06.03.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
Efnan Atmaca - Yaşadığımız çağ bazı erdemleri demode duruma düşürse de zarafetin birleştirdiği insanlar umudu yaşatmaya devam ediyor. Gürsel Korat'ın edebiyatı için onu öven pek çok sıfatı art arda sıralarken ben birinciliği zarafete ve inceliklerin uyumuna veririm. Çünkü incitmeden, kırıp dökmeden, öfke tonuna başvurmadan tüm söylemek istediklerini anlatıyor yazar. "Uyku Ülkesi" de yine bu tonun hâkim olduğu bir kitap. Rüyalarla gerçeklerin iç içe girdiği bir hayatı, bir dünyayı anlatıyor Korat kitabında. Bu anlatıyla hem içsel göndermeler yapıyor hem de günümüzde olanları eleştirmekten çekinmiyor.
"Uyku Ülkesi"nde “Rüyalar insanın asıl ülkesidir!” diyorsunuz. Rüyalar yaşadığımız hayattan kaçış için sığındığımız liman mı yoksa bizi hasıraltı ettiğimiz gerçeklerle mi yüzleştiriyor?
Rüyalar hareket hâlindeyken direksiyonu yerinden çıkan bir araba gibidir. Araba hızla gider ama kaza olmaz. Yani, demem o ki, uykuda denetimi olmayan düşünceler içindeyiz. Buna rüya diyoruz. Rüyalar gerçeklerden kaçmaya da yarar. Derinlik psikologları rüyaların örtbas ettiğimiz gerçekleri anlamak için bir araç olduğunu bu yüzden düşünürler ve bizden rüyalarımızı anlatmamızı isterler. Ben de onlar gibi düşünüyorum: Bastırdığımız şeyleri rüyalarda görürüz. Kitapta konuşamayan ve sürekli rüyalar içinde yüzen Sevda Kül, arkadaşı psikiyatri uzmanı Nihal’e uykuda gördüklerini yazarak anlatır. Ben bu kâbusları birleştirdim ve çağrışımlarla devam eden bir roman yazdım. Ama rüyaları asla övmedim. Bence “Ne tatlı rüyalar görüyoruz” cümlesi saçma. Zaten macerayı öven, masalı abartan, rüyayı şişiren ve büyülü laflar eden şeylerden uzağım.
İlk sorudan konuya girdim ama size rüya ile gerçekliği sorgulatmaya iten neydi?
“Yıldız” demeniz yasaklanmışsa “gökteki çıralardan” söz edersiniz. Yine de bunun yaratıcılığa ve sanata katkısı vardır. Fakat asıl, kişisel deneyimlerimden yola çıktığım için bu konunun aklıma geldiğini söylemeliyim. Geçirdiğim rahatsızlığın, hastane sürecinin ve uyuyup uyanmaların etkisiyle, böyle bir konuda yazmam gerekliliğini fark ettim. Engeller ve korkuyla dolu, uzun mücadeleler gerektiren bu süreç başarıya ulaştı ama aklımda da hastalık, rüya, yoğun bakım ve narkoz gibi sözcükler yığıldı. Kendi çağrışımlarımla kendi kavramlarım bir araya geldi. "Uyku Ülkesi" böyle otobiyografik bir sürecin ürünüdür.
Kitabınızın distopya olarak nitelenmesine ne dersiniz bitmeyen bir distopyanın içinde yaşıyor olabilir miyiz?
Ben distopyanın güncelle uğraştığını düşünüyorum. Eleştirel bir tavrı vardır distopyanın. Bugünü gelecek gibi anlatır. Bu nedenle "Uyku Ülkesi"nde inşaatların ve hastanelerin yarattığı döngü kesin bir biçimde eleştiriliyor. İnşaat yüzünden ormanları, denizleri, tarımı ve güzelim şehirleri kaybettik. Kapitalizm para hırsıyla bütün güzellikleri yok etti. Bu eleştirileri romanda lafı hiç eğip bükmeden söyledim. Rüyada gördüklerimizle gerçek bazen birbirine çok benziyor. Bu yüzden distopyada yaşadığımızı düşünüyorum. Fakat "1984" romanını sahneye uyarlamış bir yazar olarak orada yaptığım gibi distopyanın umutsuz olmasına katlanamıyorum. Pandora’nın kutusunu açıyorum ama içinde yalnızca umut bırakıyorum. "İyimser distopya" diye bir şey varsa bu benim tarzım.
‘Propaganda yaparsa sanat değersizleşir’
Romanda çok incelikli, usturuplu bir politik eleştiri tavrı var. Bir yazar olarak tüm yaşananlardan bağımız sanat ile politika ilişkisinin nasıl olması gerektiğini düşünüyorsunuz?
Siyasi çıkarımlarla yazmayı hep yanlış buldum. Sanat yapıtı politik tutum içerse bile falanca siyasetin propagandacısı olamaz. Eğer propaganda yaparsa sanat değersizleşir. Sanat bir amaçtır, araç değil. Sanat metninde politik eleştiri yazmak kolay; sanatsal bir ifadeyi yakalamak ise çok zordur. Siyaset akılla ilgilidir, bildirisi açıktır. Oysa sanat duyuşlarla ilgilidir, bildirisi çağrışımsaldır. Siyaset falanca dönemde geçerlidir ve yarın değişebilir. Oysa sanat insanda kısa sürede değişmeyen temel özellikleri ele alır, o nedenle sanat yapıtları insana siyaseti değil insan olmayı öğretir. Sanatın görevi açıkça ders vermek değildir ve üstelik nasıl bir insan istediğini tarif etmez. Nasıl bir insan istediğini söyleyen sanat daha doğarken ölür.