05.03.2023 - 03:00 | Son Güncellenme:
Uykunun en tatlı olduğu saatte çalan telefon genelde hayra yorulmaz. Öyle de oldu. Telefonun diğer ucundaki haber müdürümüz Şebnem Hoşgör’dü. Saate baktım 04.30’du. Kahramanmaraş merkezli büyük bir deprem yaşandığını söyleyip, yola çıkmam için hazırlanmamı istedi. Eşim çantamı hazırlarken durumu iyice anlamak için Diyarbakır’dan bir iki gazeteci arkadaşı arayıp depremin boyutunu öğrenmeye çalıştım. Ardından telefona sarılıp Diyarbakır’da yaşayan abimi aradım. İyi olduklarını ve şiddetli sarsıntı sonrası sokağa indiklerini söyledi.
Saatler 05.00’i gösterdiğinde gazetenin aracı ile deprem bölgesine doğru yola koyulmuştum. Bu arada aynı saatlerde Ankara bürodan bir iki ekip daha araçla yola çıkmıştı. Deprem nedeniyle yollar sabahın ilk ışıklarıyla hareketlenmişti. Trafik kazaları nedeniyle yollarda zaman zaman beklemek zorunda kalıyorduk.
Nurdağı’na vardığımızda yaşanan depremin yıkıcı etkisi ile şaşkına döndük. İlçe sınırlarındaki karayolunda ilerlerken yol boyunca çatlayan ve yer yer yıkıntıların olduğu binalar vardı. Bu sırada kar yağışı devam ediyordu. Karın içinde ateş yakarak ısınmaya çalışan depremzedeler, sarsıntının şokunu üzerinden atamamıştı. Kahramanmaraş’a doğru ilerlerken karayollarında büyük yarıklar gözümüze çarptı. Karayolunda uzun araç kuyrukları nedeniyle bölgeye doğru yola çıkan yardım araçları da ilerleyemiyordu.
Depremin merkez üssü
Saat 15.00 sıralarında Kahramanmaraş’a girdiğimizde depremin yarattığı tahribatın tahmin edilemez boyutta olduğunu gördük. Kent merkezine girişte dağlık bölgeye doğru uzanan Binevler bölgesinde fazla yıkıntı yoktu bu da içimizi rahatlatmıştı. Ancak içlere doğru ilerlediğimizde kentin adeta enkaz yığınına döndüğüne şahit olduk. Bazı enkazlara kepçe ve iş makinaları ile müdahale edilirken sesin geldiği noktalarda halk kurtarma çalışmalarını sürdürüyordu. Deprem sırasında kendini dışarı atabilenler donmamak için ateş yakarken kimileri de battaniyeye sarılarak soğuktan korunmaya çalışıyordu.
Trabzon ve Azerbaycan caddeleri üzerindeki binaların çoğu enkaz yığınına dönmüştü. O felaket anında bazı binaların altından insan sesleri duyuluyor, kurtarılmayı bekleyen bir genç ise perdeyi sallayarak tepki veriyordu. Depremden kurtulanlar enkazdakileri kurtarmak için zamanla yarışıyor ancak ellerinde malzeme olmadığı için çaresiz kalıyorlardı. Gecenin ilerleyen saatlerinde Necip Fazıl Şehir Hastanesi’ne geçtik. Buraya yüzlerce yaralı taşınıyordu. Öyle ki sağlık çalışanları hangi hastaya bakacaklarını şaşırmıştı. Birçok hasta dondurucu soğuğa rağmen yerlerdeydi ve titriyorlardı.
Zamana karşı yarış
Depremin ikinci günü, gönüllüler ile askerin enkaza müdahale etmesiyle kurtarma çalışmaları hızlandı. Depremin üçüncü günü yurt içi ve dışından bölgeye ulaşan bir bölümü madencilerden oluşan profesyonel ve gönüllü kurtarma ekipleri malzemeleriyle arama kurtarma çalışmalarında etkili oldu. Zamana karşı yarışta enkazdan canlı çıkarılan insan sayısı her geçen gün artmaya başladı. Buna karşın çıkarılan cesetler ise torbalara bırakılarak hastanelere taşınıyordu. Bir taraftan kurtarma çalışmaları sürerken diğer yandan depremzedelerin yeme içme ve diğer ihtiyaçlarını karşılamak için AFAD ve Kızılay’ın yanı sıra yüzlerce sivil toplum ve gönüllü kuruluş sahadaydı. Yeme ve içme ihtiyacı dışında giyecek ve barınma ihtiyacının karşılanması için de seferber olundu. Enkazların başında bekleyenler, yakınlarının canlı çıkarılması için dua ederken, cansız bedenleri çıkarılanların yakınları ise ağıt yakıyordu.
Kurtarma çalışmaları sırasında ve sonrasında sayısız insanın hikâyesine de tanıklık ettik. Enkazdan sağlıklı bir şekilde çıkarılan bir bina görevlisine, “Ailen de enkaz altında mı?” dediğimde “Benim ailem yok, terk ettiler. Onları affetmeyeceğim” diye yanıtladı. Enkazdan köpeği ve birden fazla kedisiyle sağ çıkan ve çocuk parkına kurduğu çadırda yaşayan genç bir kız ise hırsızlardan şikâyet ederek çadırını terk edemediğinden yakındı. Depremin üzerinden beşinci günü aynı bölgede karşılaştığımız genç kadın, telefonunun çöken evin enkazında kaldığını belirterek müzik dinlemek için telefonumu istedi. Açtığı müziği bir süre dinleyen kadının ifadesinin nasıl değişitiğini, tebessümle uzaklara daldığını fark ettim. Çok mutlu olmuştu. Unutamadığım anlardan birisi de ailesinin tümünü kaybeden bir kadının, eşi ile enkazda hiç değilse anılarını kurtarma çabası ve aile fotoğraflarını ararken döktüğü göz yaşlarıydı. En dramatik ve çarpıcı anlardan biri de ailesinden beş kişiyi kaybeden bir depremzedenin, ailesinin fotoğraf albümüne ulaşmak için kepçe kiralamasıydı.
Tüm bu travmatik tablo içerisinde Mehmet Ali Gökdemir adlı depremzedenin kendisini kurtarmaya gelen ekibe, “Siz kurtarana kadar ben artık uyuyabilirim” demesi yorgun ekibi bir nebzede olsa gülümsetti. Enkaz altında çocuğunu emziren hamile annenin bebeği ile sağ çıkarılması da enkaz başında kurtarma çalışması yapan ekiplerin en mutlu anlarından biriydi.
Kahramanmaraş’ta gündüz enkaz kaldırma çalışmalarını takip ederken gece Necip Fazıl Hastanesi’nin bahçesinde dinlenmeye çekildiğimiz anlar ise adeta işkence gibiydi. Dondurucu soğuk nedeniyle yatamıyorduk. Yakıt sıkıntısı çektiğimiz için arabanın içinde klimayı çalıştıramıyorduk. Hastanenin bahçesindeki dondurucu soğuğa en fazla iki saat dayanabiliyor, sonra donmuş vaziyette kendimizi hastaneye atıp ısınmaya çalışıyorduk. Olası depremde hastanenin de yıkılma riski olması burada kalmamızı da zorlaştırıyordu.
Her kentte aynı manzara
Kahramanmaraş’ın ardından Diyarbakır’a geçerek haber takibine devam ettim. 81 saat sonra enkazdan çıkarılan sekiz yaşındaki Mehmet Beşir Yıldız, umudu artırdı. Diyarbakır’dan sonra depremin büyük yıkıma yol açtığı Adıyaman’a vardığımızda kentin büyük oranda yok olduğuna tanık olduk. Kurtarma çalışmaları devam ederken kent merkezine ulaşmamız için mihmandar olarak otomobilimize aldığımız bir genç ise ailesinin yanı sıra kaybettiği sevgilisine ağlıyordu. “Onu çok sevmiştim, Allah erken aldı” diyerek gözyaşı döken gencin görüntüsü hâlâ gözlerimin önünde.
Gazetenin fotoğraf editörü Ercan Arslan’la Diyarbakır ve Adıyaman’dan sonra Hatay’a geçtik. Depremin merkezi Maraş olmasına rağmen Hatay’da daha büyük bir yıkımla karşılaştık. Hatay’ın tarihi ve turistik yerleri dahil kentin simgeleri arasında bulunan meclis binası da yıkılmıştı. Kurtarma çalışmalarında umudun kesildiğinin zannedildiği anlarda bile mucizelere tanıklık ettik. Enkaza tam iş makinaları girmeye hazırlanırken “Ben sağım ve enkazdayım” diye mesaj atan bilgisayar mühendisi Tarık Kaya’nın kurtarılması da mucizelerden biri olarak kayıtlara geçti. Arama kurtarma ekipleri kurtardıkları canların ardından ekip olarak bu mutluluğu fotoğraf karelerine yansıttılar. Kahramanmaraş, Diyarbakır, Adıyaman ve Hatay’ın da içinde yer aldığı birçok ilçe ve köyü gezerek depremin verdiği hasar ve yıkımı, yaşamını yitiren ve yaralananların durumunu, arama kurtarma çalışmalarını, yapılan yardımları yerinde izleyerek yaşananları detayları ile aktarmaya çalıştık. Çalışmalar kapsamında bölgeye ulaşan Küba, İsrail ve Japonya’nın sağlık alanındaki çalışmalarını yerinde görüntüledik.
Acının tarifi yokmuş
Deprem sonrası yaşananlar arasında dikkat çeken ve önem arz eden bir detaya parmak bastık. Ölen çok sayıda depremzede, kimliği tespit edilemediği için numaralandırılarak toprağa verildi. Çok sayıda aile ise günlerce enkaz başında beklemesine rağmen cenazelerine ulaşamadı. Hâlâ birçok aile, kaybolan yakınlarını ölü veya diri arıyor. Arama kurtarma çalışmalarında can dostlar da unutulmadı. Çok sayıda kedi ve köpeğin yanı sıra muhabbet kuşu, papağan ve kavanozlardaki süs balıkları da kurtarılarak sahiplendirildi. Yaklaşık bir aydır deprem bölgesinde haber takibi yapıyorum. Bugüne kadar birçok yaşanmışlığa birinci elden şahit oldum. Daha önce de gerek savaş gerekse de yaşanan deprem felaketlerini yerinde izleyerek tarihe tanıklık ettim. Ne var ki bu acının gerçekten de bir tarifi yokmuş, olamaz da…
Acıya yakından tanıklık
Tüm Türkiye’yi sarsan Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından bölgeye ulaşan Milliyet gazetesi fotomuhabirleri, depremzedelerin yaşadıklarına yakından tanık oluyor. Bölgede yaşanan acı ve çaresizliğin belgesi niteliğindeki fotoğrafları arasından, kendilerini derinden etkileyen kareleri seçtiler:
Hüseyin Altun/Hatay
Depremden günler sonra Hatay’da enkaz çalışmalarını çekerken gözüme çarptı bu kare. Adam ağlayıp, ağıtlar yakıyordu. Arapça söylediği ağıtlar hâlâ kulağımda çınlanıyor. “Gönül Yarası” filminde “Ağlamak için dilini bilmeye gerek yok” repliği geçer. Ben de bu durumu yaşadım. Bilmediğim dilde yakılan ağıt beni derinden etkiledi. Enkaz altında abisi, yengesi ve iki tane yeğeni olduğunu öğrenince ise o acı daha da içime oturdu.
Cemal Yurttaş/Hatay Antakya
Antakya’nın yerle bir olan sokaklarında dolaşırken, fotoğraftaki kadına denk geldim. Cenazenin yakınında beklerken çok zaman geçmeden ikincisi getirildi. Acılı kadın “Oğlum, babanla seni böyle mi gönderecektim!” diye feryat etti. Hayatı, Antakya ile beraber yıkılan ve sevdiklerini kaybeden kadının acı haykırışı karşısında, duygularımı fotoğraf makinesinin ardında saklamaya çalışarak fotoğraf çektim.
Mesut Yılmaz/Adıyaman
Deprem felaketinin en derin şekilde yaşandığı Adıyaman merkezde yaşayan Mehmet Hakan Şenlik ile oturdukları evin enkazı başında tanıştım... Eşini, 10 yaşındaki oğlunu ve 20’yi aşkın akrabasını kaybeden bir babaydı. Depremden 8 ay önce ilk kez ev sahibi olmuş ve hatta evinin taksitlerini dahi ödemeye devam ediyordu. Koca ailesinden geriye bir kızının kaldığını söyledi. Kızını enkazdan kendi elleriyle sağ olarak çıkardığını anlattı. Çaresizliği o an anladım.
Umut Ünver/Hatay
Hatay Antakya’da çekilen her fotoğrafın ayrı ayrı yeri olsa da, öğretmen Emine Akgül’ün 201’inci saatte mucize bir şekilde enkaz altından çıkmasının hemen ardından sağlık ekiplerinin müdahalesiyle ambulansa doğru sedyede taşındığı sırada gözlerinin ara ara açılıp kapanıp hayata tutunması sürekli gözlerimin önünde.
Yavuz Özden/Kahramanmaraş
Depremin ikinci günü Kahramanmaraş merkezinde ara sokakta karşılaştığım bu görüntü, çaresizliğin ne demek olduğunu gösterdi bana. Kızının cansız bedenini battaniyeye sarıp kucağına alan babanın sessizliği ve donuk duruşu beni de bir süre hareketsiz bıraktı. Fotomuhabiri refleksi olarak hemen deklanşöre basmam gerekirken bir süre sadece izledim. Babanın yaşadığı bu tarifsiz acıya tanıklık ederken afetin boyutu beni bir kez daha korkuttu.
Hakan Akgün/Malatya
Türkiye’yi ve dünyayı sarsan depremin sekizinci gününde, Malatya şehir mezarlığındayım. Onlarca cenazenin zamanla yarışırcasına defnedildiği öğle vaktinde, gökyüzünde sonsuzlukta süzülen güvercinlerin, artık birer sayıya dönüşen bedenlerin üzerine konup, bu büyük acıya ortak oluşuna şahitlik ediyorum. Geriye dönüp, deprem bölgelerinde geçirdiğim yirmi bir güne baktığımda beni en çok zorlayan görevin bu olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum.
Uğur Yıldırım/Hatay
Deprem felaketinin en fazla yıkıma yol açtığı kentlerden biri, medeniyetler şehri Hatay. Tarihi Antakya kent merkezi yerle bir oldu. 3 binden fazla bina yıkıldı. Onbinlerce kişi enkaz altında can verdi. Depremin ikinci gününde çekilen bu fotoğrafta, insanlar çaresizlik içinde yıkılan binaların etrafında koşturup gelecek yardımı bekliyor. Birçok binanın enkazından sesler geliyor. İnsanlar sevdiklerini tonlarca ağırlıktaki beton yıkıntılarının altından kurtarmak için çabalıyor. Cebrail mahallesi, Fatih Caddesi üzerinde yıkılmış evlerinin enkazına bakan bir anne çocuklarına sarılıyor. Binanın enkazında kalan sevdikleri için göz yaşı döküyor.