Adnan Özyalçıner’in öyküleriSanırım 1950’lerin sonlarıydı. Adnan Özyalçıner, Kemal Özer, ben Atlas Sineması’nda Fellini’nin "Sonsuz Sokaklar"ını (La Strada) seyretmiş, çarpılmıştık. Aksaray’daki kahveye gidinceye kadar filmi konuştuk. Hiç unutmuyorum, neredeyse kelimesi kelimesine aklımda. Adnan, "Yahu," dedi, "müthiş! Herif ölmeden önce saatine bakıyor."
Anthony Quinn’in Richard Basehart’ı öldürdüğü sahne. Filmi daha sonra görüşümde fark ettim, Basehart ölmeden önce gerçekten de saatine bakıyordu belli belirsiz.
Ayrıntıları kaçırmayan bir gözü vardı Adnan’ın.
İyi bir yazar dünyasını ayrıntılarla kurar bence. Adnan’da bu temel özellik hep vardı.
Bu özelliği, onun toplumcu öykülerini başka birçok yazarın toplumcu öykülerinden farklı kılıyor.
***
Ayrıcalıklar (Orhan Kemal gibi, Yaşar Kemal gibi sanatçılar) bir yana, "toplumcu yazar" denilince, incelikleri hiç önemsemeden her şeyi en kalın çizgileriyle "takır tukur" anlatanlar geliyor aklımıza. Bunu toplumcu edebiyatın gereği gibi görüyoruz sanki. Çelişkiler mitinglerde nutuk atılır gibi ortaya konmalı, sorunlar
kahve sohbetleri diliyle sergilenmeli...
Dünya edebiyatının toplumcu dev yazarlarını da görmezden geliyor gibiyiz.
Adnan hiçbir zaman bu eğilimde olmadı. Çelişkileri araştırdı, sorunları kurcaladı, insanı anlattı. Ama bunu yaparken kendi özgün dilini yarattı. Sanatçı olduğunu hiç unutmadı.
Kırk beş yılı kapsayan ürünleri toplu olarak yayımladı şimdi. İlk kitabı "Panayırödan daha önce basılmamış "Aradakiler"e kadar sekiz kitabı dört ciltte "Toplu Öyküler" genel başlığıyla okura sunuluyor. Kitaplardan bazılarının ilk basımlarına "birinci dereceden" tanık olmuştum. 1960’ta "Panayır"ın dağıtımını yapacağımız gün, Adnan’ın önsözde belirttiği gibi, 28 Nisan olayları patlak vermiş, biz de ister istemez dağıtımı ertelemiştik. "Gözleri Bağlı Adam"ı 1977’de ben yayımlamıştım.
Eleştirmen değilim ben. Adnan’ın yapıtlarını okurken nesnel olamam. (Zaten bu "nesnelöliğe pek aklım ermiyor.) Ama şunu biliyorum: Elli yıla yakın süredir Adnan’ı tanımasaydım bile öykülerini aynı keyifle okurdum.
BİR DAKİKA ARA"Ahmakıslatan ve şürekası"Adnan Özyalçıner’ın öykülerini okurken, onunla ilgili bir "dizgi yanlışı olayı" geldi aklıma. Adnan’ın çiçeği burnunda bir öykücü olduğu günler... Yazdığı bir öyküyü küçük bir dergiye vermiş. Öykünün adını unuttum. Belki Adnan bile unutmuştur. Upuzun bir ad. "Ahmakıslatan, Duraktaki Genç Kız, Kuyruk Sallayan Köpek ve Şemsiyeli Delikanlı" gibi bir şey. Adnan dergiyi eline alınca şaşkınlıktan kalakalmıştı. Yer darlığı yüzünden, dizgici öykünün başlığını kısaltıvermişti: "Ahmakıslatan ve Şürekası".
Bir başka dizgici ise Asım Bezirci’nin Orhan Duru’yla ilgili yazısının sonuna bir cümle eklemişti. Orhan’ın "Bırakılmış Biri" kitabını eleştiriyordu Asım. "Yelken" dergisinde uzun mu uzun bir yazıyla. Eleştiri şöyle sona eriyordu: "Orhan Duru’nun geleceğine umutla bakabiliriz... Amma da atarmışsın be Asım Bezirci ağabeyimiz!"
Bu dizgi yanlışları derlense ortaya eğlenceli bir yapıt çıkar. İşte aklıma gelen biri daha:
Aziz Nesin’in bir yazısında, "Gözümüzü budaktan sakınmayız" cümlesinde, "göz"ün "zösi "t" olarak dizilmişti.
Milliyet Yayınları’nı yönettiğim sıralarda,
son anda gözüme ilişmese, Manuel Scorza’nın "Toprak Acısı" romanındaki bütün "pampa"lar "rampa" olarak yayımlanacaktı.
Psikoloji hocamız Prof. Ullyott anlatmıştı. Bir ülkenin prensi İngiltere’yi ziyaret edecekmiş. Londra’da yayımlanan gazetelerden biri, bu olayı manşete çıkarmış. Çıkarmış ama, korkunç bir de dizgi yanlışı yapılmış "Crown Prince"in (Veliaht Prens) "Crown"ındaki (sözcük anlamı "Taç") "n" harfi düşmüş, "Crown", "Crow" (Karga) oluvermiş. Ertesi gün gazetede bir düzeltme: "Okurlarımızdan özür dileriz. Dünkü başlığımızdaki "Crow Prince’in doğrusu ‘Clown Prince’ olacaktır."
"Clown", yani "Palyaço".
Düzeltme yapılırken bir yanlış daha.
PAZAR