29.09.2008 - 00:57 | Son Güncellenme:
Miraç Zeynep Özkartal
Leylâ Erbil, “Zihin Kuşları” adlı kitabının bir yerinde, 1955’te Onat Kutlar ile “Türk edebiyatını nasıl yenileştirecekleri” üzerine yaptığı bir konuşmayı aktarır. “Ben”, demiştir Erbil, “İnsanı anlatmakta artık yetersiz kalan bu dili, bu kalıpları değiştireceğimi söylüyorum”. Sonra da devam eder: “Neyi ne kadar yapabildik bilmiyorum ama...”
İşte Leylâ Erbil’in ‘neyi ne kadar yaptığı’, Türk edebiyatında kalıpları nasıl değiştirdiği, dile ve anlatıma kattığı, etkisi kuşaklarca sürecek yenilikler ve edebiyatımızın ‘taşıyıcı kolonlarından’ biri oluşu konuşuldu önceki gün Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampusü’nde.
Hallaç etkisi!
PEN Türkiye Kadın Yazarlar Komitesi’nin yaklaşık bir yıldır sürdürdüğü “Edebiyattan Hayata” etkinliklerinin konuğuydu Leylâ Erbil. Bir de alt başlığı vardı bu etkinliğin: Erbil’in 1960 tarihli ilk öykü kitabı “Hallaç”tan yola çıkarak “Edebiyatta
Hallaç Etkisi”.
Leylâ Erbil de bizzat katılmıştı toplantıya. Boynunda gözlerinin mavisini daha da ortaya çıkaran fuları, eskiden simsiyah şimdi ise bembeyaz rengiyle Erbil’in ‘keskinliği’nin temsilcisi gibi görünen saçları, nezaketinden asla şüphe etmeyeceğiniz ama kendinize çekidüzen vermenizi zorunlu kılan tavrıyla girdi kapıdan Leylâ Erbil. Olur da saçmalarsanız, sizi azarlar diye değil, puanınızı kırar diye üzülürsünüz.
Salona girince perdede komitenin bu etkinlik için hazırlattığı afiş karşıladı bizi. Leylâ Erbil daktilo başında yazıyor, etrafında dans eden bir sigara dumanıyla... Artık yalnızca Leylâ Erbil’i ve edebiyatını konuşma zamanıydı.
Önce PEN Türkiye Kadın Yazarlar Komitesi Başkanı Müge İplikçi geldi mikrofona; “karşısında kalbimiz çarpıyor” dediği Leylâ Erbil’e kısa bir mektupla seslendi.
Daha sonra ise Türkiye Yazarlar Sendikası Başkanı Enver Ercan “Ne zaman görsem yüreğim titrer, ne zaman yapıtlarını okusam kendimi gözden geçiririm” sözleriyle selamladı Erbil’i.
Sırasıyla Nalan Barbarosoğlu, Reyhan Yıldırım, Karin Karaşlı, Gönül Kıvılcım, Mahmut Temizyürek, Sezer Ateş Ayvaz, Leylâ Erbil’in edebiyatını farklı bakış açılarından inceledikleri konuşmalar yaptılar. Feryal Tilmaç ise yazarın albümünden fotoğraflar eşliğinde yaşam öyküsünü aktardı dinleyenlere. Konuşmaların ortak noktaları; bu edebiyatın benzersizliği, yapıtlarının 2008 yılından bakınca da ilk yazıldıkları günün etkisini yaşatması ve Erbil’in, edebiyatından olduğu gibi siyasi duruşundan da asla taviz vermeyişiydi.
Tülin Tankut ise arkadaş gözüyle anlattığı Erbil’in cesaretinden, yürekliliğinden, sözünü esirgemeyişinden söz etti ve Erbil’in şu sıralar yeni bir kitap üzerinde çalıştığının müjdesini verdi.
‘Şiirle beslenen bir yazar’
Toplantının ikinci bölümünde gösterilen, Nalan Barbarosoğlu’nun yazarla yaptığı kısa söyleşiyi içeren “Leylâ Erbil ile Birkaç Dakika” adlı filmde; Erbil, yazarlığının başlangıcında Beckett, Dostoyevski, Faulkner, Kafka, Shakespeare’den etkilendiğini, onların insanı anlatırken Türk edebiyatında kullanılmayan bir dil kullandığını söylüyor, “Ben düzyazıdan çok şiirle beslenen bir yazar olduğumu düşünüyorum” diyordu. Söyleşinin son cümlesi ise şöyleydi:
“Alışılmış bir tarzım yok, neyi ne kadar değiştirdiğim sorusuna ‘İşte kitaplarımdaki kadar’ diye cevap verebilirim.”
Leylâ Erbil, hangi yazarlardan etkilendiğini anlattıktan sonra Selim İleri de kendiedebiyatı üzerindeki Leylâ Erbil etkisinden söz etti, “Düzyazımda Erbil’den pek çok satır, söyleyiş vardır. ‘Hallaç’, edebiyatımızın en önemli yapıtlarından biri... Bütün eserlerine, yazdığı her satıra büyük hayranlık duyduğumu söylemek istiyorum.”
Etkinliğin son konuşmacısı Füsun Akatlı ise Erbil’in edebiyatı ile siyasi görüşünü bir arada değerlendirdi: “Siyasi duruşu ve mücadelesinden hiç vazgeçmeyen Erbil’in 50 yıl sonra hangi toplumsal ve siyasal koşullar altında hangi mücadelelere güç kattığı çok önemli olmayacak. Ne önemli olacak? O mücadelelerin içinde doğru ve tavizsiz yer almış olduğu... Leylâ Erbil nasıl edebiyatta marjinalse toplumsal bilinç açısından da marjinal.”
“Edebiyattan Hayata: Leylâ Erbil” etkinliği, PEN Türkiye Başkanı Tarık Günersel’in teşekkür konuşmasıyla son buldu. Günersel’in şu sözleri, salondakilerin hislerine tercüman oldu:
“Burada insan olmaktan kıvanç duyduğum saatler yaşadım”.