Parantez açıp (gülüyor) diye yazsaydım, okuyacağınız yazının üçte birinde bu kelimeyi görecektiniz. Ayşe Kulin’le söyleşi yapmak, bol bol kahkaha atmak demek. Lafını esirgemeyen, politik cevaplar vermeyen, son derece eğlenceli, hikayesi bol bir yazarla zamanın nasıl geçtiğini anlamamak demek.
Geçen yıl çıkan “Veda”nın ardından, ailesini anlatmaya devam ettiği yeni romanı “Umut”ta da durum bundan farklı değil. Cumhuriyet’in ilk yıllarının fonu oluşturduğu romanda, mizah duygusu gelişmiş umut dolu kadınlar, birbirinden iyi huylu, “kalabalık” adamlar göreceksiniz...
Kitapta annenizi, babanızı, tüm ailenizi anlatıyorsunuz. Annenizi mi çok severdiniz, babanızı mı?
Ben hayatta en çok babamı sevdim, Can Yücel gibi. Üstüne titrerdim, ona bir şey olacak diye. Annem ölmeyecekmiş gibi gelirdi. Geçen yıl annemi kaybettiğim zaman çektiğim ıstırabın büyüklüğünü size anlatamam... Anneme de düşkündüm ama o babamı tercih ettiğimi bilirdi.
Neydi babanızın farkı?
Benim için babam bir tarafa dünya bir tarafa gibi bir durum vardı. Çünkü hakikaten çok müstesna bir insandı. Hiç babam gibi bir insan tanımadım.
“Annem bir diplomatla evlenmemi isterdi”
Kitapta bir hayranlık seziliyor zaten...
Çok hayrandım hem de... Başkaydı o; sakin, dürüst, içtendi... Ayaklı bir kütüphaneydi. Bir soru sorayım da babam bilmesin... Nirvana’ya erişmiş gibiydi. Çok da yakışıklıydı.
Peki anneniz?
Neşeli, iyi niyetli ama olayların derinine inmeyen biriydi. Hep güzel olayım, muntazam giyineyim, ben iyi koca bulayım diye bakardı.
İyi koca derken?
Bir diplomatla evlenmemi çok istedi. Ankara’nın dipolamat çevresiyle sık sık görüşen bir aileydik. Evde yemekler, mumlu masalar... Annem, kolejden tatile geldiğimde, beni bu yemeklere yanında taşırdı, belki bir diplomat bulurum diye... Benim de en nefret ettiğim şeyler; ayakta kısa konuşmalar, kokteyller, devamlı değişen hayatlar...
Babanızın size olan sevgisi?
O da çok yoğundu. Bir kere tek evladıydım. Her baba gibi çok severdi kızını. Annemin gözünde hata olarak görülen davranışlarım babamın nazarında öyle değildi. Her şeyimi de hoşgörüyle karşılardı. Ben yanlış evlilikler yaptım. Annemin dırdırı hiç bitmedi, onları kafama kakardı. Ama babam hayat bu diye bakar, beni bağışlayarak çıkarırdı her olayın içinden. Müthiş bir sevgisi vardı.
Kadınların beraber oldukları erkeklerde babalarını aradıkları söylenir... Yanlış evlilikleriniz, “aranıp bulunamamış baba” durumları mı bir anlamda?
Ama tabii ben öyle bir babanın kızı olarak, hiç olmayacak kocalara gitmişim. Şimdi beraber olduğum kişide ise babamdan çok şey buluyorum. Belki de onun için çok mutluyum. Gerçekten, babalarımızı arıyoruz erkeklerde; siyasi görüşü değilse de hayata bakışı, o değilse duruşu... Geç oldu ama sonunda yakaladım.
Babanız Cumhuriyet dönemi elitinden idealist bir mühendis. Ve aklı, kalbi saltanatta kalmış Ahmet Reşat Bey’in torunu olan annenizle evleniyor. Zor olmadı mı bu evlilik?
Hayır. Annem çok sempatik bir kadındı, komik, uçuk... Babam onu çok sevdi ve her şeyini hoşgördü. Ayrıca Ahmet Reşat’a büyük bir saygı duyardı. Farklı ideolojilerden gelmek, inandıkları rejime sahip çıkmaları birbirlerini hırpalamalarına neden olmadı. Babam annemi de çok dengelemiştir ayrıca.
Kitapta annenizle babanızın yanı sıra büyük dedeniz Ahmet Reşat Bey’in kızları Leman, Suat ve Sabahat’ın hikayelerini okuyoruz. Kişilik olarak anneanneniz Leman Hanım’dan çok büyük teyzeniz Sabahat’a benziyorsunuz sanki...
İnadımı benzetirlerdi. Ama ben hiçbir zaman onun kadar cesur olamadım.
“Terbiye etmeye çalışmam. Hiiiiç! Sadece giderim!”Tam da yanı başımızda 2004 Yılı Yürekli Kadın Ödülü plaketiniz duruyor ama...Yüreksiz sayılmam. Kendi çizgimden hiçbir zaman taviz vermedim. Kocalarımı boşamaktan korkmadım, giderken onlardan bir kuruş dahi istemedim. Bütün bunların bana ailemden geçmiş genlerden kaynaklandığını düşünüyorum. Yine de Sabahat teyzem gibi, evleneceğim adam uğruna babamı kaybetmeyi göze alamazdım. Gerçi sonunda o da alamıyor ama, başlangıçta bunu yapmaya cesaret ediyor.
Annenizin büyüdüğü konakta müthiş bir kadın hakimiyeti var. Hiçbirinin ekonomik özgürlüğü yok ama tuhaf bir şekilde hep onların sözü geçiyor. Bunu nasıl sağlamışlar? Bilmiyorum ama çok sinir bir durum aslında... Benim kuzenlerim var, Suat ve Sabahat teyzemin torunları... Dört kız, aramızda konuştuğumuz zaman bu konulara geldiğimizde çok kızarız. Çünkü üç kadın da erkeklerine yaşama alanı bırakmamış. Hep kendi hayatları, kendi istekleri... Onlar ne derse o. Herhalde, saraylı olma genleri... Çünkü orada kendini göstereceksin, öne çıkacaksın. Sarayda böyle bir şey var. Padişaha kendini beğendirmek değil tabii. Enderun’da yetişen erkekler gibi, sarayda da kızları yetiştiriyorlar. Bir terbiye okulu orası ve ciddi bir rekabet söz konusu. Tek başına değiller. Bizimkilerde böyle bir enformasyon birikmiş. Allah’tan bana gelene kadar zayıflamış bu durum...
Onlardan hiç feyz almadınız yani...Söz geçirmeye çalışayım, terbiye edeyim, hayatlarında bir kadın varsa mücadeleye gireyim... Hiiiiiç... Allahaısmarladık! Ben çok güzel giderim sadece!
Sabahat teyze ile Ermeni sevgilisi Aram’ın ilişkilerine gelirsek... 70 yıl önce bırakın evlenmelerini, bir Türk kızının Ermeni erkeğin yanında yürümesine bile tahammül edilemediğini okuyoruz.Toplumun tamamı değil. Ama tabii o dönemde de aşırı milliyetçiler var... Sabahat’le yan yana yürüyor diye Aram’ı onlar dövüyor.
İlk kitapta atlatmadığı badire kalmayan ama soğukkanlılığını koruyan Ahmet Reşat, kızının bir Ermeniye aşık olduğunu öğrenince intihara kalkışıyor. Bu nasıl bir ruh hali?Onu ben de çok düşündüm. Din aidiyeti her şeyin üzerine çıkabiliyor demek ki. Ne eğitim, ne çağdaş çizgi fark ediyor. Ruhun bir köşesi hep dini duygulara tutsak. Tehcir olayları da onun zamanında geçtiği için... 1915’i yaşamış, her iki halkın bir diğerine karşılıklı eziyetini görmüş biri Ahmet Reşat. Ayrıca işgal kuvvetlerinin hakaretlerine tanık olmuş. Vize kuyruğunda eziyet çekiyorum diye Almanya’ya gitmek gelmiyor içimden. Bir de Ahmet Reşat’ın ne hissettiğini düşünün...
“Eski kocalarım ıssız değil, yanlış adamlardı”Romandaki erkekler aşık olmaktan korkmuyor hiç. Kadınları, savunmasız seviyorlar, onlardan zarar görecek kadar. Ne oldu bu Osmanlı’nın erkek torunlarına da bugün çoğu “ıssız adam” kesildi?Kadınlar, bütün dünyada ama özellikle benim memleketimde erkeklerden çok daha becerikli, marifetli, kolay uyum sağlayabiliyor ve de çok güçlüler. Onların bu hali erkekleri sindiriyor, içlerine korku salıyor. Genetik olarak da çok güçsüzler. Bir kere doğurgan değiller. Seksüel açıdan, ya olursa ya olmazsa kaygıları içindeler; kadının öyle bir derdi yok. Bütün bunlardan dolayı kadına bir tepkileri var.
Teyzeleriniz döneminde durum farklı değildi ki... Evet ama kadınlar eve kapalıydı o zamanlar; çalışma hayatının içinde yoktu. Artık varlar ve son derece başarılılar. Yani kadın evden çıktı, erkek ıssızlaştı. Kadınla rekabete girdiği zaman kaybedeceğini biliyor; o zaman da ya kaçıyor ya da kadını sindirmeye çalışıyor.
Eski eşleriniz de “ıssız adam” mıydı?Hayır, ıssız değil, yanlış adamlardı. Issız adamların zararı kendine; öyle kalıyorlar hakikaten. Herhalde onların bu durumlarında annelerinin de payı var...
Siz dört erkek çocuk yetiştirmiş bir annesiniz... Onların durumu nedir?Benim çocuklar ıssız değil. Hepsi evli barklı. Dediğim gibi, annelerin katkısı önemli bu konuda. Biraz da çok dırdırcı, dominant annelerin verdiği negatif etkiden dolayı kadınlardan korkan erkekler ortaya çıkıyor.
Aslında bir diğer korkuları da, sadece tek kadınla olunca, diğer kadınlardan mahrum kalmak...Onlar arsız adamlar... Issız filan değil. Benim çikolata sevgim gibi bu arsız adamların durumu. Şuraya çikolata dolu bir kutu konduğu zaman hepsinden
yemek isterim. Kusacağım, ama yok öbürünü de yiyeyim, diğerini de... Aslında onların bu durumunu hoşgörüyorum. Ama ben böyle bir görüntünün içinde olmayayım.
“Dizinin üçüncü kitabında artık kendi hikayemi yazacağım, aşk romanı olacak”Ne kadar zamanda yazdınız bu kitabı?Eylül 2008’de bir bursla Amerika’ya gittim. Daha önceden 50 sayfa kadar yazmıştım. Amerika’da ekim sonuna kadar yazıp bitirdim. Her sabah 7 gibi kalkıp kahvaltı, İsrailli bir kadın yazarla bir saat yürüyüş... Onun dışında günde sekiz-dokuz saat hep yazdım.
Bundan sonra üçlemenin son kitabını mı yazacaksınız, araya başka bir çalışma girecek mi?Aslında
yarım bıraktığım bir kitap var, o da çok fena aklıma takılıyor. Ama hem edebiyat ajanım hem yayıncım, ailemin hikayesini bitirmeden araya başka kitap sokmamamı, soğutmamamı istiyorlar. Haklılar da... Üçüncü kitapta artık kendi hikayemi yazacağım. Ne kadar sürer, kaç kitaba sığar bilmiyorum. Sonra da diğer kitap... Bugüne kadar yazdıklarımın çok dışında... Belki olmayacak, bana yakışmayacak ama denemek istiyorum.
Aşk romanı mı yoksa?Evet. Tamamen aşk romanı olacak. Ajanım Barbaros Altuğ “Umut”u okuduktan sonra “Ayşe hanım, bu kitapta hiç erotizm yok” dedi. Kendi ailemi yazıyorum. Kime yaptıracağım erotizmi? Aile hikayesi yazmanın böyle bir sıkıntısı var, annenizle babanızı
ya da teyzenizle eniştenizi seviştiremiyorsunuz mesela... Bütün çıplaklığıyla vermek istemiyorsunuz.
Ayşe Kulin’den balkabaklı Boşnak böreğiBabanızla ilgili bölümleri anlatırken mutfağa da giriyorsunuz. okurken özellikle içi balkabaklı Boşnak böreğinin tam tarifini merak ediyor insan...Balkabağını kısa süre haşladıktan sonra rendeliyorsunuz, rendenin geniş delikli tarafıyla... İsterseniz bir parça peynir de katabilirsiniz ama baskın tadın kabak olması lazım. Sonra süt, yağ ve yumurtayı karıştırıyorsunuz. Bir kat yufka serip tepsiye bu karışımdan serpiyorsunuz, ikinci bir kat yufka, yeniden aynı karışım... Sonraki yufkanın üstüne rendelenmiş balkabağını döşüyorsunuz. Tekrar iki kat yufka ve sıvı karışımdan bolca döküp fırına veriyorsunuz böreği. Balkabağının o kadar güzel bir tadı var ki, börekten çok tatlıya benziyor. Yalnız iki çeşit balkabağı var, tatlı olanını tercih etmek lazım.