek kalıyor. “Erkekler” filmi vizyonda ve ilişkiniz üzerine düşünmek isterseniz, izlemenizde fayda var...
Erkeklerle ilgili merak ettiğimiz her şeyi bu filmde bulacak mıyız?
Ali Poyrazoğlu: Ne aradığına bağlı! Bazen aradığın şey önünde durur ama görmezsin, acayip bir körlük halidir o. Oysa iyi bakarsan bulabilirsin.
Fikret Kuşkan: Bence de, iyi bakılırsa, çok iyi okunması gereken bir hikaye var filmde. O hikayeyi de seyircinin gözüne sokmadan, çok eğlenceli anlattık.
Karakterlerinizi anlatın bize...
Fikret K.: Başarılı bir avukatım. Güzel giden ilişkim evliliğe dönüşüyor, bir kızım var. Reklamlardaki gibi bir aile anlayacağın... Para ve gücün getirdiği patlamayla evliliğimi mahvediyorum ve doktora gidiyorum.
Ali P.: Her şeyi bildiğini ve düzeltebileceğini iddia eden ama kendini bile düzeltmeyi becerememiş bir ruh doktoruyum. Fikret’in kafasını tamir ediyorum. Amma velakin benim de tamirata ihtiyacım var çünkü kızımı baskı altında tutan bir babayım.
“Bütün erkeklerin tedaviye ihtiyacı var”
Filmin tanıtımlarında şu var: “Erkekler âşık olur, koca olur, baba olur. Sonra da bir çuval inciri berbat ederler!” Böyle mi yapıyor erkekler?
Fikret K.: E yapmıyorlar mı? Yapıyorlar ama buna sebep olan en önemli şey de yetiştirilme tarzlarımız. Erkekleri yetiştiren de kadınlar olduğu için kadınların nerede yanlış yaptıklarına bakmaları gerekiyor.
Ali P.: Ama kimseyi suçlamıyoruz, düzenle ilgili bir tartışma sunuyoruz sadece. Bir ülkede kadınların haklarını alamadıkları, eziyet gördükleri iddiası varsa; o ülkede bazı erkeklerin de haklarını alamadığının işaretidir bu. Yani kartların dağıtımında bir bozukluk var. Yamuk düzende doğru hayat olmaz.
İlişkilerle ilgili ardı ardına bir sürü film çekiliyor. Bunun farkı ne?
Ali P.: Bence bütün erkeklerin tedaviye ihtiyacı var! Filmin farkı bunu söylemesi..
Erkeği otomatik olarak hasta kabul ettiniz ama!
Ali P.: Hayır, biz diyoruz ki bazı ilişkilerde travmalar, kırılmalar ortaya çıktığı zaman bunun tedavi edilmesi gerek. Her iki cinsin de zihinlerini yeniden formatlamayı öğrenmeleri, eskiyen ve paslanan teni yeniden körpeleştirecek biçimde ilişkiyi gözden geçirmeleri gerek. Bu profesyonel yardımla da olur, insanın kendisini okumayı, düzeltmeyi keşfetmesiyle de olur. Fakat film bunları felsefi bir yaklaşımla değil, çok eğlenceli anlatıyor.
Fikret K.: Kadın-erkek ayrımı yapmadan şunu diyoruz: İnsanlar gibi ilişkiler de hastalanabilir. Hastalandığı zaman da tedaviye ihtiyaç duyulur. Kafa doktorları da bu yüzden vardır. Bu konuda da cesaretli olmak lazım.
“İlişkine sahip çık kardeşim diyoruz”
Diz çökerek evlenme teklif eden, “Ölüyorum sana” diyen adam, niye birdenbire ya da doğumdan sonra bambaşka birine dönüşür peki?
Ali P.: Ben her ayrılığın, her bitişin bir beceriksizlik olduğunu düşünürüm. Demek ki kötü yönetmişsin o ilişkiyi! Oysa aşkta da, evlilikte de kötü yönetime yer olmamalı bu çağda.
Bu filmle ilişkiler düzelecek mi yani?
Ali P.: Böyle statik cevaplar veremeyiz; en azından insanlara düşünme, “Kendimize bir bakalım” deme kararı aldırabilir. Şöyle özetleyeyim: Gelecekle ilgili hayaller kurarak, zaman zaman ötekinin kurduğu hayale katılarak, o hayali paylaşarak geleceği dizayn edebiliriz, ilişkiyi ayakta tutabiliriz. İlişkilerde
bir gelecek tasarlanmıyorsa, normal hayatın sıkıcı akışına gömmüşsen kendini, zihnini kilitlemişsen televizyon ekranına, kendine dönüp bakmıyorsan, ilişkine dönüp bakmıyorsan, konuşmaktan sürekli kaçıyorsan
her şey savsıyor. Cinsellik de tavsıyor. İnsanların cesur olması gerek, ilişkilerine sahip çıkması gerek. Bu film de diyor ki; ilişkine sahip çık kardeşim.
“İlişkilere tokat gibi gelecek, birer çimdik atacak...”
İlk kez mi birlikte oynuyorsunuz?
Fikret K.: Daha önce “9” filminde oynamıştık ve muhteşem bir iş çıkarmıştık beraber.
Ali P.: Aaa evet niye bunu söylemiyoruz hiç? Bak unutmuşum ben. Sinema tarihinde çok kıymetli, çok kalıcı bir filmdir “9”.
Hadi, filmle ilgili öyle bir şey söyleyin ki koşa koşa gidip izlesin insanlar...
Ali P.: Filmi izleyen insanlar, yaşamla yeniden yüzleşebilecek cesareti bulacaklar. Çünkü gülmek insanı daha cesur, yaraları daha iyi tedavi edebilecek hale getirir. Gülme aynı zamanda kendi hal ve gidişine karşı bir eleştiridir, bir başkaldırıdır. Onun için bu filme giden herkes farklı ipucu bulacak.
Fikret K.: Bu film ilişkilere tokat gibi gelecek ama bu tokat sevimli bir tokat. Güldürürken biraz dürten, hem kadına, hem erkeğe, hem de ilişkilere çimdik atan bir film. Erkeklerin kaba saba hallerini, taşkınlıklarını, öfkelerini sırtlayan kadınları üstün tutan, kadınları yücelten bir film aynı zamanda.
Niye annelerimiz babalarımız yani bizden önceki nesiller 40-50 yıl birlikte olabilmeyi başarıyor da yeni nesiller başaramıyor?
Fikret K.: Annemin bir cümlesi vardır, der ki “Aynı yerde duran kaplar tıngırdar, mesele tangırtı çıkartmamaktır”. Yani gürültü çıkartmamak! Bu bazen kadına düşer, bazen erkeğe ama bu devirde her iki cins de sertleşiyor maalesef. Bunda zamanın ruhu, toplumun değişkenliği ve evlilik kurumuna duyulan saygının azalması etkili. En önemlisi de insanımızın insana karşı saygı ve tebessümünün yok olması. İşte bunlar olmayınca, ilişki hastalanmaya başlıyor.
ALİ POYRAZOĞLU: “Ötekileştirme meselesi önce kadınla başlıyor”
Sekiz yıl aradan sonra tekrar bir filmdesiniz. Neden bu filme evet dediniz?
Bir kere senaryoyu çok beğendim. Boş zamanım da vardı, Bodrum’da yüzme ve futbol çalışmalarıma devam ederken teklif geldi. Senaryoyu yazan arkadaşların kadın-erkek ilişkilerine bakışı beni tavladı. Filmin tanıtımında diyoruz ya, “Erkekler hakkında bilmek istediğiniz her şey” diye... Bir erkeğin zihni nasıl oluşuyor, erkeği nasıl büyütüp formatlıyoruz hepsini anlatıyor film.
Erkek zihni nasıl çalışıyor peki?
Film tam da bunu anlatıyor, çok detay vermeyeyim. Erkek, çocukluğundan itibaren hangi evrelerden geçerek kadını hatta evlenip çocuk yaptığı kadını ötekileştiriyor bir bir izliyoruz. Zaten Türkiye’de ötekileştirme meselesinin, önce erkeğin kadını ötekileştirmesiyle başladığını düşünüyorum. Dinleri, dilleri, etnik kökenleri ötekileştirmeye de sonradan devam ediyoruz..
Çok eğlenmişsiniz, belli..
Evet, çok eğlenceliydi. Bir de sordum “Kim oynayacak karşımda, kimin kafasını tamir ediyorum?” diye. “Fikret Kuşkan” dediler, “Zaten onun tamirata ihtiyacı var, onu düzeltirim ben” dedim, oynadım.
Hep dersiniz ki “Erkekler içindeki kadını, kadınlar da içindeki erkeği keşfetmeli öteki kutbu anlamak için...” Bunu nasıl anlayacağız peki?
Felsefi anlamda söylüyorum bunu. Erkeğin zihin halini içinde görmeyi öğrenecek kadın. Okuyarak, araştırarak, dikkatle gözlemleyerek, en önce de kendi ilişkisine dışarıdan bakacak bir göz geliştirecek. Zaman zaman kendinden izne çıkacaksın, kendini dışardan izleyeceksin ki kendi içindeki ötekini keşfedebilesin. Bunu keşfeden ve başaran insan, başkalarını ötekileştirmiyor.
İlişkilerdeki ana sorun egolar mı?
Egonun devreye girmesinden çok, erkek ve kadın zihninin nasıl formatlandığıyla çok ilgili. Sadece erkekler kadını değil, kadınlar da erkekleri ötekileştiriyor.
FİKRET KUŞKAN: “Sulu zırtlak bir komedi değil, derdi olan bir film çektik”
İlk kez mi bir komedide oynuyorsunuz?
Hayır, aslında hem televizyonda hem sinemada oynadım. “Sen Ne Dilersen” filminde, kendi dramının içinde son derece komik bir sokak çocuğunu oynamıştım. Ama bu film, hem durum komedisi, hem absürt komedi olarak bir ilk! Bu arada, oyunculuğu ayırmamak gerek. Komediyi çok iyi becerebilen, alt yapısını şahane oluşturup güldürebilen bir komedyen, aynı zamanda çok usta bir dram oyuncusudur. Çünkü komedi çok ciddi iştir, zor iştir.
Peki böyle bir komediden zevk aldınız mı, onu sorayım?
Her insanın içinde biraz komiklik vardır, bir komedyen vardır. Ben belki yaptığım çalışmalardan, dramatik oyunculuğa çok yatkın bir oyuncu gibi görünebilirim ama komedi icra etmem gerektiğinde onu da çıkartıyorum. Çok sulu zırtlak bir komedi filmi değil zaten bu, derdi olan bir komedi.
5 yaşında bir oğlunuz var. Onun, şu konuştuğumuz toplum kodlarına uygun mu yetiştiriyorsunuz, özel bir dikkat gösteriyor musunuz?
Yuvaya başladığında da, şimdi ilkokulun hazırlık sınıfına devam ederken de, kız çocuklarıyla ilişkisine özellikle çok dikkat ediyorum. Onu yönlendirmeye çalışırım. Bir erkek çocuğunun özgürlükleri, aynı zamanda kız çocuğunun da özgürlükleri olmalı.
Ne demek o?
Niye kadınlar çok güzel yalancıdır, erkekler yalan söylemeyi beceremez?
Bence gayet güzel de beceriyorlar!
Hayır, erkekler yalanı eline yüzüne bulaştırır! Her aklı başında, zeki kadın son derece şık yalan söyleyebildiği için; erkeğin salakça yalanlarına inanmaz, erkeğin gözünün içine bakıp şıp diye anlar yalanı dolanı. Çünkü erkekler yalana ihtiyaç duymaz! Erkek çocuğunu yetiştirirken ona her türlü özgürlüğü veriyoruz. Kız çocuklarına ise “Kır dizini otur” diyoruz! O yüzden kız çocuğu evden çıkarken tek ayak üstünde kırk yalanı başarıyla sunar.
Kadınınki mecburiyetten yani?
Tabii, biz yapıyoruz bunu. Anne-baba, toplum olarak onu buna mecbur bırakıyoruz, izin vermiyoruz, onu yalana alıştırıyoruz. Ama bu erkekleri büyüten kim acaba? n