02.02.2020 - 12:03 | Son Güncellenme:
İhsan Dindar - milliyet.com.tr / ihsan.dindar@milliyet.com.tr
Pek çok insan Ludovico Einaudi'nin minimal yeni bir yol açtığını düşünüyor. Her şeyden önce şunu sormak isterim; siz yaptığınız müziği minimal müzik olarak tanımlıyor musunuz? Böyle düşünenlere katılıyor musunuz?
Bu cevaplaması zor bir soru. Çünkü kendime dair dışarıdan bakıp düşünmedim hiç. Genel manada da yaptığım çalışmalar hakkında tanımlama yapmayı seven birisi değilim. Minimal müziğin ne olduğunu bilen ve ona saygı duyan biriyim. Philip Glass, Michael Nyman gibi büyük besteciler yeni bir hareket yarattı. Bu yeni bir yol, yeni bir müzik. Benim müziğim de bu yoldan ilham aldı. Ama kendi müziğimin daha farklı olduğunu düşünüyorum. Çünkü başka ilhamlarım da var. Tam manasıyla bu hareketin parçası olarak hissetmiyorum kendimi.
Daha önce Türkiye'ye konser vermeye gelen minimalist müzisyenlere ilhamlarını sorduğumda pek çoğu Philip Glass ile birlikte sizin adınızı telaffuz etti...
Philip Glass yeni bir yol açtı. Radikal bir yol. Minimal ve tekrarlayıcı bir üslup. Sonrasında değişimler gösteren bu yolculuğun obsesif bir yönü de vardı. Geçmişte klasik müziğe dair etkiler de söz konusuydu.
Geçtiğimiz yıl "Seven Days Walking" adını taşıyan bir projeyi müzikseverlerle buluşturmaya başladınız. Yedi ay boyunca haftanın bir gününü anlatan albüm yayınladınız. Öncelikle böyle bir proje fikri ortaya nasıl çıktı? İki yıl önce konuştuğumuzda doğada yürüşler yaptığınızı ve yeni şeylere hazırlandığınızı söylemiştiniz. Doğada olma hali sizi ne derecede etkiledi?
Yürümeyi çok severim. Her gün mutlaka yürüyüş yaparım. Her gün ortalama 15 kilometre yürürüm. Bu benim vücudum için çok iyi bir şey. Ama sadece vücudum için değil aynı zamanda zihnim için de çok önemli. Bu yürüyüşlerim esnasında bol bol fotoğraf çekiyorum. Tek başına olmayı daha çok tercih etsem bazen bir veya iki kişiye de katlanabiliyorum ama daha fazlasına asla. Bu esnada meditasyon da yapmış oluyorum. Ama düşüncelere dalmak için tek olmak çok daha iyi bir fikir. Sizin de dediğiniz gibi özellikle iki yıl önce uzun yürüyüşlere çıkmaya başladım.
Nerede yapıyorsunuz bu yürüyüşleri?
İsviçre Alpleri'nde. Her gün düzenli olarak uzun doğa yürüyüşleri yapmaya başladım. Çoğunlukla da bu yürüyüşlerimi benzer güzergahta gerçekleştirdim. Bu esnada kafamda proje canlanmaya başladı. Zihnimin içindeki kargaşadan bir düzen bulmaya çalıştım. Her gün için farklı varyasyonlar çıkardım. Her gün gerçekleştirdiğim yürüyüşler yapmak istediğim müzikle benzerlikler taşıyordu. Böylece bu farklı varyasyonları farklı günlere böldüm. Çünkü her gün farklı bir deneyim demek. Pazartesinden başlayıp pazara kadar süren bir yolculuk da böyle ortaya çıktı.
Yüzlerce yıl önce bir başka İtalyan, Vivaldi, mevsimler için benzeri bir şey yapmıştı. Şimdi siz bunu günler için yaptınız. Sanırım sırada aylar var. Belki de yeni projeniz bu olur?
Sırada 12 ay var.
Gerçekten mi?
Hayır hayır şakaydı.
Peki "Seven Days Walking"de günleri nasıl konumlandırdınız. Belli bir sembolizasyon oldu mu? Örneğin pazartesi sizin için bir sendrom mu?
Yok, hayır. Öyle bir şey değil. Üzerine çok fazla şey bina etmek istemedim. Hayatın kendisi gibi bir şey bu. Gün akarken neler olacağını bilemezsiniz ve üzerine çok da düşünmezsiniz. Sadece yaşarsınız. O yüzden bence önemli olan müziği kaydetmek ve sonrasında neler olacğaını görmek.
Murakami koşmasam yazamazdım diyor ya; siz de yürümesem besteleyemem diyebilir misiniz?
Murakami'yi çok severim. Severek okuduğum bir yazar. O kitabını da çok severim. Yaptığınız şey entelektüel bir iş olunca hayatınızı farklı şeylerle dengelemeniz gerekiyor. Farklı bir bakış açısı için bu şart.
Bu İstanbul'a dördüncü gelişiniz. Daha önceki konserleriniz de Zorlu PSM'de olmuştu. Hatta bu mekanın açılış konserine imza atmıştınız. Burada olmaya dair neler hissediyorsunuz?
İstanbul'a pek çok kez geldim. Doğu ve Batı'nın tam ortasında yer alıyor. Boğaz'ın karşısına geçtiğinizde Asya'dasınız. Dün Üsküdar'a geçtim. Çok güzel bir yer. İstanbul'a bir de oradan baktım. Bu durum, kıtaların bu buluşması çok heyecan verici. Kültürlerin bu şekilde buluşması mekânları da ilginç kılıyor.
Örneğin Galata, yüzlerce yıl önce Cenevizlilerin yaşadığı bir yerdi. Günümüze ulaşan pek çok eser bıraktılar. Oraya da gittiniz mi?
Evet. Önceki gelişlerimde gitti. Ama bu sefer henüz fırsatım olmadı.
Geçmişte Mercan Dede ile ortak işlere imza attınız, aynı sahneyi paylaştınız. Birkaç ay önce kendisiyle röportaj yaptığımda bana sizin müziklerinizi içeren bir remiks hazırlığı içinde olduğunu söylemişti. Projenin akıbeti konusunda bilginiz var mı?
Doğru, Mercan Dede'nin o planından haberdarım. Bu, kendisinin bir fikriydi. Ancak şu anda ne aşamada tam bilmiyorum.
Büyük bir turnedesiniz. Uzaklardan geldiniz. Buradan sonra da Dubai'ye geçeceksiniz. Nasıl gidiyor bu süreç?
Avustralya ve Singapur'dan dolaşıp geldik. Nisan'da Çin'de olacaktık ama malum durumlardan ötürü ne olacak bilemiyoruz. İstanbul'dan sonra da Dubai'de iki konser vereceğiz. Şu ana kadar her şey gayet güzel.
Son olarak yeni bir projeye dair bir hazırlık söz konusu mu?
Evet bazı fikirler var. Ama şu an için bunları söyleyebilecek değilim. Şimdilik içimde büyüyüp gelişiyor. Üzerinde çokça düşünüp beni baskılamasını istemiyorum. Fazla düşündüğünüzde ilhamı kaybedebilirsiniz. Benim müziğim, benim için sihirli bir şekilde ortaya çıkmalı. Bu yüzden gelecek projem bir rüya gibi belirmeli.
Fotoğraflar: Gaye Sude Kayışlı
ihsan.dindar@milliyet.com.tr