28.11.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:
Sevin Okyay - İki yıl önce kaybettiğimiz Celil Oker kendini, “Hayatımda yazı yazmaktan başka bir işle para kazanmadım” diye tanımlamıştı. Belki onun polisiye camiasında bunca benimsenmesine biraz da bu neden olmuştur. Bir söyleşide, yaptığı çeşitli meslekleri özetlerken, “Küçük, parçalı, düzensiz çeviriler, kısa sürelerle gazetecilik, ansiklopedi madde yazarlığı…” demiş. “Uzun süre reklam yazarlığı yaptım.” Sonra da “Bu üç deneyimin getirdiklerini birleştirerek, kendi deyişiyle “geç sayılacak bir yaşta” polisiye yazmaya karar verdi. İlk kitabıyla ödül almakla kalmadı, aynı derecede sevilen bir karakter yarattı: Remzi Ünal. Şimdi Remzi Ünal’ın tüm maceraları Altın Kitaplar’dan özel baskılarıyla set olarak okurla buluştu.
Yazarın her kitabında onun ağzından anlattığı gibi: “Remzi Ünal... Şu Hava Kuvvetleri’nden müstafi, THY’den kovulma, kendisine saygısı olan hiçbir “freequent flyer”ın adını bile duymadığı sekizinci sınıf charter şirketlerinde bile tutunamayan, şu sıralar sayenizde MS Flight Simulator’ın Cessna’sını her çakışında inatla bir daha yükselen eski pilot, ex-kaptan, nevzuhur özel dedektif Remzi Ünal.” Ayrıca, son dönemin bence en başarılı yerli polisiye karakterlerinden biri.
Celil Hoca, yalnızca yazmakla da kalmadı, başkalarına yazmak konusunda bildiklerini memnuniyetle öğretti. Öğretmenlik, onun çok önemli bir yanıydı. 1998’de İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Reklamcılık Programı’nda öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı. Orada Yaratıcı Yazarlık Teknikleri atölyeleri düzenledi, Marka Okulu yüksek lisans programında Hikâye Anlatımı dersleri verdi. Genç yazarlara nasıl yazılacağını anlatmakla kalmadı, yazdı da. Altın Kitaplar’dan çıkan “Genç Yazarlar İçin Hikâye Anlatıcılığı Kılavuzu”nun yalnızca öğrenciler değil, hikâye anlatmak isteyen bütün gençler için yararlı olduğuna eminim. Celil Hoca’nın ilk kitaplarını yazıp bitirmiş gençlere de yardımcı olduğunun tanığıyım. Biri aynı zamanda öğrencim olan iki genç arkadaşım, polisiyeye çok ilgi duyuyordu. İkisi de birbirinden çok farklı birer polisiye yazıp bitirmişti ama kendilerinden emin değillerdi, danışacak birine ihtiyaçları vardı. Ben, Celil Hoca ile samimiyetim olmasa da tanışıklığım olduğunu, kitaplarını beğendiğimi söyledim. Gittiler, tanıştılar, derse girdiler, sorularını sordular. Sonra Celil Oker onları ayrı ayrı çağırdı, kitaplarının üstünden geçti. Onlara uyarılarda bulundu ve bu işi yapabilecekleri umudunu da aşıladı. Kitapları basıldı. Uzun aralarla olsa da halen yazıyorlar.
Tavana bakılarak yazılmıyor!
Muhsin Öztürk, Oker’le yaptığı bir söyleşiyi yazıya dökerken şöyle başlamıştı: “Celil Oker’e göre yazabilmek ‘ilham’la değil, çalışmakla ilgili bir şey. Yazmak, önünüzde bilgisayar, daktilo ya da kâğıt kalem olduğu halde düşünerek yaptığınız bir çalışma; tavana bakılarak yazılmıyor…” Oker bir-iki soru sonra da şöyle demiş: “On beş yılı aşan reklam yazarlığımda öğrendim ki, çalışırsanız yazabilirsiniz. Çalışmayıp da gözünüzü odanın bir köşesine dikerek bana fikirler gelsin diye beklerseniz o fikirler gelmez.”
Sanıyorum Celil Hoca’nın iyi bir yol gösterici olması, öğrencilerine güven aşılaması, yaratıcılığın doğuştan gelmediğini ve öğretilebildiğini savunmasından, buna inanmasından ileri geliyor. Öğrencileri de onunla çalıştıkça ve yazmaya devam ettikçe buna gitgide daha fazla inanıyorlar. Aslında yetenek hakkında bir şey diyemem ama bazı insanların ötekilerden daha kolay yazdıklarını kendi öğrencilerimde gördüm ama kendilerine önerilenleri yapmadan, okumadan-yazmadan, başka yazarları ciddiye almadan ve emek harcamadan mesafe kat edene pek rastlamadım.
Kahramanına gelince… Celil Oker zeki, güçlü ama kendine hâkim olmakta zorluk çeken bir karakter yaratmış. Ancak şartlar da Remzi Ünal’ın aleyhinde. Yaptığı iş meşru bir iş değil. Resmen dedektif olamıyor, silah taşıyamıyor. Polisten mümkün mertebe uzak durmaya dikkat ediyor. Başkalarının ilgilenmeyeceği işlerin ondan istendiğini biliyor. Oker çözümü, kendisinin de bildiği aikidoda bulmuş. Ünal, kendini savunması gerekirse bu şekilde savunuyor. Onun karakterlerine özen gösterdiğini, inanılırlık sağlamak için çaba harcadığını biliyoruz. Diyaloglara da öyle. Dile gösterdiği itinayı mekândan da esirgemiyor. Özellikle ana mekânı İstanbul’dan. İstanbul’a tutkun Ahmet Ümit de şehrini iyi yazan bir yazardır. Bence benzerlikleri, burayı egzotik bir şehir olarak değil, bizim bildiğimiz, yaşadığımız, günâhıyla sevabıyla tanıyıp benimsediğimiz şehir olarak anlatmalarından geliyor. Egoist Okur için 2013’te Gülenay Börekçi ile yaptığı söyleşide, “… İstanbulluların hayatı hep Mısır Çarşısı’nda, Sultanahmet Meydanı’nda geçmiyor. Arada bir gidiyoruz, o kadar” diyor, “Normalde işe giderken alışveriş merkezlerinin önünden geçip trafik sıkışıklığıyla boğuşuyoruz, çay bahçelerinde soluklanıyoruz. Ben romanlarıma oryantalizm bulaşmasın, İstanbul’un gerçek yüzünü yansıtayım istiyorum.” Belki de Remzi Ünal’ın ve hepimizin İstanbul’u sevme nedeni bu.