22.04.2022 - 07:01 | Son Güncellenme:
MÜJDE IŞIL - “The Northman/Kuzeyli”nin başkahramanın adı Amleth. Kuzeyden çıkmış yani İskandinav diyarından bir efsanenin öznesi kendisi. Amleth, Shakespeare'in de ilham kaynağı. Shakespeare'in tek oğlunun adının Hamnet, en meşhur trajedilerinden birinin adının da Hamlet olması tesadüflerle açıklanamaz elbette. “Kuzeyli” ile o efsanenin başına gidiyoruz.
Amleth, MÖ 9. yüzyılda Kuzey’de, babasının krallığında yaşayan bir veliaht çocuk. Hayran olduğu kral babasının, amcası tarafından öldürülüşüne şahit olunca, canını kurtarmak için toprağını terk ediyor. İçinde tek bir duygu var; intikam. Yıllar sonra geri döndüğünde krallığın kaybedildiğini ve katil amcasının iktidarını bir çiftlikte sürdürdüğünü öğreniyor. Köle olarak o çiftliğe girip intikam taşlarını döşemeye başlıyor.
Robert Eggers, bağımsız sinema cenahında çokça sevilen, takdir gören bir sinemacı. “The VVitch: A New-England Folktale” ve “The Lighthouse” ile kendine sağlam bir yer edindi. “Kuzeyli”ye getireceği yorum, bu açıdan hayli merak konusuydu. Eggers’ın bağımsız ruhlu bir destan çekmeyi hedeflediği anlaşılıyor. Hatta kendisi bu hedefi “Andrei Rublev” ve “Conan the Barbarian” arası olarak tarif etmekte. Kişisel olarak da hem “The VVitch: A New-England Folktale” hem de “The Lighthouse” ile ortak dünyası olduğu söylenebilir “Kuzeyli”nin. Yer yer Ari Aster’in gerilimli mistik dünyasını izliyormuş hissi de yaratıyor. Filmin bitiş jeneriğinde Aster’e özel teşekkürü görünce, tam isabet diyorsunuz.
Eggers bağımsız ruhunu korumaya çalışırken bir yandan da bunun bir stüdyo işi olduğunu ve yüksek bütçenin bol efektli ve gösterişli sahneler gerektirdiğinin de farkında. O yüzden şaşaalı bir aksiyon yapmaya da gayret ediyor. Ancak iki farklı tarz bir araya gelince ortaya öylesine uyumsuz bir karışım çıkıyor ki… Ahenksiz bir melez yapım da denebilir buna. Bir yanda mistik öğeler ve büyülerin uhrevi dünyası, bir yanda da ağızlarından tükürük saçanların maço dünyası, bitmeyen gürültü ve kan revan…
Yıldızlar geçidi
Eggers farklılık da yaratmayı başarmıyor değil. “Hamlet”teki masum kurban anne karakterini mütecaviz bir kadına dönüştürüyor örneğin. “Kuzeyli”ye “Macbeth” ruhu katmayı da ihmal etmiyor. Eş ve anne karakterini biraz buna bağlarken cadıların gelecekten haber vermeleri, “Hamlet” ve “Macbeth” buluşmasını sağlıyor. Yine de karakterlerin derinleştirilememesi ve olay örgüsünün ‘80’lerin “Conan”ı düzeyinde kalması, “Kuzeyli”yi ne bağımsız ruhlu bir film yapabiliyor ne de stüdyo yapımlarının akılda kalıcı bir örneği hâline getirebiliyor.
Yıldız oyuncu kadrosu için de söylenebilecek çok söz yok aslında. Alexander Skarsgård’ın kendini paralayan performansı hayranlarını memnun edebilir belki. Nicole Kidman’ın mimiklerini yitirme noktasındaki porselen yüzünün, tanınmaz hâldeki Ethan Hawke’ın ve uzun yıllar sonra sinema perdesine geri dönen Björk’ün varlığının filme katkısı nedir, tartışmaya açık. Anya Taylor-Joy’u sinemaya kazandıran Eggers, yeniden bir araya geldiği yıldızın ışığından bile faydalanamamış. Yine de sadece teknik işçilik ve efektler bana yeter diyorsanız, filmden mutsuz ayrılmazsınız.
Vizyonda öne çıkanlar
“Sundown/Günbatımı”: Michel Franco, kaosa odaklanan “Nuevo orden/Yeni Düzen”den sonraki filminde cennet gibi ortamla baş başa bırakıyor seyirciyi. Acapulco’da tatil yapan varlıklı bir adam, bir kadın ve iki genci izliyor film. Sakin ve keyifli geçen tatil, alınan bir haberin ardından huzursuzluğa dönüşüyor.
“Kerr”: Can, babasının cenazesi için geldiği kasabada bir cinayete tanık oluyor. Polisin ayrılmasına izin vermediği kasabada sıkışıp kalıyor. Kuduz köpekler, terk edilmiş lunapark, kimsenin cevaplamadığı sorular… Tayfun Pirselimoğlu’nun aynı adlı kitabından uyarladığı “Kerr”, İstanbul Film Festivali’nden En İyi Yönetmen ve En İyi Sanat Yönetmeni Ödülü ile döndü.