21.12.2024 - 07:02 | Son Güncellenme:
Efnan Atmaca - “Şişli’de bir apartıman/Yoksa eğer hâlin yaman...” sözleriyle hafızamıza kazınan “Lüküs Hayat”la gösterişli dünyaların acısı sonradan gelen şeker gibi tadını öğrendik, “Deli Dolu” operetinde de uyanıklık adına yapılanların bedelinin nasıl ağır olduğuna tanık oluyoruz. “Deli Dolu” operetinin bestesi Cemal Reşit Rey’e, librettosu Ekrem Reşit Rey’e ait. İlk kez 12 Aralık 1924’te İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrosu tarafından Beyoğlu’ndaki Halep Pasajı’nın içinde yer alan Eski Fransız Tiyatrosu’nda sahneleniyor. Ne tesadüftür ki yine bir aralık günü, ilk sahneleşinden 90 yıl sonra İstanbul Devlet Opera ve Balesi tarafından Süreyya Operası’nda prömiyerini gerçekleştirdi.
“Deli Dolu” operetinde Şişli’de bir apartmana değil, İstanbul’da süper lüks bir otele gidiyoruz: Süreyya Palas. Sahibi iki Yahudi iş insanı. Otel öyle büyük sükse yapıyor ki kapılar bacalar yıkılıyor, açılışına dünyaca ünlü Arjantinli müziyen bile geliyor. Görünürde her şey zarif, gösterişli, usturuplu... Ama arkadan dolanınca hiçbir şeyin öyle olmadığını görüyorsunuz. Operette riyakârlık, samimiyetsizlik ve kopuk aile bağları, dönemin toplumsal yapısına ışık tutan temel temalar olarak öne çıkıyor. Bireysel ve toplumsal değerlerin nasıl yozlaştığını ve gerçek duyguların yerini sahte, çıkar odaklı ilişkilerin aldığını gösteriyor. Kimse kimseyi çıkarı olmadan sevmiyor. Aslında bir trajediyi esprili ve eğlenceli bir dille anlatıyor operet. Hayatın kötü yönlerini olabildiğince muzipçe veriyor ki değiştirme gücünü seyirci kendinde bulsun. Neredeyse 100 yıl öncesinde bugüne bakarken pek bir şeyin değiştirmediğini gösteriyor operet. Hele bir de gençlik takıntısı üzerine bir eleştirisi var ki sanki bugünleri görmüş gibi taşı gediğine oturtuyor. Şebnem Özsaran’ın sahneye koyduğu eserin Orkestra Şefi Murat Kodallı. Sahnede solistlerden ve dansçılardan oluşan kocaman bir ekip var. Prömiyerde sahneye sığmadıklarını söyleyeyim gerisini siz düşünün. Bu belki de çok bilinmeyen, hakkı yenmiş eseri Özsaran ile konuştuk.
■ “Deli Dolu” operetinin Rey Kardeşler ve Türk sanat tarihi açısından nasıl bir önemi var?
Cemal Reşit Rey, ülkemizin ve Cumhuriyet döneminin “Türk Beşleri” adı altındaki ilk klasik müzik bestecilerinden biri. Üstelik İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nın (Eski adıyla Şehir Tiyatrosu Orkestrasi) kurucusu. Klasik, çoksesli müziğin öncülerinden ve tabii ki ağabeyi Ekrem Reşit Rey de Fransız müzikal kültürünü ülkemize adapte etmeye çalışan önemli bir isim, Türk operetleri konusunda öncülük etmiş bir yazar. İki kardeşin de adlarını Türk operet, müzikal tarihine öncü sanatçılar olarak yazdırdıkları bir gerçek. İkinci Dünya Savaşı’nda yok olan operet konusu, iki kardeşin çalışmalarıyla yeniden doğmuş ve yarattıkları eserlerle hayat bulmuş.
■ Sahnelemede coşku ve keyif ön plandaydı ve her kesime hitap ediyordu. Birleştirici, buluşturucu bir yanı olduğunu da düşünür müsünüz?
90 yıl önce yazılmış bir eser ve içindeki her şey hayatın gerçeklerini, yaşanmışlıklarını yansıtıyor. Hangi yaşta olursa olsun, herkesin hayatının içinde varolan şeyler. Yer yer yansıttığı dramatik ve acı tarafları olsa da eğlenceli bir konunun içine zekice serpiştirilmiş, mizahi bir anlatım var. Rey kardeşler bu realistik ögeleri seyircilerin gözlerinin önünde işlerken Fransa’da ve İsviçre’de yaşadıkları dönemde çok moda olan esprili anlatımları da içine katmışlar. Eserin dinamiğini, enerjisini yükseltmişler müzikleriyle. “Eğlenin ve keyif alın, pembe bulutlar içinde değiliz hiçbirimiz, gerçekleri de göz ardı etmeyin” der gibiler. Biz de ekip olarak bunu vermeye çalıştık. Sanırım bu yüzden her kesimden, her yaştan insanı ortak bir noktada buluşturuyor.
“Zarafet, incelik, nükte”
“Deli Dolu” operetinin ilk oynanışında sahneyi Hâzım Körmükçü, Bedia Muvahhit, Reşit Gürzap, Semiha Berksoy, Behzat Butak, Feriha Tevfik, Muammer Karaca, Vasfi Rıza Zobu ve Şevkiye May gibi Türk tiyatrosunun efsanevi oyuncuları paylaştı. Cemal Reşit Rey ise bir söyleşisinde “Operetle halka ne verebiliriz?” sorusunu şöyle yanıtladı: “Zarafet, incelik, nükte, güleryüzlülük, hoşgörü… Bir sırada 50 kişi oturmuşsa, 50 kişi de gülüyorsa bu bir sosyal hadisedir. İnsanları birbirine yaklaştırmak için çok mühimdir. Revülerde yaşamları devrin şakacı taklidi, bazen tenkit bile yapılır. Şakacı olursa yapıcı olur.”
“100 sonra da değişmeyecek”
■ İki yüzlülük, para hırsı, birbirinin ardından iş çevirme merakı, her şeye rağmen genç kalma hevesi gibi konuları işliyor eser. Sanki yıllar içinde insan hiç öğrenmemiş, hiç ders almamış, hiç değişmemiş gibi...
Az önce de dediğim gibi hayatımızı farklı renkleriyle yaşıyoruz. 100 yıl sonra da bu durum değişmeyecek bence. Bunu şöyle örnekleyebilirim: Genç bir kız veya erkek, ebeveynlerinin yaşanmışlıkları ve tecrübeleri çok olsa dahi, öngörülerini kabul etmeyip, yaşayarak öğrenmeyi tercih ederler. Öğrendiklerinde de ders alırlar mı? Tartışılır. Çünkü benzer hataları yapmaya devam ederiz. Bu da bir gerçek.