27.11.2022 - 03:00 | Son Güncellenme:
CEYDA ULUKAYA
CEYDA ULUKAYA- Thor karakteriyle tanınan 39 yaşındaki Avustralyalı oyuncu Chris Hemsworth, yaptırdığı genetik test sayesinde Alzheimer riskinin yüksek olduğunu öğrendi. Tıpkı “Angelina Jolie geni” olarak anılan ve meme kanseri riskini artıran BRCA1 geni gibi, Hemsworth de Alzheimer geni APOE4’ün dünya çapında tanınmasını sağladı. 2021’de ABD’de yapılan bir araştırmaya göre her dört kişiden biri söz konusu APOE4 geninin tek bir kopyasını taşıyor, ancak nüfusun sadece yüzde 2 ila 3’ü bu genin her ikisine de sahip ve Hemsworth de bunlardan biri. Peki Alzheimer genini taşımak, gelecekte hastalığın gelişmesiyle ne kadar ilişkili? Genetik testler bize bu konuda ne kadar bilgi sağlayabilir? Türkiye Alzheimer Derneği Başkanı Prof. Dr. Başar Bilgiç ve Tıbbi Genetik Uzmanı Dr. Ebru Erzurumluoğlu Gökalp’e sorduk.
“Türkiye’de aynı oranda risk yaratmıyor”
Prof. Dr. Başar Bilgiç (Türkiye Alzheimer Derneği Başkanı)
Alzheimer hastalığında risk faktörünü artırdığını bildiğimiz çeşitli genler var. Bunların en önemlisi APOE denen gen. Bu gende, E4, E3 ve E2 olmak üzere üç tip alel taşıyabiliriz. E2 taşıyorsak, bu oldukça iyi bir şey; bizi yaşlılıkta Alzheimer’a karşı koruyor. En sık görülen E3 alelini taşıyorsak bunun Alzheimer’a etkisi nötr. E4’ü taşıyorsak bu Alzheimer riskini artıran bir durum. Aleller hem anneden hem babadan gelir, bu yüzden hepimizde iki tane vardır. E4’ten iki tane taşıyor olmamızsa, Alzheimer riskini 8 ila 10 kat artırabiliyor. Bahsi geçen oyuncu da bu analizi yaptırmış ve E4’ten iki tane taşıdığı ortaya çıkmış. Bu da Alzheimer riskinin yüksek olduğu anlamına gelir.
Bununla birlikte, APOE4 geni Kuzey ülkelerinde ve Akdeniz havzası ülkelerinde farklı bir şekilde izleniyor. Örneğin Finlandiya gibi ülkelerde bu geni taşımak Alzheimer riskini daha fazla artırırken Türkiye’nin de dahil olduğu Akdeniz ülkelerinde, ki bizim bu konuda yürüttüğümüz bir çalışma da var, aynı oranda güçlü bir risk faktörü olmadığını söyleyebiliyoruz. O nedenle bu testi yaptırdığımızda dahi sonuçları kendi ülkemize özgü kriterlerle yorumlamamız gerekiyor. Tüm bu nedenlerle, kişinin Alzheimer riskini analiz amaçlı olarak genetik test yaptırmasını bilimsel otoriteler önermiyor, ben de şahsen önermiyorum. Çünkü genetik olarak Alzheimer’a yatkın olduğunuzu bildiğinizde, sadece riskin yüksek olduğunu öğrenmiş oluyorsunuz ama bu mutlak olarak o hastalığı geliştireceğiniz anlamına gelmiyor.
Alzheimer riskine dair en çok bilgi veren yöntem
Alzheimer hastalığı konusunda şunu biliyoruz: Bulgular başlamadan çok daha önce beyinde bazı değişimler kendini göstermeye başlıyor. En önemlisi de beyinde biriken iki proteindir, ki bunlardan amiloid 20 yıl önceden birikmeye başlar, diğeri de taudur. Günümüzde beyin omurilik sıvısına bakma yöntemiyle bu iki proteinin birikip birikmediğini gösterebilir durumdayız. Bunun dışına PET çekimi gibi başka yöntemlerle de bu birikim gösterilebilir. Kişinin bir şikayeti yoksa bu yöntemi yine önermiyoruz ama hafif de olsa şikayet gelişmiş ve kişi de isterse elbette bakılabilir. Günümüzde Alzheimer konusunda fazla bilgi veren yöntem budur.
Genetik yatkınlık alarma geçirmeli mi?
Dr. Ebru Erzurumluoğlu Gökalp (Eskisehir Osmangazi Üniversitesi-Tıbbi Genetik Anabilim Dalı)
Son yıllarda genom inceleme yöntemlerinin gelişmesi elbette çok sayıda hastalığa yatkınlık oluşturan veya direkt hastalık yapıcı genlerin tanımlanmasına önderlik etti. Günümüzde çeşitli kalıtsal kanser türleri başta olmak üzere obezite, otizm, diyabet ve Alzhemier hastalığı gibi bir çok hastalığa yatkınlık genetik analizlerle belirlemek mümkün. Örneğin, kadınlarda en sık rastlanan kanser türü olan meme kanserlerinin bir kısmından BRCA1 ve BRCA2 olarak adlandırılan, tümör baskılayıcı genlerin fonksiyonlarını bozan genetik varyantlar sorumludur. Bu varyantları taşıyan kadınlarda hayat boyu meme kanseri gelişme riski yaklaşık yüzde 50-70 civarındayken, yumurtalık kanseri, ikincil bir meme kanseri, pankreas ve prostat kanseri gelişme riskleri de toplumdaki diğer bireylerden fazladır. Bu taşıyıcılığın erken belirlenmesi önleyici stratejilerden fayda sağlanması için büyük bir avantaj sağlıyor. Özellikle erken yaşlarda meme kanserine yakalanan, ailesinde birden fazla kişide kanser öyküsü olan, birden fazla odakta aynı anda kanser gelişen gibi bir dizi özelliği bulunan meme kanseri hastalarına uzun süredir genetik testler öneriliyor. Ancak her aile için ayrı bir değerlendirme yapmak gerekir. Bu nedenle bu gibi testleri yaptırmadan önce bir tıbbi genetik uzmanından danışmanlık alınması oldukça önemlidir. Aile öyküsü incelenerek hangi testin kimler için isteneceğine bu şekilde karar vermek en doğru yaklaşım olur.
Ancak genetik testleri, genel bir sağlık taraması kapsamında ele almak uygun bir yaklaşım değil. Güncel tedavi kılavuzları çerçevesinde, olgunun takip ve tedavisinde etkili olmayacağı düşünülen hastalık gruplarında bu testlerin planlanmasını önermiyoruz. Özellikle henüz tedavisi bulunmayan bazı hastalık gruplarında yatkınlığın öğrenilmesi kişide ciddi anksiyete yaratabilir ve bu da hayat kalitesini olumsuz etkileyebilir.
Burada en önemli nokta ‘yatkınlık’ tanımının ne olduğunun anlaşılmasıdır. Yatkınlık oluşturan genlerde herhangi bir varyant taşıyan bireylerde kesin olarak hastalık gelişeceğini söylemek mümkün değildir. Genetik yatkınlık, hastalığın gelişimi üzerinde etkili olabilir ancak doğrudan hastalığa neden olmamaktadır.