Kültür SanatCem Sultan’ın sürgün hayatı

Cem Sultan’ın sürgün hayatı

05.09.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:

Çağla Ural politika, edebiyat ve aşkı birleştiren romanlarıyla ilgi çeken bir isim. Son kitabı “Sultanla Son Dans”da sürgünde büyüyen Şehzade Cem’in hikâyesini anlatan yazar “Sürgün edilen Osmanlı Hanedan üyeleri her ne kadar yeni Türkiye’yi uzaktan gururla izledilerse de Şehzade Cem’in yaşadığı ikilemi yaşamışlar, sürgünde yaşamayı kabullenememişlerdir” diyor

Cem Sultan’ın sürgün hayatı

Efnan Atmaca - Eylül ayıyla birlikte pek çok yayınevi yeni kitaplarını yayımlıyor. Ancak kitap bolluğunda bazı kitaplar öne çıkamayabiliyor. Çağla Ural’ın bu yılın ilk aylarında çıkan “Sultan’la Son Dans” adlı romanı işte onlardan biri. Sürgün edilmiş Hanedan üyesi Cem’in kendini bulma hikâyesini konu alan kitap arka fonuna İkinci Dünya Savaşı ile İtalyan mafyasını alarak okuma keyfi sunuyor. Yazarın bir önceki kitabı ise son romanının başladığı yerde bitiyor. “Esir Şehirde Bir Kadın”, işgal altındaki İstanbul’da yaşanan bir aşk hikâyesi. Ama onun da arka fonunda Kurtuluş Savaşı mücadelesiyle İstanbul’un değişen yaşamı var. New York’ta yaşayan yazarı bulduk, sorularımıza cevap verdi. Bu haftanın tavsiyesi olsun bizden.

Haberin Devamı

Öncelikle “Esir Şehirde Bir Kadın” ile başlayalım. Bu romanda Kurtuluş Savaşı’nı, Halide Edib’in bu mücadeledeki rolünü ve Türk-Rum ilişkilerini harmanlıyorsunuz. Cumhuriyet kurulurken yaşananları bir romana dönüştürme fikri nasıl doğdu?

“Esir Şehirde Bir Kadın”ı yazma fikri Cumhuriyet öncesi İstanbul’un Moda semtinde doğan anneannemin bana anlattığı çocukluk hikâyelerini kaleme alma isteğimle doğdu. Gençliğimde, Moda’da bir konakta büyüyen ve Çamlıca Kız Lisesi’nde yatılı okuyan anneannemin çocukluk ve gençlik anılarını dinlemiş ve çok etkilenmiştim. İstanbul’un değişik kültürlerden oluşan kozmopolit yapısını anlatmak, bu kültür mozaiği içinde birlikte yaşayan Rum, Ermeni ve Musevi ve diğer etnik kökenlerden gelen İstanbul halkının nasıl dost ve kardeşçe bir arada yaşadıklarını, I. Dünya Savaşı’nın ise tüm bu düzeni nasıl bozduğunu, insanların doğru bildikleri her şeyin bir anda yanlış çıkabildiğini kaleme almak istedim.

Haberin Devamı

Cem Sultan’ın sürgün hayatı

İstanbul’un işgal dönemi ve Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcını yazarken Halide Edib gibi güçlü bir kadın karakterinden etkilenmemek mümkün değil. İleri görüşlü kadın hakları savunucusu, siyasetçi ve asker olan Halide Edib’i romanıma katarak onun işgal günlerinde topluma nasıl örnek olduğunu ve genç nesilleri nasıl etkilediğini göstermek istedim. Cemile karakteri Halide Edib’i kendine örnek alan, onun yolunda gitmeye çalışan, mücadeleci, ilerici, açık fikirli tüm genç kadınları temsil ediyor.

Kitapta I. Dünya Savaşı sonrası İstanbul’unu anlatıyorsunuz. Beyaz Rusların dramı ve Bolşevik İhtilali. İstanbul’un savaşla birlikte kabuk değiştirmesi arka fonda.

I. Dünya Savaşı’nın sonunda İstanbul’a işgal kuvvetleri ile İngiliz, Fransız, İtalyan, siyahi ve Hint askerleri gelmiş, üzerine bir de Bolşevik devrimi ile Rusya’dan kaçan 150 bine yakın Beyaz Rus, İstanbul’a gelince İstanbul tarihinin en kozmopolit, çok kültürlü, çok milletli günlerini yaşadı. Çok milletli yeni İstanbul, halkını da doğal olarak bir dönüşüme zorladı. Şehre gelen Beyaz Rusların kültür sanat dallarında şehre olumlu etkisi olmuştur. İstanbul halkının bale ile tanışması, ilk bale okulunun açılması, Rus müzisyenlerin özellikle besteci, piyanist, opera sanatçılarının gelip resitaller vermeleri ile klasik müzik tanınmış, Rus modacıların, ressamların, yazarların ve sporcuların da sanat ve spor kültürüne büyük etkileri olmuştur. Restoranlar, kafeler açılmış, ilk caz kulübü açılarak siyahi müzisyenler eşliğinde İstanbul caz ile tanışmıştır. Öte yandan yabancı kadınların göç dalgasıyla şehirde fuhuş, uyuşturucu satışı ve kumar da artmıştır. İşgal sonrası İstanbullular yaşadıkları tüm bu zor yılları sonunda geride bırakırken, yıllarca misafir ettikleri göçmenlerin getirdiği kültürel yenilikleri yeni yaşamlarının bir parçası haline getirdiler.

Haberin Devamı

Bir sonraki roman “Sultanla Son Dans” sanki bir öncekinin bittiği yerde başlıyor. Bu kez sürgün edilmiş bir Osmanlı sultanı var başrolde ve onun yaşadıkları. Osmanlı hanedanının yurdundan sürgün edilmesi neler değiştirdi sizce tarihte?

Sürgün kararının şaşkınlığı içinde yurt dışına çıkan Hanedan ailesi, başta bu kararın kendilerine Ankara tarafından verilmiş kısa süreli bir çeşit ‘ceza’ veya ‘tehdit’ niteliğinde olduğunu, kısa süre sürgünde kalıp sonra affedilip yurda geri çağırılacaklarını düşünüyordu. Türk milletinin böyle bir karara büyük tepki göstererek Hanedan ailesini Türkiye’ye geri getirmek için Ankara’ya baskı yapacaklarına kesin gözüyle bakıyorlardı. Ama düşündükleri gibi olmadı. Türk milleti, koca bir dünya savaşı ve kurtuluşu yaşamış, toprak, can kaybetmiş, çok yara almıştı. Yaralarını henüz sarıyordu ve yeni kurulan Cumhuriyet ile artık ileriye bakmaya çalışıyordu, geçmişe değil.

Haberin Devamı

Cem Sultan’ın sürgün hayatı

O günün şartları altında Cumhuriyetin geleceği ve Türk milletinin bir an önce önüne bakabilmesi için alınmış olan bu gerekli karar, Türk milletinin altı yüzyıllık hükümdarlığını devam eden Hanedan ile yollarını artık kesin ve geriye dönülemez bir şekilde ayırmaya, cumhuriyeti, demokrasiyi, laikliği daha kolay benimsemesine yardımcı olduğunu düşünüyorum.

Haberin Devamı

O insanların sürgünde geçirdikleri hayatlar için neler söylersiniz? Biliyoruz ki pek çoğu genç Türkiye Cumhuriyeti’ni de destekliyordu içten içe tıpkı Cem gibi. Bir parçası olmak istiyorlar, uzaktan da olsa gurur duyuyorlardı.

Bu oldukça ilginç bir konu aslında. Osmanlı hanedan ailesinin sürgün öncesi son dönemlerini incelediğiniz zaman, veliahtların, şehzadelerin ve aile üyelerinin politika ve memleket yönetiminden çok farklı konulara ilgi duyduklarını görüyoruz. Örneğin Sultan Vahdettin, edebiyatla, müzikle ilgilenen sanatçı yapılı biriydi ve padişahlık görevi için hiç hazır değildi. Halife Abdülmecid Efendi ise son derece yetenekli bir ressamdı. Tabloları yurt içi ve yurt dışında sergilenirdi, yetenekli bir müzisyendi. Ancak hem Vahdettin hem de Abdülmecid Efendi Avrupa’da geçirdikleri sürgün yıllarında çekişmeyi bırakmamış, ikisi de Hanedan aile lideri sıfatının kendilerinde olduğunu iddia etmişlerdir. Hatta, Hanedan’ın Irak petrolleri üzerindeki haklarından yararlanabilmek için aile birliği gereği Abdülmecid Efendi’den Vahdeddin ile ortak bir vekalet vermeleri istenince iki kuzen yine aile reisliği konusunda çekişmiş, Hanedan üyeleri Irak petrol gelirinden faydalanamamıştır. Osmanlı Hanedan üyeleri her ne kadar yeni Türkiye’yi uzaktan gururla izledilerse de, “Sultanla Son Dans”da Şehzade Cem’in yaşadığı ikilemi yaşamışlar, sürgünde yaşamayı kabullenememişlerdir.

“Edebiyat ve politika arasında sıkı bir bağ var”

Politika ile edebiyat arasındaki bağı nasıl görüyorsunuz?

Politika, insan hakları, hayvan veya doğa hakları ile ilgili fikirlerimizi başkaları ile paylaşmanın değişik yöntemleri var. Bazen sesimizi siyasi arenalarında boy göstererek, mitinglere, protestolara katılarak duyurabiliriz, bazen de farklı bir yola giderek edebiyat, film, tiyatro, belgesel, resim veya buna benzer bir sanat dalını kullanarak dünyaya sesimizi duyururuz. Dolayısıyla edebiyat ve politika arasında çok sıkı bir bağ var. Kendi tarihimizden, Halide Edib’ten örnek verecek olursak, Halide Edib, “Ateşten Gömlek”i cephede yazmış ve Kurtuluş Savaşı’nda neler yaşandığını işlemişti.

Günümüzde ise politikanın edebiyatla yakın bağını en güzel işleyen kitaplardan biri Khaled Hosseini’nin 2003’te yayınlanan ve Taliban zulmünü anlatan kitabı “Uçurtma Avcısı”, bir diğeri de Pakistanlı kadın yazar Malala Yusufzay’ın henüz 15 yaşındayken eğitim hakkı mücadelesinde Taliban tarafından nasıl silahlı saldırıya uğradığını anlattığı “Ben Malala” isimli kitabı.