19.01.2020 - 07:50 | Son Güncellenme:
BUKET AYDIN - PAZARDAN PAZARA
Soner Arıca klasikleşmiş şarkılarıyla yıllardır hayatımızda. Üstelik hiç değişmeden. Ama aynı zamanda üretmeye ve yeni nesle hitap etmeye de devam ediyor. Her yıl mutlaka en az 3 şarkı çıkarıyor, klipler çekiyor. Biz de yeni single’ı “Bambaşka” vesilesiyle bir araya geldik. Şubatta başlayacağı ve “Hepimizin Şarkıları” adını verdiği Türkiye turnesini de konuştuk. Tabii ki herkesin merak ettiği o soruyu sordum; yani neden hiç değişmediğini. Yanıtı “Beni düşündüğünüzde ben hala o “Vefasız”daki uzun sarı saçlı çocuk gibiyim. O yerleşen fotoğrafı tamamlıyor insanların zihni” oldu. Gerçekten de “Vefasız” bu sohbeti gerçekleştirdiğimiz andan itibaren hiç aklımdan çıkmadı. Soner Arıca’nın kendi deyimiyle Benjamin Button gibi geriye sarmasının en büyük nedeni tabii ki tüm röportaj sırasında bize de yansıyan içindeki o enerji. İyi pazarlar.
“Hepimizin Şarkıları” Türkiye turnesine başlayacaksınız şubat ayında. Hepimiz şarkıları nelerden oluşuyor?
Benim şarkılarım da var ama aynı zamanda hepimizin şarkıları diye hissettiğimiz Sezen Aksu’nun, Kayahan’ın ya da Barış Manço’nun yazdığı şarkılar da. Çünkü bizi bazı şarkılar bireysel olarak etkiliyor bazıları toplumsal olarak etkiliyor.
Ne gibi?
Mesela “Kaybolan Yıllar”. Çok az kişi vardır o şarkıda kendini bulmayan. Bazı şarkıların öyle bir gücü vardır ya; hepimizi kucaklar, hepimizi sarmalar. “Sarı Çizmeli Mehmet Ağa” ya da “Odalarda Işıksızım”, Şebnem Ferah’ın “Sil Baştan”ı gibi. Hatta belki yapabilirsek arasına biraz da sohbet katabildiğim.
Kaç eser olacak?
Yaklaşık 40 kesin olacak. Bir 20 şarkı da kredimiz var. “Derbeder” gibi, “Vefasız” gibi çok büyük hitler ve biraz gölgede bir ışık olarak kalmış, müzikseverlerin hitleri şarkılar da yedeğimiz olacak.
Bir konserde 40 şarkı çok büyük performans değil mi?
Ama ben potpuriyle sınırlandırıyorsak bazen 60 tane de söylüyorum. Bu konuda kendime güveniyorum. Şundan yanayım sahne hiç durmasın. Çok az kişi var böyle gördüğüm. Sahne biraz enteresan bir yer. Yani zihnin sürekli dağılabileceği bir yer. Sürekli tetikte olması gerek zihnin. Suni olmaması için de her şeyinle orada olmalısın. Ben sahneye çıkacağım gün 4 saat önceden mutlaka telefonumu kapatıyorum mesela. Duygu dünyama herhangi bir şeyin girmesini istemiyorum, her şeyimle yapabileyim diye. İnsanız tabii bazı fireler verebiliyoruz ama oradayım, sahnedeyim. Mesela Kenan da orada, her notada her melodide, Sezen Aksu öyle. Düşün binlerce kere söylemiş ama onu konserde izlerken çok zevk alıyoruz. Çünkü her sözün içinde, her söylediğinin arkasında. Böyle birkaç isim var çok iyi bulduğum ben de öyle olmak istiyorum, zaten öyle hissediyorum.
Son single’ınız “Bambaşka” ile listelere 1 numaradan girdiniz.
Şöyle Ocak ayında çıkan şarkılar içinde evet 1 numarada. Ama daha çok kısa bir süre oldu.
Genelde senede 1 şarkı çıkarıyor artık sanatçılar.
Tabii ki gönül şunu istiyor, rüştünü ispat etmiş bir dinleyici kitlesi olan ya da hayatta biriktirdiği birtakım duyguları olan sanatçılar arada bir albüm yapsın.
Neden?
Çünkü bu single dans şarkısı ama benden romantik bir şey de dinlemek isteyen olabilir. Ya da ben söylemek isteyebilirim. Bu sistem bizi gerçekten kısıtlıyor. Bir çerçevenin içinde tutuyor. Ama ben mümkün oldukça 3 ayda bir yeni şarkı yapıyorum. Yapıyorumdan öte bununla yaşıyorum. Ama bu meseleyle aramdaki bağda iddialıyım. Evet, benim yaptığım, meşgul olduğum şeyle aramda aşk var. Tutku var. Ne kadar özendiğin ona ne kadar mesai harcadığın önemli; ben çok harcıyorum. Müthiş bir disiplin içinde çok mesai harcıyorum.
2020 şimdiden size uğurlu geldi sanırım.
Sadece bana değil tüm dünyaya da iyi gelmesi lazım. Acaba çok mu idealist gibi tınlıyor ama zaten şarkı yazan bir adamın böyle düşünmesi lazım; ben hiçbir zaman bireysel mutluluğunu ön planda tutan bir adam olmadım. Ama kendi adıma düşündüğümde evet. Zaten benim 4 yıldır yenilenme, yeni müzik, yeni klip, yeni fizik yani enerji anlamında bir yolculuğum vardı. “Bambaşka” 2020 ile bunun pik noktası oldu ve asıl hikaye zaten şimdi başlıyor. İkinci sayfa, ikinci perde ne dersek diyelim adına. Benjamin Button olmayacağım, 17’ye dönmeyeceğim ama 20’li ruhlardayım. Kesinlikle öyle hissediyorum. Şarkının da çok etkisi var.
Klibiniz de çok eğlenceli.
Son klipte çok eğlendim. Orada çocuklar yaşça benden çok küçükler, birlikte dans ediyoruz. Ben kendimi gerçekten lise partisinde gibi hissettim. Sonra evime gittiğimde hayatımın gerçeğine dönmüş olabilirim ama 10 kere bunu çalsam yaşamdan, tamam işte hikaye bu değil mi?
“Pop müzik bitmedi, bitmez”
Hande Yener geçen ay “Rap pop müziğini bitirdi” dedi. Aleyna Tilki de “Bence rap popu öldürmedi. Popçular şarkı yapmadı. Yapanlar da hit şarkı çıkaramadı” diye yanıt verdi. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Pop müzik bitti mi?
Ben Aleyna’nın dediğini biraz daha onaylıyorum. Pop müzik bitmedi. Şimdi fantastik filmler görüyoruz diye duygusal filmler bitti diyebilir miyiz? Ya da kitaplara baktığımızda, dünya klasikleri bitti diyebilir miyiz? Bence onlar her gün yeniden başlıyor. Ama sistem değişirken, dünya değişirken bizim alışkanlıklarımız da değişiyor. O yüzden yaşadığımız çağın sosyo- ekonomik durumuna, kültürüne ve yeni akımlara göre bir şeyleri daha fazla dinleyebiliriz. Daha fazla kulağımıza çalınabilir. İsyan duygusunun çok önde olması gerekiyordur, ekonomik sıkıntıda hissediyordur birileri kendini, arabesk patlayabilir, rap patlayabilir. Üretim kısmında bir tık Aleyna gibi düşünüyorum ama onun kadar sert değilim. Çünkü o var olan tecrübesine göre konuşuyor. Tecrübeli taraftan baktığımızda bence eksiğimiz müzikal anlamda yapımcı. Onno Tunç gibi bir adama ihtiyacımız var. Onlar çıkmıyor.
Onların çıkmamasının sebebi ne sizce?
Teknoloji ve duygusal dünyamızda yaşadığımız birtakım eksiklikler. 80’li yıllarda da ülkede arabesk fırtınası varmış, 5-6 pop müzik albümü çıkmış ama en iyi albümler. “Ele Güne Karşı” gibi bir MFÖ albümü, “Sen Ağlama” gibi bir Sezen Aksu albümü. “Sen Ağlama” bütün pop müziği özetleyebilir neredeyse 84 yılında çıkmış.
Rap müzik güzel mi Türkiye’de?
Çok iyi örnekleri de var ama tehlike şu; “Bunu yaptı; şu kadar lira kazandı” başladığı an, ben dikkat çekmek için daha ne yapabilirim kısmına geliniyor. Her işte öyle; Youtuber’larda da sosyal medya fenomenlerinde de öyle. Şimdi bu çok tehlikeli bir şey; bunun üzerine çıkayım veya bu çizgide kalayım diye ısrarcı olmak. Çünkü hayatın doğasına aykırı. Çan eğrisi diye bir şey var. O çan yükselir sonra biraz aşağı doğru iner. Çünkü üretim durur, monotonlaşır ama sonra yenilenir ve tekrar oraya, yukarıya çıkarsın. Ama şimdi şu kaygıyı yaşarsan; ‘Eyvah çanın eğrilen kısmındayım’ diye panik olursan; orada korkunç bir hikaye başlıyor. Saçmalamaya başlıyorsun. Sürekli ilgi çekmek istemek de çok anormal bir durum. Çok normal bulmuyorum ben sürekli ilgi çekme hastalığını.
90’lardaki şarkılar sizin hepimizin şarkıları dediğiniz şarkılar. Mesela “Odalarda Işıksızım” dediğiniz zaman bunu 2000 doğumlu da biliyor. Ama şimdi böyle şarkılar yok hepsi birbirine benziyor. Gelecek nesillere bir şarkı kalacak mı sizce?
Kalabilir. Çünkü 90’lı yıllarda biz bu şarkıları söylerken sürekli bizle alakalı “Bu şarkılar, şarkıcılar gidecek mi kalacak mı?” gibi laflar vardı. Şuanki şarkılar da sonraki yıllara belki azalarak kalacak ama kalacak. Mesela Gökhan Türkmen’in söylediği “Çatı Katı” kalacak. Ersay Üner’in yaptığı “Nokta”nın kalacağını düşünüyorum. Tarkan’ın söylediği “Her Şey Fani”nin kalacağını düşünüyorum. Benim geçen sene yaptığım “Kaç Kere”nin belki “Bambaşka”nın kalacağını düşünüyorum. “Midnight in Paris” diye bir filmi vardır Woody Allen’in; orada bu durum çok iyi özetleniyor. Yazar yazma sıkıntısı çekiyor. Bir gün Ernest Hemingway’lerin olduğu bir zamana gidiyor. Adam, “İşte ben burada olmalıymışım, burada yazarmışım çünkü” diye düşünüyor. Paris’in o dönemi hakikaten çok büyülü. Adam orada çok mutluyken yanındaki kız da diyor ki; “Sen bir de 1800’lerin sonunu görseydin”. Bence bu replikler bu durumu çok iyi özetliyor. Biz de 2030’lara geldiğimizde bugün biraz dudak büktüğümüz şarkılara “O da vardı” diyebiliriz.
“Sokakta herkes pop star gibi”
Teknolojinin bu derece ilerlemesi, sosyal medya müzik sektörünü nasıl etkiledi?
Klip çekiyoruz, ilk 10 saniyede en önemli görüntüleri vermeliyiz. Bu çok korkunç bir şey değil mi? Giriş, gelişme, sonuç alındı elimizden. Bütün bu kavramlar estetik değerleri zorluyor. Benim canım çıkıyor öyle söyleyeyim. ‘Bu kareyi koymalı mıyız?’ ‘Neden başa koyuyoruz, burası yeri miydi?’ diye düşünmekten. Ama Don Kişot değilim. Öyle de hareket etmeyeceğim. Bir sistem var ve bu sistemin içinde kendimi koruyarak, çünkü her şey aslına dönüyor; “Bir adam geçti bu hayattan” denilsin günün birinde çünkü. “Bu adam çizgisi içinde ama yenilenerek devam etti” demeleri için insanların, komik olmadan bir yolculuk yapmamız lazım. Belki bugünün şarkılarını bir müddet sonra değerlendirmek daha doğru olabilir. Ama bugün zaten kendini sürekli mutsuz hisseden, çok bireysel düşünen ya da öyle düşünmeye zorlanan bir kitleye duygusal şarkı tanıtmak gerçekten çok zor. Yoksa var değerli şeyler. Fıstık gibi işler yapılıyor. Sonat Bağcan mesela… Ama bizim buna emek verip, anlamak, dinlemek gibi çabamız yok. Mesela başka ülkelerin bağımsız gruplarını, müziklerini araştırıyoruz ama kendimize gelince dudak büküyoruz. Yüzyüzeyken Konuşuruz diye bir grup var; çok harika şarkılar yapıyorlar. Benim yeni jenerasyon tanıdığım müzisyenler var; müthiş işler yapıyorlar. Ama yolculukları biraz daha zaman alacak.
Daha küçük bir kitleye hitap ediyorlar…
Evet, ama işte bu daha değerli çünkü gerçekten oraya onu dinlemeye gidiyorlar. Benim yapacağım konserler de muhtemelen öyle olacak. Çünkü uzun bir aradan sonra ilk defa çıkıyorum. Bundan sonra “Kitleler sürüklendi” demek zor olur gibi geliyor bana. Çünkü sokakta da herkes pop star gibi.
Sosyal medya fenomenleriyle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Şarkı söylemeye başladığım andan itibaren değişik dönemlerde solist olarak fenomen hale getirilmiş birçok insan tanıdık. Ama bugün adlarını bile bilmiyoruz. Dönem dönem moda olan bir şeyi yaşamak da bir seçim olabilir. Sosyal medya fenomeni olmak bir anlamda iyi bir şey oradan çok iyi oyuncular çıkabiliyor. Aslında eskiden gazetelerin yaptığı güzellik yarışmaları gibi. Ama tehlike şu; sen üretime dair bir şey yapmıyorsan ne olabilir? Ne kadar anılabilirsin? Ama belli dozlarda o dünyanın içinde olmak lazım.
Kimi yorumlarda “Değeri bilinmeyen sanatçı” diyorlar sizin için değeriniz bilinemedi mi gerçekten?
Onların alt yazısı şu; karşıma bir isim koyuyorlar, onların kazandığı ekonomik değerlerle olabilir, derecelerle ya da konser sayılarıyla alakalı olabilir diyorlar ki içlerinden; “Aslında o adam hak etmiyor, bu adam daha çok uğraşıyor onun burada olması lazım”. Onlar kardeşini kollar gibi, çok sevdikleri bir arkadaşlarını kollar gibi davranıyorlar. Aslında ben ne diyorum o sırada? Evet almam gereken değeri aldım, çünkü biri benim için böyle düşünüyor. En değerli şeyi ben aldım. Sağ olsunlar beni düşündükleri için ama şu röportajı yapıyor olmamız bile bunun kanıtı. Bu dünyada eğer bir hikayeyi bunca yıl sonra buraya vardırıyorsak bu çok değerli. Söylediğim şarkıların yüzde 90’ını ben yazdım özel bir yetenek, ilahi bir durum bu, yazdırıldı. Kendimi şarkılarımda ifade etme alanı buldum.
Hayata baktığımda birçok kişiye göre ruh sağlımı daha yerinde buluyorum. Kimseye bilerek isteyerek kötülük yapmıyorum, kollayabildiğim kadarıyla da kolluyorum ve de sahnedeyim. Ben çok başarılı buluyorum kendimi ama onları çok iyi anlıyorum. Rahat olsunlar ve hatta bu yolculuğu da kendi hayatlarına uygulasınlar. Daha kıymetli bir şey bu. Çünkü nicelik her zaman kıymetli olmayabilir, nitelik daha kıymetli.
“Huzurludan çok hüzünlü biriyim”
Çok huzurlu bir insan görünümü veriyorsunuz konuşunca, şarkı söylerken de öyle. Bir sanatçı huzurlu olabilir mi?
Hiç huzurlu değilim, şöyle bunu saklamıyorum ama kendimi bildiğim andan itibaren hiçbir yere ait hissetmedim. Buraya ait değilim, oraya ait değilim, işte Paris’e gittim alakasız bir zamanda öğrencilik yaptım. Reenkarnasyon mu var? Ben ikinci bir hayat mı yaşıyorum? Niye bu şarkı sözlerini yazıyorum? Sürekli sorguladım. Korkularım oldu, kaygılarım oldu. Arayışı hiç bitmeyen, sürekli öğrenci olmak isteyen yorucu bir şey yaşıyorum. Ama Allah’tan kendime zarar verecek bir tarafım yok. Orada da hemen bir şey bana paralel geliyor; başkalarının hayatına dokunma isteği, onun da Allah vergisi olduğunu düşünüyorum. Hiçbir insanda duygusal anlamda bir borcum, bir alacağım kalmasın diye biraz daha duruyorum, daha dingin hale geliyorum. Ama aslında huzurludan daha çok hüzünlü biriyim ben. Şimdi sizinle de konuşurken kendimi lunaparkta gibi hissediyorum. Çünkü durduk yerde asla hüzünlü olduğumu söylemezdim. Bunu diyebildiğim için rahatlıyorum. Bir itiraf gibi oluyor.
Ama aynı zamanda çok değişik şeyler de yaptınız marjinal diyebileceğimiz?
Evet, icra mevzuuna gelince en marjinal şeyleri ben yaptım. Bir klip toplantısı falan yaparken David Bowie ne yaptıysa hepsini yapabilirim ben abi diyorum. “Ben Yoldan Gönüllü Çıktım”da yönetmenin ağzından “Saçına rasta yapar mısın?” çıktığında hadi gidiyoruz hemen, kim yapacak ki benden başka diyorum. Kim yapacak rastayı kafasına tabii ki ben yapacağım. Kim turuncuya boyayacak? Ben boyarım. Çok da iyi durur. Çünkü onu içselleştirebiliyorum. Modellikten gelen bir prensip de olabilir. Orada Soner yok, bir model var diye düşündüğümden. Mevzu şov dünyasıysa marjinal hareketlerin hepsini yapabilirim.
Nasıl hep aynı kalabiliyorsunuz? Hiç yaşlanmıyorsunuz?
İnanmanızı istiyorum, buna ben de kendi hayatımda inandım; biz biriyle kontak kurduğumuzda aslında onun detaylarını incelemiyoruz. Onu bir fotoğraf olarak zihnimizde bütünlüyoruz. Beni düşündüğünüzde de ben hala o “Vefasız”daki uzun, sarı saçlı çocuk gibiyim. O yerleşen fotoğrafı tamamlıyor insanların zihni. Benimle ilgili sarışın, uzun saçlı, iyi suratlı, huzurlu, efendi, uzun boylu, belli bir kiloda hareket eden adam diye bir fotoğraf var. O arada ben ne yaparsam yapayım o fotoğraf değişmiyor. O anlamda çok şanslıyım. Yoksa ben “Vefasız”la bugünkü fotoğrafımı yan yana koyduğumda aslında fark var. Ama yok. Nedeni de benim içimdeki o enerji. Hatta geriye sarıyor. Korkuyorum da Benjamin Button gibi 5 yaşına doğru gitmem inşallah (kahkahalar), 25’te dursun bu hikaye. Başrolde ruh var ama arkasına da şunu koyuyoruz; benim hiç kötü alışkanlıklarım olmadı. Uyum -denge prensibi hayatımda hep vardır. Delisi olmasam da spor hayatımdan hiç çıkmaz. Bir baktım biraz fire veriyorum hemen pilates, yoga yaparım. Teknolojinin nimetlerinden de yaralanmak lazım. Hepsi bir bütün ama içinden enerjiyi al hiçbir şey kalmaz.