19.08.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
MÜJDE IŞIL
MÜJDE IŞIL- Hayranı olanı kadar sempati duymayanı da çok… Filmleriyle korku sinemasını yenilediğini düşünenler kadar klasik filmleri birkaç dokunuşla tekrar önümüze getirdiğini söyleyenler de var… Kimileri onu, ırkçılık sorunun yılmaz savunucusu olarak konumluyor kimileri ise ırkçılığın ekmeğini yiyen sinemacı olarak… Bazıları senaryolardaki politik alt metinleriyle hem beyazlara hem de beyazlardan medet uman siyahları eleştirmesini alkışlıyor, bazıları için ise tüm bunlar “kör kör parmağım gözüne”den başka bir şey değil… Evet, Jordan Peele seyirciyi ve eleştirmenleri ikiye bölen sinemacılardan… Komedi gibi kısmen konforlu bir alandan çıkarak sadece iki filmiyle korku sinemasının yeni ikonu olması, sevilsin sevilmesin herkesi şaşırtıyor. Korku türünün Akademi nezdinde pek muteber görünmemesine rağmen ilk yönetmenliği “Get Out/Kapan” ile En İyi Özgün Senaryo Oscarı kazanan ilk siyah sinemacı olması ise şimdilik en büyük başarısı. Bu hafta üçüncü yönetmenliği olan “Nope/Hayır” ile karşımızda.
Film bizi iki kardeş ve bir babadan oluşan bir aile ile tanıştırıyor. At eğitmenliği yaparak ve eğittikleri atları filmlere hazırlayarak geçimlerini sağlıyorlar. Babanın tuhaf şekilde ölümünün üzerinden çiftliği ve atları, oğul OJ devralıyor. Kız kardeşi EM ise kendi hayatını yaşamaya odaklı daha çok. Ancak çiftliklerinin civarında tuhaf şeyler oluyor. Kardeşler bunun kaynağının uzay gemisi olduğunu düşünüp onu tespit etmek için kolları sıvıyor.
UZUN VE KARIŞIK SENARYO
Jordan Peele’in ilk filmi “Get Out/Kapan”, ‘60’lar klasiği “Guess Who’s Coming to Dinner”ın korku türüne uyarlanmış versiyonuydu. Kapitalizmi, tüketim kültürünü doyasıya eleştirdiği “Us/Biz” ise “The Birds” ve “The Shining”ten izler taşıyordu. Hayranlarının “günümüzün Hitchcock’u” olarak tanımladığı Peele, yeni filmi “Hayır”da farklı türlere ve farklı ilham kaynaklarına yöneliyor. Korku sinemasının temelini siyahlar üzerine kurma ritüeli bu sefer westernden (ki siyah karakterlerin varlığına en uzak türlerin başında gelir) bilimkurguya, uzaylı tehdidinden yaratık filmlerine kadar birçok kanaldan besleniyor. Yani Hitchcock ile arasına biraz mesafe koymuş gibi… Daha çok Steven Spielberg etkisi ve M. Night Shyamalan esintisi hissediliyor.
Peele’in filmlerinde hep bir gösteriş hâli vardır. Sinemayı iyi bildiğini ve özellikle çok sevdiği filmleri gösterme hâli daima sezilir. İlk iki filminde bunu politik ve toplumsal eleştiriyle kıvamında harmanladığı için o gösteriş çok fazla rahatsız etmiyordu. Senaryosunun ve tür seçiminin odaklı olması nedeniyle de elbette… “Hayır”ın önceki iki filminden başlıca farkı odak sorunu yaşaması. Peele, birçok türü birleştirmiş olması bir yana karakter gelişimini ve anlatı bütünlüğünü rayına oturtamamış bir türlü. Çok yönlü bir iş yapmak isterken o kalabalıkta yolunu kaybetmiş ve film de bunca gösteriş içinde yüzeysel kalmış. Peele’in en büyük kozunun senaryo olduğunu düşündüğümüzde, en kuvvetli olduğu alanda zayıf kalması dikkat çekici. O kadar dolambaçlı yoldan geçiyor ki referansları, kendi dokunuşları, mizahı ve eleştirileri bir bütünlük sağlayamıyor. Sanki senaryo hep bir yerde tıkanmış da sonrasında başkaları tarafından eklene eklene tamamlanmış gibi.
“Kapan”dan sonra Peele ile yeniden bir araya gelen Daniel Kaluuya, o filmdekinin tam tersi bir karaktere hayat veriyor “Hayır”da. İlk başta bu karakterin ketumluğu, durağanlığı hikâyeye orijinallik katacak diye düşünülürken, o da ivme kazanamayıp dağınık senaryonun kurbanı oluyor. Her şeye rağmen özellikle uzaylı tehdidi ve yaratık filmi sevenleri yakalama potansiyeli olan bir yapım “Hayır”. Ama bir yandan da Jordan Peele’in kaleminde körelme olduğunun sinyallerini veriyor.
ÇOCUKLARIN SPOR AŞKI
Ahmet Toklu’nun ilk uzun metrajı olan “Pota”, ‘90’larda çocuk olmak, sınıf farklı ve basketbol tutkusu üzerine samimi bir hikâye anlatıyor. Başkahraman Ahmet, yoksul bir öğrenci. Sevdiceği Kezban’ın ilgisini çekmek için basketbol öğrenmek istiyor. Ancak yaşadıkları yoksul mahallede basket oynayacakları bir pota yok. Ahmet mahalledeki arkadaşları ile bu soruna çözüm bulmaya çalışırken bir yandan da yakındaki zengin ailelerin oturduğu sitedeki çocukların basket yarışına dahil oluyor. ‘90’larda çocukluğunu yahut ilk gençliğini yaşamış herkese hoş bir nostalji yaşatan film, sporun birleştirici ve sınıf farkını “aynı potada eritici” özelliğine vurgu yapıyor; mesajlarıyla umut ve dostluk aşılıyor. Antalya Film Festivali’nde Sümer Tilmaç Antalya Film Destek Fonu Ödülü almış yapımda çocuk oyuncu kadrosunun da hayli başarılı olduğunu ekleyelim.