03.02.2019 - 08:15 | Son Güncellenme:
Asu Maro
Hani film setlerinden söz ederken “Çok eğlendik” demek adettendir ve son dönemde bununla dalga geçmek de adetten oldu ya, “Alice” müzikalinin sahne arkasında geçirdiğim yarım günün ardından bende kalan en baskın cümle “Ne kadar mutlu bir sahne arkası, nasıl da eğleniyorlar” oldu. Herkeste bir neşe, yüzlerde bir huzurlu gülümseme, telaş yok, bağırış çağırış yok, koşuşturma yok. Genel bir memnuniyet, bir birbirini sevme ve yapılan işe inanıp güvenme hali. Türkiye’de benzerine rastlamadığımız boyutta bir işten söz ediyoruz. Altı oyuncunun yanı sıra 23 kişilik dansçı grubu, altı kişilik canlı orkestra var sahnede. Video mapping’den holograma birçok teknik ve çok ciddi sürprizler bekliyor seyirciyi. Bir kere bizim Alice tavşan deliğine değil, internet âlemine düşüyor ve dijital dünyada kendini arıyor.
Serenay Sarıkaya - “Alice”
“Herkes için bir parti olsun”
- Alice size ne ifade ediyor karakter olarak?
Burada bizim yansıtmak istediğimiz, Alice’in adım adım karşılaştığı zorluklara karşı koyuşu, direnişi, oradan yükselerek ve daha güçlenerek yoluna devam etmesi... O kadar herkesin mutlu olarak çıkmasını istiyorum ki, hakikaten o gece bir parti olsun herkes için, herkes çok güzel duygularla, güzel şeyler yapmak isteyerek çıksın. Ve Ezgi olsun, Enis, İbrahim, Merve, Şükrü olsun o kadar güzel enerjileri olan insanlar ki o enerjinin sahneden dolup taşacağına eminim. İyi duygular aşılamak, umut verici şeyler yapmak beni çok heyecanlandırıyor.
”Alice” müzikali ekibiyle röportaj Milliyet Sanat’ın şubat sayısında.
- Enstrüman çalıyor musunuz?
Ukulele hiç çalmıyordum ama bu projeyle öğrenmeye başladım, çok tatlı bir şey. O kadar sempatik bir sesi var ki, bir de her yere götürebileceğim bir şey, bayağı bir ilişki kurdum.
- Nil Karaibrahimgil de müzikal için şarkı yapmış.
İki tane çok güzel şarkı yaptı; “Duy Beni” ve “Kuzey Yıldızı”. Öncesinde Nil ile bir toplantı yapma fırsatımız olmuştu, o kadar iyi anladık ki birbirimizi, şarkıyı ilk dinlediğimizde “Tek seferde bu kadar olamazdı,” dedik. Birbirini anlamak çok kıymetli hakikaten bu işte. Çünkü ben özel bir sebep için yaptığımızı düşünüyorum bunu.
- Korkuların üzerine gidildiğinde üstesinden gelinebileceğine dair de bir mesajı var oyunun.
Evet, korkuların üzerine gitmek, onu da gelişimin bir süreci olarak tecrübe etmekten korkmamak belki de. Alice de çok korktuğu, hiç bilmediği bu dünyada bir sürü yeni şeyle, bir sürü garip insanla karşılaşıyor. Bilmediği şey korkutucu gelir ya insana, bütün o bilmedikleriyle karşı karşıya geldiği zaman, onu o kadar korkutucu seviyeye koyanın kendisi olduğunun farkına varıyor.
- Bir de annesiyle hesaplaşması çok etkileyici. Kuşak çatışmasına dair hoş cümleler söylüyor.
Çünkü hepimiz hayat koşturmasında belli bir yerden sonra gerçekliğimizi kaybediyoruz ve aslında farkında olmasak da çok önemli bağları da yıpratmaya başlıyoruz. Orada kontrolcü bir anne her şeyin düşündüğü gibi olursa iyi olacağına inanırken kızının kendisini bulmasına yardımcı olmuyor. Kız kendini müzikle ifade etmeyi istiyor aslında. Güzel bir çatışma ama güzel bir yere bağlanıyor.
- Siz ilk defa sahneye çıkıyor olacaksınız bu müzikalle. Hem de kocaman bir salonda. Onun da bir heyecanı vardır...
Olmaz olur mu... Bu ilk profesyonel tecrübem. Aşırı bir stresi var gerçekten ama işte bu da benim korkumdu, ben de bunun üzerine gidiyorum ve korkmadan sadece keyif alarak bunu deneyimlemeye çalışıyorum. Çok şanslıyım ki yanımda çok tecrübeli, harika arkadaşlarım var.
- Sizin için bu müzikalin cümlesi ne olabilir?
“Kimsin sen” olabilir. Bir eleştiri getirmeye çalışıyoruz günümüze; bu teknolojinin bizi yabancılaştırmasına, birbirimizi göremediğimiz, anlayamadığımız döneme bir eleştiri.
Ezgi Mola- “Alice’in Kraliçe’si”
“Kendini sevdiren kötülerden”
- “Alice”in macerası yakında seyirciyle buluşacak, nasıl hissediyorsunuz?
Çok mutluyum, sosyal medya hesabımda paylaşırken “Öyle bir dünyaya girdim ki hiç çıkmak istemiyorum buradan,” dedim. Hakikaten öyle, meslekle ilgili bu tip şeylerde o kadar duygulanıyorum ki. Çünkü bunların hiçbiri bence tesadüf değil aslında.
- Kraliçe çok renkli ve korkunç bir kadın.
Çok. Mesela romana baktığımızda ayrı, ne bileyim filmdeki referansa baktığımızda ayrı. Ben Tim Burton’ın çok büyük hayranıyımdır, onun Kraliçe’sini çok sevdiğim bir oyuncu; Helena Bonham Carter oynamıştı. O da çok gıcık bir kadındır ama bizi hep gülümsetir, kendi içindeki sempatisi çok önemlidir. Bence tırnak içindeki kötüler kendilerini sevdirdiklerinde gerçekten başarısına inanırız. Joker harika bir örnektir mesela, hayranlık uyandırır bende. Hayatta herkesin kötüyse de sebepleri var, iyiyse de sebepleri var. O sebepleri ne kadar anlatabiliyoruz, ne kadar seyirciye hissettirebiliyoruz, yaralarıyla ya da sinir bozucu özellikleriyle ne kadar sevdirebiliyoruz, benim Kraliçe’de çıkış noktam bu oluyor.
- “Çok seversiniz” diyorsunuz tanıtım filminde.
Onu bile bir metazoriyle söylüyor. Seversiniz, sevmek zorundasınız çünkü ben Kraliçe’yim. Bu tip insanlar var hayatımızda. Yüzüne bakıp “Sen zaten beni çok seversin,” diyor, bir şey diyemiyorsun. Ben öyle insanları gördüğümde hep şunu düşünüyorum: Biliyorum, çok sevgiye ihtiyacın var, o yüzden böylesin. Mesele dönüp dolaşıp oraya geliyor çünkü bence sevilebilmek sevilememek, kendini sevebilmek hep onla başlıyor ya hikâye.
- Çok güzel şarkı söylüyormuşsunuz iki tane.
Kraliçe’nin bir şarkısı var, çok duygusal bir şarkı. Alice’e söylüyor ve üç ayrı duyguyu bize hissettiriyor, kadını özetleyen bir şarkı. Tam “Yaa, canım benim,” derken “Haa, bir saniye bir şey anlatıyor,” ve “Oo, bu bana bir şey mi yapacak acaba?” diye düşünebileceği üç duyguya sokabiliyor insanı.
İbrahim Selim - “Kral”
“Belki devam ederiz”
- Nasıl gidiyor provalar? İki üç ay gibi kısa bir sürede büyük bir iş çıkmış ortaya görünüşe göre.
Aslınada kilometresi yüksek oyuncularla çalışıyoruz. Ezgi, Enis, ben, bayağı tecrübeliyiz, Merve de öyle. Dolayısıyla hızlı hareket edebiliyoruz. Adapte olunması gereken farklı unsurlar var, onlar zaten çok heyecanlandırıyor. Mapping’ler, şunlar bunlar ve iyi uygulamaları.
- En iyilerin buluştuğu bir A Takımı gibi..
Evet, belki de bu bir başlangıçtır, bambaşka bir şeyle devam ederiz. Çünkü bundan hepimiz şu anki kadar keyif alarak devam edecek olursak, biliyorum ki “Hadi ikincisini yapalım,” diyeceğiz. Ve yaparız da. Çok tuhaf bir hissi var yaptığımız işin.
- Dansa - müziğe yatkınlığınız var mıydı diye sorayım? Her oyuncunun olması lâzım gerçi de...
Dansa hep ilgim vardır da burada böyle ağırlıklı, “Bir dans ediyorum, beni gör,” diyebileceğim bir durumum yok açıkçası. Şarkı da ortalama bir şarkısı oluyor herkesin, Ezgi’nin iki şarkısı var, Serenay’ın üç - dört tane. Bütün şarkılar iyi de, Ezgi’nin bir şarkısı yıkılıyor. Serenay da jilet gibi söylüyor, enerjisine inanamayacaksın.
- Sizin karakteriniz nasıl bir adam?
Hepimizin bir imgesi var, biz de anne babayız Ezgi’yle. Benimki havai, evin erkeği modeli. Onun ‘Wonderland’deki yansıması da hiçbir şeye karşımayan, hiçbir şeyi de olduğu gibi anlamayan, hiçbir şeyle gerçekten ilişki kurmayan, öyle ortalarda gezinen bir adam. Uçuşan hatta.
Enis Arıkan - “Alice’in Tavşan’ı”
“Korkumuzu aşacağız”
- Gerçekten Tavşan sizin için yazılmış bir karakter gibi.
Biraz öyle. Yani üf, ne sahnelerimiz var, her gün gördüğümüz şeylere inanamıyoruz bir kere. Beyhan Murphy ile çalışıyoruz, şahane dans ediyoruz. Ben bile dans edebiliyorum ve de 30 tane dansçıyla.
- Siz Alice’i seven bir çocuk muydunuz mesela?
Çok acayip, benim bir tane VHS kasetim vardı ve o da Alice’ti. Her gün onu izliyordum, tek izlediğim çizgi filmdi ve Ezgi’nin de öyleymiş. Bize denk gelmesi de müthiş oldu.
- Sadece dans değil, şarkı da söylüyorsunuz.
Nasıl söyleyeceğim acaba, göreceğiz. Çok bildiğimiz bir alan değil ya o, Ezgi’de de fark ettim şarkı söylerken, biz çok yırtık insanlarız ama şarkı söylerken bayağı içimize kaçıyoruz. Çünkü acaba becerebiliyor muyuz korkusu var şu anda. Herhalde onu aşacağız, sahnede gümbür gümbür söyleyeceğiz.
Merve Dizdar - “Kedi”
“Kedi gibi düşünüyorum”
- “Yutmak”ta vücut hâkimiyetinizle çok dikkat çekmiştiniz. Kedi de özel bir beden dili, elastikiyeti olan bir canlı...
Evet, orada trans erkek oyunuyordum, erkek bedeni çalışmıştım. Burada da daha sivri ve keskin hatlar. Ben beden çok seviyorum. Bence düşündüğünüz şey aslında bedeninize yansıyor. Yani kedi gibi düşünmeye başladığında zaten bir şeyler oluyor.
- Var mı kediniz?
Var. Vecihi adı kedimin. Buradaki kedimiz de çok bilge, çok iyi ama ne yapacağı belli olmayan, tedirgin edici bir hayvan.
- Bir solo şarkınız var, ondan söz edelim mi?
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şiirinden, Tuluğ Tırpan yaptı. Diğer şarkılara göre biraz daha derin ve bilgece bir yerden söyleniyor.
- Serdar Biliş’le çalışmak nasıldı?
Serdar Hoca sadece oyunu değil hepimizi yönetiyor, o açıdan çok yetenekli. Kafası da çok iyi, onun kafası da Wonderland.
Şükrü Özyıldız - “Şapkacı”
Şan dersi, dans dersi, yoga
- Sizin Şapkacı’nız nasıl bir Şapkacı? Herkes farklı farklı yorumlamıştır.
Bu da daha önce yorumlananlardan farklı bir Şapkacı olacak. Şöyle bir durum var aslında; Mad Hatter’a neden Şapkacı deniyor? Lewis Carroll bunu yazarken “Mad as Hatter” yani “Şapkacı kadar deli” demiş, çünkü o dönem şapkacılar özel bir tutkal kullanırlarmış ve bu da onların kafasının güzel olmasını sağlarmış. O yüzden aslında bu adam biraz sarhoş, ne yapacağı tahmin edilemeyen, bir yandan da çok kendi aurası ve kendi sihri olan bir karakter. n Sizin bir şarkı söylediğinizi duydum, sürprizini bozmayalım ama bilinen bir yerli parça...
Evet, ama onun caz versiyonu. Aslında aynı auradan gidiyoruz, sadece şarkıyı değiştirdik.
- Ne güzel, şan dersi alıyorsunuz herhalde.
Tabii ki, şan dersi, dans dersi. Hepimiz vücutlarımızı esnetiyoruz her gün yogayla. Kimse sadece kendi rolüne çalışmıyor aslında, hepimiz o renkli dünyaya dair kendimizi zenginleştiriyoruz.