22.06.2008 - 01:00 | Son Güncellenme:
MİRAÇ ZEYNEP Ö.
Otuz yaşında iki kadın... Bursa Çelik Palas otelinin lobisinde oturuyorlar. Birinin en büyük tasası “Acaba yazıyı erken bitirip festivalde konsere yetişebilir miyim?”; diğeri 15 yıldır benim diyen insanın kapısının önünden geçmeye cesaret edemeyeceği Ankara pavyonlarında aslanın ağzından ekmeğini kapıyor. Biri ben, diğeri de Star’da yayımlanan “Best of Popstar Alaturka” yarışmasında birinci olan Mehtap Yılmaz. Hayat (ya da gazetecilik) böyle bir şey işte, ikimizi bir masa etrafında buluşturdu.
Onun hikayesini gerçekten merak ediyordum çünkü ona arada sırada olsa da “Popstar Alaturka”da rastladığımda çakılıp kalıyordum ekranın başına. Kendini seyrettiriyor Mehtap. Ne yapıyor ediyor, başarıyor bunu.
Söyleşi için telefon ettiğimde “Ben Bursa’dayım” dedi, ünlü Köşküm Gazinosu’nda sahneye çıkıyor. “Geliriz” dedim ve randevulaştık. Ama ne fayda! Mehtap kararlaştırdığımız saatten tam üç saat sonra geldi randevuya. Bir gece önce İzmir’de programı varmış, sabah da yola çıkamamışlar belli ki.
Yanında üç arkadaşıyla geziyor. Yalnızlık fobisi varmış zaten, asla yalnız dolaşmazmış. Dördü kapıdan girdiklerinde Ercan’da (Arslan) da, bende de ne sabır kalmıştı ne de takat.
Ama teybi açıp sohbete başladığımızda Mehtap’ın hikayesi o kadar etkiledi ki bizi, her şeyi unuttuk. “Vay be” diyebildim sadece, “vay be”.
Kulakların duymasın, her gece Ankara’nın en bet pavyonlarında kurtlar sofrasına çık, ailen dahil 80 kişi senin eline baksın ve yılma, bırakma, vazgeçme... Mehtap’ın gücü karşında şapka çıkarıyorum.
Hayat hikayeniz nerede başlıyor?
1978’de Rize’de. Ama Artvin’de büyüdüm. Dört kardeşiz, üç kız bir erkek. Ben en büyükleriyim. Babam hem memurdu hem de bağlama çalıp şarkı söylerdi. Annemle anlaşamadılar, ayrıldılar. İki kardeş anneye, iki kardeş babaya kaldı. Biz annemle bir süre Karadeniz’de akrabalarımızda kaldık, annem temizliğe gidiyordu. Babam evlenmek istediğini söyleyince o kardeşlerim de annemin yanına geldi.
Nasıl bir ev hatırlıyorsunuz?
Çok kötü. Bir ailenin içerisinde anne-baba kavgaları, huzursuzluklar, geçim derdi insanın psikolojisini bozuyor. Amcalarımın maddi durumları çok çok iyidir ama biri hariç hiç desteklerini görmedim.
Ne zaman çalışmaya başladınız?
Orta sonda falan. Kreşte bakıcılık yaptım önce. Sonra tezgahtarlık, benzinlikte pompacılık yaptım.
Şarkıcılık nasıl girdi kanınıza?
Tesadüf oldu. Bir kız arkadaşım “Arkadaşımla yemeğe gideceğiz, sen de gel” dedi. Gittik bir restorana, oturduk. Bir klavyeci çalıyor, “Ya Mehtap senin sesin güzeldir, bir şarkı söylesene” dedi bana arkadaşım. Söyledim bir tane, oranın sahibinden bana iş teklifi geldi.
Okuyor muydunuz o zamanlar?
Liseye dışarıdan devam ediyordum. Bir şirkette sekreterlik yapıyordum. Çalışırken okuma olayı olamaz ki, mümkünatı yok. O zaman güzel geldi bu teklif bana. İşten çıkıyordum, 7’de geliyordum restorana. Üzerimde normal kotum, tişörtüm, klavyecinin yanına oturup okuyordum. Sonra beni bağlamacı bir hocayla tanıştırdılar, Sadık Dinçer. Onun bende çok emeği oldu. Gazinolar, pavyonlar başladı. Takma ismim Burçak Başak’tı. Kendi ismimi istemiyordum oralarda.
“Sırtımda kostüm taşımaktan kambur oldum”
Aileniz biliyor muydu?
İlk zamanlarda bilmiyorlardı, saklıyordum. Bir yerde garsonluk yapıyorum falan diyordum, yalan söylüyordum annemi üzmemek için.
Nasıl öğrendiler?
Oralarda çalışınca tabii görüntün de değişmeye başlıyor. Tırnaklar uzuyor, saçların, kaynakların, bilmemnelerin... Ama kötü bir şey yapmadığımı da bildiler sonradan. Benden gizli gelip seyretmişler, ne yapıyorum diye. Ama belki düşmüştüm, konsomatrislik yapıyor olabilirdim. Kimsenin bana hesap sormaya hakkı yok. Bunu sormak için başta sahip çıkman lazım.
Aileye siz mi bakıyordunuz?
Tabii, onlara kol kanat gerdim. Yıllarca aileme baktım, kardeşimi okuttum. Erkek kardeşim fizyoterapi uzmanı, Hacettepe’yi bitirdi, şu anda Diyarbakır’da görev yapıyor.
Nasıldı Ankara’daki günler?
Bir gecede altı yere çıkıyorduk, ancak yetiyordu. Her mekanda 45 dakika sahnede kalıyorsun, 15 dakika arada öbür tarafa yetişmek zorundasın. Bazen gidiyorsun, müşteri yok diyor, paranı alamıyorsun. Bazen de gazinoda kavga çıkıyor, yine paranı alamıyorsun. Günlük aldığın paralar zaten ufak tefek. Bu arada görüntüne, kostümüne masraf yapıyorsun...
Her yere aynı kostümle mi gidiyordunuz?
Hayır, iki-üç kıyafet değiştiriyordum. Hepsini hamal gibi sırtımızda taşıyorduk. Hani diyorlar ya bana “Mehtap sen kambur duruyorsun, dik dur”, bir tokat yapıştırasım geliyor. O kostümleri taşıdığım için böyle çünkü. Dik dur, dik dur, ne yani bu benim tarzım. Bu benim stilim, hayat felsefem. En iyi yürüyüş hocası olsun, zarafet hocası olsun bana bunu yaptıramaz. İkinci gün kaçar gider. Ben ileride çok ünlü bir sanatçı da olsam, çok param da olsa ben yine aynı ben, yine aynı ben.
Çocukken nasıldınız?
Çok kavgacıydım. Hep erkeklerle oynardım zaten. Misket, futbol... Şu anda da yanımda gördüğün insanların yüzde 90’ı erkektir. Kankim dediğim kız arkadaşım yoktur. Erkek arkadaşlarımla da muhabbetimiz kız kıza gibi zaten.
Bu erkek arkadaşlar arasında özel olan biri, bir sevgili yok muydu?
Benim kahrım çekilmez. Benim de kimsenin kahrını çekecek zamanım olmuyordu.
Hiç sevgiliniz olmadı mı?
Olmadı desem yalan olur. İlk 18-19 yaşında olmuştur, o da kavgayla gürültüyle bitmiştir. Hatırlamıyorum.
“Ben yattım mı sazlar da yatıyor komple, onlara da ekmek yok”
İnsan ilk sevgilisini hatırlamaz mı?
Ben geçmişimi hatırlamak istemiyorum açıkçası çünkü her şey bana acı verdi. Artık var ya, telefon numaramı bile değiştireceğim. Eskiye ait hiçbir şey görmek istemiyorum, ailemden başka. Ne akrabaları istiyorum ne sülaleyi... Düştüğün zaman akrabaların yanında olmazsa, iyi gününde olmasına hiç gerek yok. Öyle şey istemiyorum ben.
Ne demek düşmek?
Yalnız kalmak bir, mutsuz kalmak iki. Sahipsiz derler ya, öyle kalmak. Bir de en kötüsü oraya, pavyona düşmek, ondan kötüsü yok. O çalıştığım ortamlarda yıllarca ekmek de yedim, ekmek de verdim mekancılara. Ama ekmeği yenilecek adam da vardı, yenilmeyecek adam da vardı.
Ne demek o?
Mesela gelir, “Solistim, bu çok iyi bir masa, sizinle yemek yemek istiyor, bir alo der misin?” der. Kabul etmediğin zaman ertesi gün işine son verirler. O düzen, o çark öyle dönüyor.
Gidiyor muydunuz o yemeklere?
Hayır. Hiç işim olmaz. Paramı kazanıyorum, devlet dairesine gider gibi, akşam 9 sabah 6 mesaisi. Sabah 6’da geliyorum, duşumu alıyorum, yemeğimi yiyorum saat 8 oluyor. Bir uyuyorum, akşam 6’da kalkıyorum. Yarasa gibi, gündüz yok. Yarışmaya girdim gireli sabahleyin kalkmayı öğrendim.
Sabah gelip yatağa yatınca neler geçiyordu aklınızdan?
Uyuyamıyorsun zaten. O gece kötü bir şey olmuş diyelim. Kavga yaptım mesela müşterinin biriyle. O da oluyor çünkü. Ben birebir erkek gibi kavga yapmışımdır. O adam bana höst dese ben herifin kafasını höst diye kırarım yani. Allaaah, şişeler, bardaklar havada uçuşur.
Diyelim ki hastasınız ve çalışamadınız...
Evde günlük yaşanıyor. Sabah geliyorum, anneme para veriyorum, yemek pişiyor. Kardeşime para veriyorum, okula gidiyor. Bir de ben yattım mı benimle beraber sazlar da yatıyor komple, onlara da ekmek yok. Yedi kişi sazlar, onların da onar kişi ailesi var baktığı, toplam 70 kişi. O yüzden çok kötü hasta bile olsam, altı yere çıkamasam da üç yere yetişiyordum.
Hiç mi tatil yok?
Ramazan. Her taraf tatile girer. Ben arife ve kandil günlerinde, ramazanda hiç çalışmadım. Zaten ramazana girmeden önce herkes hazırlığını yapar. Yoksa aç kalırsın.
Nasıl iş bulunur bir pavyonda? Siz mi başvurursunuz, onlar mı sizi bulur?
Menajerle çalışırlar. Zaten senin sesin ve fiziğin iyiyse, her gün 5-10 masa gelip seni dinliyorsa her mekan çağırır. Ama herkesin bir süresi vardır gazinoda. Hep yeni kızlar gelir.
“Uzun zamandır sağırmışım da farkında değilmişim”
Hakkında 5 yıl 3 aya kadar hapis cezası istenen sosyal medya fenomeni Kerimcan Durmaz, tahliye edilmişti. Tahliye sonrası açıklama yapan ve bir süre sosyal medyadan uzak kalacağını söyleyen Durmaz'dan yeni paylaşım geldi.