17.07.2022 - 07:01 | Son Güncellenme:
Ayşe Özdemir
Sayın Kaya Özkaracalar, fotoroman nerede, ne zaman doğmuştu?
Fotoroman, İtalya menşeili bir format. İkinci Dünya Savaşı yılları öncesinde İtalya’da ve Fransa’da sinema filmlerinin öykülerinin, filmlerden birbirini takip eden karelerle ve karelerin dışında düz metin yazılarla okuyuculara aktarıldığı fotoğraflı öyküler, fotoromanların öncülleri sayılabilir. Zamanla bu format, film karesi fotoğrafların dışına değil içine, çizgi romanlarda olduğu gibi diyalog yazılarının yedirilmesiyle bugün bilinen anlamda fotoromana doğru evrilmeye başlamış. Nihayet 1947’de İtalya’da sinema filmlerinden ayrı olarak özgün senaryolarla doğrudan bu mecra için üretime başlanmasıyla bildiğimiz anlamda fotoromanlar, İtalyanca adıyla fotoromanzi ortaya çıkmış.
Kısmen bir film kadrosu gibi miydi fotoroman ekipleri?
Öncüllerinin sinema filmlerinin matbu mecraya uyarlanmasının ötesinde, fotoromanla sinema ilişkisi fotoromanların özgün senaryolarla üretilmeye başlanmasından sonra da devam edegelmişti. Fotoromanlarda kimileri ünlü, kimileri az tanınan sinema oyuncuları da zaman zaman rol alıyorlardı. Ayrıca bu bağlamda az bilinen ama çok ilginç bir örnek, İtalyan yeni-gerçekçilik akımını başlatan “Bisiklet Hırsızları” (1948) filminin senaristi Cesare Zavattini’nin de ilk dönem İtalyan fotoromanlarının senaristleri arasında yer almasıdır.
Türkiye’de nasıl bir fotoroman atmosferi vardı o dönemde?
İtalyan fotoromanlarının Türkiye’ye ulaşması çok uzun sürmemiş; 1950’li yıllarda ülkemizdeki çeşitli dergilerin sayfalarında fotoromanlara da yer verildiğini görüyoruz. Geçen aylarda kovid hastalığından yitirdiğimiz duayen sinema tarihçisi Agah Özgüç’ün araştırmalarına göre, yerli bir filmden üretilen ilk fotoroman, 1948 yapımı “Çıldıran Kadın”ın fotoroman versiyonu olan ve 1952’de İnci dergisinde yayınlanan “Öldüren Aşk”. Yine Özgüç’e göre, herhangi bir filmden türetilmeyip, özgün bir senaryoyla çekilen ilk yerli fotoroman ise 1954’te Yelpaze dergisinde yayınlanmış olan ve başrollerde Muazzez Arçay ile Öztürk Serengil’in yer aldığı “Aşka İnandım”.
Fotoromanlar Türkiye’de nasıl bir yayın süreci geçirdi?
Aynen İtalya’daki seyre benzer şekilde ülkemizde de fotoromanlar önce muhtelif dergilerde o dergi içeriğinin bir unsuru, çok geçmeden temel atraksiyonu olarak yer alırken, bu yeni formata okuyucuların yoğun ilgisi üzerine zamanla salt fotoromanlara tahsis edilmiş yayınlar da piyasaya çıkacak ve günlük gazeteler de fotoromanlara yer vermeye başlayacaktı. Yerli üretim fotoromanlar, pek çok oyuncu ve yalnızca oyuncu değil, yönetmen için ek bir gelir kapısı olmuş. Yeşilçam’ın kimi ünlü oyuncuları, özellikle gazetelerde yayınlanmış fotoromanlarda zaman zaman rol almışlar. Bu konuda araştırmalar çok az olsa da Halit Refiğ’den Lütfi Akad’a dek bazı yönetmenlerin de fotoroman mecrasında ‘kamera arkasına’ geçmiş olduğu biliniyor.
Fotoromanın popülaritesini kaybetmesi de televizyonla ilişkili mi?
En azından Türkiye bahsinde fotoromanın o yıllarda gördüğü ilgiyi, televizyonun henüz ulaşmadığı ülkemizde sinemaya matbu mecrada da olsa en benzer format olmasıyla ilişkilendirmek düşünülebilir. Ancak fotoromanların popülaritesinin televizyonlu yıllarda da uzunca bir dönem, 1980’lere dek, hatta 1980’lerde de sürmüş olmasının ışığında fotoromanın doldurduğu boşluğun salt televizyonun yokluğuna indirgenemeyeceği de açık. Öte yandan 1980’lerin sonlarından itibaren özel televizyon kanallarının yaygınlaşması, televizyon yayınlarının içeriğinin çeşitliliğinin artmasıyla fotoromanların düşüşe geçmesi de eş zamanlı görünüyor. Aynı dönemde yalnızca fotoromanların değil, çizgi roman yayıncılığının da düşüşe geçmesi, özel televizyonların matbu mecradaki görsel formatlara ilginin azalmasında payı olabileceğini düşündürüyor.
Fotoromanlarda baskın konu neydi?
İster fotoroman okumuş, isterse yalnızca kapaklarına bakmış olsun, fotoromana aşina herkesin bildiği üzere bu formatta baskın janr, aşk anlatılarıydı, tıpkı Yeşilçam’da baskın janrın uzunca bir dönem melodramlar olması gibi. Fotoromanın anavatanı olan İtalya’da da aynı durum söz konusu.
ODTÜ siyaset biliminde lisans ve yüksek lisans, Bilkent Üniversitesi’nde grafik tasarımında doktora yapan Prof. Dr. Kaya Özkaracalar, yurtiçi ve yurtdışında çeşit yayın organlarına sinema yazıları yazdı. Sinema yazılarını Altyazı dergisinde ve İleri Haber portalında sürdüren Özkaracalar, iki kitaba imza atarken, çeşitli belgesellerde de eş yönetmen olarak yer aldı. Özkaracalar, halen Bahçeşehir Üniversitesi Sinema-TV Bölümü’nde öğretim üyesi.
Killing, Türkiye’de sinemaya uyarlanmıştı
Kaya Özkaracalar, fotoromanlarda baskın konunun aşk olduğunu ama başka türlerde de üretim yapıldığını anlattı: “Bu devasa piyasada ana akım fotoromanlara oranla marjinal bir yer kaplasalar da çok farklı janrlarda da fotoromanlar üretilmiş. Türkiye’de bu minvalde en tanınmış örnek Killing. İtalyan menşeili bir anti-kahraman fotoromanı olan Killing ülkemizde bir dönem, 1960’ların ikinci yarısında o kadar ilgi görmüş ki, bu ilgiden nasiplenmek amacıyla Yeşilçam’da o yıllarda çok sayıda Killing filmi çevrilmiş, oysa anavatanı olan İtalya’da Killing sinemaya uyarlanmış değil! Ülkemizde yayınlanmış farklı türdeki bir diğer fotoroman ise yine 1960’ların sonlarında, Yeni 1001 Roman dergisinde kendine yer bulan Tarzan ki bu da orijinal adı Antar olan İtalyan üretimi bir fotoroman. Antar bariz biçimde Tarzan taklidi bir fotoroman olsa da İtalyan yayıncı telif hakları ihlalini savuşturmak için olsa gerek, fotoroman kahramanlarına özgün bir ad verirken, Türkiye’deki yayıncı böyle bir kaygı gütmeden Tarzan adıyla yayınlamış.
Korku türünde de yayın yapılmıştı
Kaya Özkaracalar, korku fotoromanlarıyla ilgili olarak da şu bilgileri verdi: “1970’lerde çeşitli ülke sinemalarından kimi korku filmlerinin fotoromanları ve bu arada bir de herhangi bir korku filminden türetilmemiş özgün bir İtalyan korku fotoromanı, o yıllarda çıkan “Dehşet” ve “Korku” başlıklı korku çizgi romanları dergileri içinde yayınlanmış, bunlardan biri sonradan albüm olarak da basılmıştı. Öte yandan İstanbul’da çekilmiş ve Fikret Hakan’ın da yardımcı rollerden birinde yer aldığı İtalyan erotik korku filmi “Il sesso del diavolo”nun (1971) fotoromanı “Sex Foto Roman” adlı bir dergide “Şeytan’ın Esiri” başlığı altında yayınlanmaya başlanmış. Ancak bu fotoromanın, kısa ömürlü olduğunu sandığım bu dergide sonuna dek yayınlanıp yayınlanamadığını saptamak bugüne dek olanaklı olamadı.”
Güzel kız, yakışıklı erkek finalde hep kavuşurdu
Türkiye’de de çok sayıda tutkunu olan İtalya kaynaklı cep fotoromanlarda, bir dönemin Yeşilçam filmleri gibi güzel kadın ve yakışıklı erkek oyuncular rol alırdı. Bu oyuncular fotoromanlarda sevgilileri oynarken, birtakım sıkıntılar ve ayrılıklar yaşadıktan sonra finalde mutlaka birbirine kavuşurdu. Mutluluğun kaçınılmaz olduğu cep fotoromanların kapakları birinci hamur kağıda basılır, kapaklarda da sevgili rolündeki oyuncuların fotoğrafları yer alırdı. Örneğin İtalyan sinemasının dev oyuncusu Sophia Loren ve ünlü şarkıcı Raffaella Carra kariyerlerine fotoroman oyunculuğuyla başlamıştı. İtalyan aktris Ornella Muti ile ablası Claudia Rivelli de romantik İtalyan fotoromanlarında rol alarak mesleğe adım atmıştı. İtalyan fotoromanlarının en yakışıklı oyuncularından biriyse Franco Gasparri’ydi. Yeşilçam’da da dönemin birçok oyuncusu fotoroman oyunculuğundan sonra sinema kariyerine başlamıştı. l AYŞE ÖZDEMİR