04.11.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
MÜJDE IŞIL
MÜJDE IŞIL- Michel Hazanavicius 10 sene önce Martin Scorsese, Steven Spielberg ve Terrence Malick’in filmleriyle yarışıp En İyi Film ve Yönetmen dahil beş Oscar kazandığı “The Artist” ile tüm dünyaca tanınmıştı. Oscar yarışında güçlü ve tecrübeli rakiplerine baskın gelmesinin başlıca nedeni, Hollywood nostaljisi ve güzellemesi yapmasıydı. Sonrasında Godard biyografisi “Le Redoutable”a imza atarak bu sefer Avrupa sinemasının mihenk taşlarından birine saygı duruşunda bulundu. Yeni filminde yine sinemayı merkezine alıyor, yine sektöre içeriden bakıyor ama bu sefer bir yeniden çevrime imza atıyor; 2017 tarihli Japon filmi “One Cut of the Dead”in yeniden çevrimine…
Filmin ilk yarım saatinde düşük bütçeli bir zombi filminin çekimine şahit oluyoruz. Filmin yönetmeni, daha iyi performans almak için tüm ekibi şiddetle zorluyor. Çekimler devam ederken gerçek zombiler seti basıyor. Herkes can derdine düşüyor. Zombi filmi sevenlere bile seyrettiği bu sahneler o kadar tuhaf geliyor ki “Filmin sonunu getiremeyeceğim” diye düşündürtüyor. Örneğin tüm karakterler Fransızca konuşuyor ama her birinin ismi Japonca. Bazı sahnelerde kadraj bomboş kalıyor, karakterler uzun uzadıya bağırıp duruyor vs.
Film içinde film
Asıl film, bu zombi filminin son jeneriğinin akmasından sonra başlıyor. Çünkü tahammülü zorlayan bu filmin neden ve nasıl çekildiğini anlatmaya başlıyor aslında film. Bundan sonrası çok keyifli hem de çok dokunaklı. “Coupez!/Kestik!”i kısaca özetlemek gerekirse sinema yapma tutkusuna ve imkânsızlıklardan imkân yaratan film ekiplerine övgü denebilir. Ne de olsa 30 dakikası tamamen tek planla çekilen bir film söz konusu. Bu övgüyle beraber bol bol da ti’ye alma var elbette. Fransız sinemasının Adam Driver’ı kabul edilen ve Lars von Trier ile çalışmış erkek oyuncunun eleştirileri, rolünü fazla ciddiye aldığı için oyunculuğu bırakan aktrist, proje için yaratıcı değil de işi sorun çıkarmadan tamamlayacak bir yönetmen arayışı vs. hepsi hayli komik. George A. Romero’nun zombi filmlerindeki kapitalizm eleştirisi, bu filmde yabancı sermayenin istediğini yaptırmasına dönüşüyor örneğin. Bir noktadan sonra ekibin tek sorunu ne olursa olsun bu projeyi tamamlayabilmek oluyor. “Ed Wood”un ruhunu hissediyoruz yani filmde. Yeniden çevrim yapsa da Hazanavicius’un sinema sevgisini izlemek farklı bir tat veriyor izleyenlere.
Filmin oyuncu kadrosu da gayet başarılı. Michel Hazanavicius ile evli olan Bérénice Bejo her filminde olduğu gibi yine parlıyor. Romain Duris hem delirmiş hem de çaresiz yönetmen rolünde harika. Finnegan Oldfield da Adam Driver’dan geri kalmıyor doğrusu. Hazanavicius’un bir de sürprizi var, orijinal filmin hayranlarına. Yapımcı Matsuda Hanım’ı canlandıran Yoshiko Takehara, Japon filmindekiyle aynı rolde çıkıyor karşımıza.
Ben, sadece ben
Babis Makridis, Yunan Yeni Dalgası’nın başarılı örneklerinden olan “Oiktos/Zavallı”da, karısı komada olduğu için herkesin ilgi ve ihtimam gösterdiği adamın bu ilgiye bağımlılığını anlatmıştı. Norveç sinemasından gelen “Syk Pike/İlgi Manyağı” ise mevzuya daha ‘genç’ ve güncel bir açıdan bakıyor. Kahramanımız Signe, sanatçı sevgilisi Thomas ile yarış hâlinde bir ilişki sürdürmektedir. İkisinin de rekabet konusu, ilgi çekmektir. Thomas mesleği gereği ön plana çıktıkça Signe, ilgiyi kendi üzerine toplayacağı bir yol bulmaya çalışır. Küçük yalanlarla süren bu yarış bir süre sonra Signe’nin hayatını tehlikeye sokacak bir noktaya ulaşır.
Kristoffer Borgli’nin yazıp yönettiği “İlgi Manyağı”, günümüzde özellikle sosyal medya üzerinden sorguladığımız daha çok görünür olma, hasta olduğunu bile oradan duyurarak kısa süreli de olsa ilgiyi bekleme gibi belirtileriyle psikolojik bir salgını konu alıyor. Ama bunu doğrudan sosyal medya eleştirisi üzerinden yapmıyor çünkü salgının belli bir platform değil, genel ruh hâli sorunu olduğuna dikkat çekiyor. Onaylanmayı istemekten daha öte bir sorun olduğuna… Bu ruhsal salgına dair filmin finaldeki önerisi pek nahifçe ama asıl rahatsız eden nokta, filmde yarış hâlinin kadına yüklenmesi. Thomas da söylediği yalanlarla, kız arkadaşını gerisinde tutmaktan mutluluk duymasıyla eleştiriden payını alıyor ama Signe kadar antipatik, hasta ruhlu resmedilmiyor. Bu senaryoyu bir kadın yazsaydı nasıl bir film çıkardı diye düşünmekten alamıyorsunuz kendinizi.