05.01.2025 - 02:01 | Son Güncellenme:
Efnan Atmaca
Efnan Atmaca- Ayşegül Savaş’ın adını ABD eski başkanı Barack Obama’nın 2024’ün ‘en’leri listesinde gördük. Obama, Savaş’ın “The Anthropologists” adlı kitabını listesine alınca hakkında pek çok yazı çıktı. Hemen belirtmeliyim “The Anthropologists” sadece Obama’nın listesinde değil, aynı zamanda başta TIME dergisi olmak üzere pek çok mecranın yılın en iyi 100 kitabı listesinde yer alıyor. New York Times, Guardian, Publisher’s Weekly, Financial Times gibi yayınlar hakkında olumlu yorumlar yaptı. Kitap; idealist genç bir çiftin ülkelerinden uzakta, isimsiz bir şehirde kök salmak için verdikleri uğraşı, çabayı konu alıyor. Ortak bir kültür oluşturmaya çalışıyorlar birlikte. Otobiyografik izler taşıyor çünkü 38 yaşındaki Savaş, Türkiye, İngiltere ve Danimarka’da büyüdü. ABD’de okudu, uzun süre orada yaşadı. Bugünlerde Letonyalı eşi Maks Ovsjanikov ile Paris’te bir hayat kurdu. Ve küçük bir bebeği var. Gerisini Savaş’tan dinleyelim.
Öncelikle kitaplarınızın Türkçe yayımlanmaması ve Türkiye’nin sizi Obama’nın listesine almasıyla tanıması konusunda ne hissediyorsunuz?
Türkiye’den okurların, gazetecilerin ilgisi tabii beni mutlu etti. Ama kitaplarımın henüz Türkçeye çevrilmemiş olmasında bir suçlu yok. Her sene ABD’de 10 binlerce roman yayımlanıyor. Bunların arasında Türk asıllı pek çok yazar da var (Mina Seçkin, İnci Artek, Nazlı Kocay, Kenan Orhan…) Türkçeye çevrilen kitapların çoğu o sene en çok satan veya en büyük edebi ödülleri kazanan kitaplar. O yüzden sadece Türk olduğum için hemen çevrileceğim gibi bir beklentim hiç olmadı. Bir yazarın eserlerinin farklı dillerde yayımlanması seneler sürüyor.
Benim için acı olan birçok Türkçe eserin İngilizceye çevrilmemiş olması. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın başyapıtları son senelerde çevrildi; Tezer Özlü ilk defa iki sene önce; Oğuz Atay bu sene. Bu da İngilizce edebiyatın hegemonyasının, kendine odaklılığının bir örneği.
Kitaplarınız Türkçeye çevriliyor mu, ne zaman okuyacağız?
İkinci romanım Türkiye’de 2025’te, üçüncüsü ise önümüzdeki senelerde Iş Kültür’den çıkacak. Bu gelişme Barack Obama’nın listesinden bağımsız, birkaç sene önce oldu. Ancak her şeyin oldukça yavaş ilerlediği yayın dünyasında bir kitabın tercümesi ve okurlarla buluşması seneler sürebiliyor.
Hayat hikâyenize bakınca pek çok yerde yaşamışsınız. Eşiniz Letonyalı… Kendinizi nereye ait kabul ediyorsunuz? Bir söyleşinizde “The Anthropologists”in otobiyografik öğeler taşıdığını söylemişsiniz. Ve ‘köksüz’ hisseden insanların kendilerine ritüeller bularak yeni bir kültür oluşturduğunu belirtmişsiniz. Nasıl bir kültür bu?
Çocukluğumdan beri kendimi tek bir yere ait olarak hiç düşünmedim. Gönül bağı kurduğum, ilham aldığım coğrafyalar var, mesela Ege. Birlikteyken köklendiğim dostlarım var, yaparken kendimi bulduğum aktiviteler de (özellikle kitap okumak).
Benim gibi aidat hissi ‘çoğul’ olan insanlarla her zaman daha kolay anlaşmışımdır. Onlarla birlikteyken yeni ritüeller yaratmak öğrenilmiş, ezbere kültürün dışında, kendi seçtiğimiz öğelerle bir kültür yaratmak bana derin bir haz verir. Bununla beraber ‘köklü’, ülkesinin kültürüne ait, anayurdundan, hatta memleketinden ayrılmamış insanlarda gözlemlediğim bir çeşit ‘güven’ veya dünyadaki yerini bilme duygusuna da her zaman imrenmişimdir.
Kitabınızda evrensel bir yabancılaşma duygusuna odaklanıyorsunuz. Zorunlu veya gönüllü pek çok göçün yaşandığı günümüzde kimlik inşası konusunda da yeni formüllere ve görüşlere mi ihtiyacımız var?
İlk iki romanımda insanın kimliği katman katman soyulunca elde kalanları irdeledim: Kültürümüz, inançlarımız, değer yargımız, cinsiyetimiz, dinimiz… Bütün bunları birer birer elersek ortada ne kalıyor? Son romanımda ise bu parçalardan tekrar bir bütün yapabilme olasılığını düşündüm. Bu kitap ‘kimlik kaybı’nın olumlu taraflarını inceliyor.
Antropoloji geçmişi de olan biri olarak günümüzü ezber bilgilerle değerlendirmenin yanlış olacağını düşünüyor musunuz?
Bir yazar olarak benim için en önemlisi genellemeler dışında düşünmeyi, dünyayı ayrıntıları ile görmeyi öğrenmek.
‘İstanbul benim için hep biraz gizemli bir şehir oldu’
İstanbul sizin için ne ifade ediyor? Burada yaşasanız kendinizi yine yabancı hisseder misiniz?
Ailem İstanbul’a ben ortaokuldayken taşındı. Beş sene İstanbul’da yaşadıktan sonra üniversiteye Amerika’ya gittim. O yüzden İstanbul benim için hep biraz yabancı, biraz gizemli bir şehir oldu. Ama İstanbul’u yeterince yakından tanımamak, bazı eski mahallelerine yabancı olmak, takside yol tarif edememek beni hep biraz mahcup etmiştir! Bu mahcubiyetin arkasındaki hissiyat herhalde İstanbul’u sembolik memleketim benimsemem.
Son olarak yeni kitabınız lohusalık üzerineymiş. Nasıl değiştirdi sizi anne olmak?
Hayatımın hiçbir döneminde bu kadar az vaktim olmamıştı. Ve hayatımın hiçbir döneminde bu kadar verimli olmamıştım! Anne olunca zaman ile ilişkim temelden değişti.