25.03.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
MÜJDE IŞIL - Son zamanlarda Hercule Poirot’ya merak sarsa da Kenneth Branagh yetkin bir Shakespeare oyuncusu olduğu gibi sinemada da Shakespeare uyarlamalarının uzmanı sayılır. Senaristliği de bu uyarlamalardan gelir. Yazıp yönettiği “Belfast”ta ise kendi çocukluğuna uzanıyor ve o dönemde alevlenen Kuzey İrlanda sorununun işçi sınıfı aileler üzerindeki etkisini anlatıyor.
Dokuz yaşındaki Buddy; annesi, babası, ağabeyi, büyükanne ve büyükbabasıyla Belfast’ta yaşıyor. 15 Ağustos 1969 günü meydana gelen saldırı herkesin huzurunu bozuyor. İngiltere’ye bağlı kalmak isteyen Protestan grup, Katoliklerin evlerine saldırıyor. İş için Londra’ya gidip gelen Buddy’nin babası da tarafını seçmesi için baskıya maruz kalıyor. Aile, gitmekle kalmak arasında seçime zorlanıyor.
Film, bugünün renkli Belfast görüntüleriyle açılıyor. Kültür sanat ve sanayi merkezi bir şehir… Titanik’in inşa edildiği yer de burada, “Game of Thrones”un çekildiği alanlar da… Renkli açılışın sonrasında (tiyatro oyunu ve sinema filmi sahneleri dışında) siyah beyaza dönüyor film. Kenneth Branagh’ın dokuz yaşındaki hâli olan Buddy’nin gözünden izliyoruz tüm o çatışmaları ve ailenin içine düştüğü zor durumu. Kuzey İrlanda’nın bu en büyük şehrinin Birleşik Krallık ile İrlanda Cumhuriyeti arasındaki bölünmüşlüğü Buddy’ninki gibi pek çok aileyi doğup büyüdüğü topraklardan kopmaya zorluyor. Kenneth Branagh hikâyesini hem kendi küçüklüğünün hem de anne karakterinin üzerine kuruyor. Erkek meselesi gibi görünen bu savaşta ne tavır alınacağına kadının karar verdiğini vurguluyor. İnanç üzerinden yapılan ayrışmanın ve korkutmanın, bireyden toplumlara uzanan sorunlara yol açtığının da altını çiziyor.
Kenneth Branagh “Belfast”ta kişisel ve siyasi tarihten acı anıları seyirciyle paylaşırken iki şeyi elden bırakmıyor: “Aşırı sevimli” gö-rünme yapmacıklığını ve o çok sevdiği teatral tarzını… Mekân kullanımından oyuncu yönetimine kadar sinema estetiğinden ziyade sahne tozu kokuyor film. Başrolde çocuk kahraman olmasında ise doğallıktan ziyade seyircinin ve ödül dağıtıcılarının gönlünü okşa-ma kolaycılığı hâkim. “Bakın bunu net gördünüz mü, iyice duygulandınız mı?” diye altını çize çize ilerletiyor hikâyeyi. Buddy’yi can-landıran Jude Hill’in sevimliliği bile bir noktadan sonra abartıya dönüşüyor ve hatta duygusal sömürüye meylediyor. Judi Dench’in yüksek teatral oyunculuğunu Ciarán Hinds ve Caitriona Balfe dengelemeye çalışıyor. Kenneth Branagh “Belfast”ı tiyatro oyunu ola-rak sahneleseydi daha özüne uygun, profesyonelce bir sonuç ortaya çıkardı belki. Ama adaylıkları, kazandığı ödülleri ve kazanma ihtimali olan Oscar yarışı gösteriyor ki Branagh stratejisini doğru belirlemiş.
Şehirde kaybeden aşkta kazanır
Yoksa “Uncharted” gibi yine bir “Indiana Jones” yahut “Mumya” kopyası ile mi karşı karşıyayız, diye endişe ettiren bir sahne ile başlıyor “The Lost City/Kayıp Şehir”. Sonra anlıyoruz ki türünün klişelerini içeren ama bunu kopyalamaktan ziyade zengin oyuncu kadrosunun da enerjisiyle seyirciyi eğlendirmek için layıkıyla kullanan bir yapım, izlediğimiz. İçinde ne ararsanız var: Yazar tıkanması, popülerlik kaybı, uyumsuz ikili, şık elbisesiyle koşturan kadın, zıpkın gibi kurtarıcı, tehlikesi cüssesinden büyük kötü vs… Komedi maceradaki her klişe, yan yollardan ilerleyerek eğlenceli bir bütün oluşturuyor.
“Kayıp Şehir” seyircisine vadettiği eğlenceyi sunuyor. Bunu kendini kasmadan ve ciddiye almadan yapıyor. Bir sonraki sahneyi ve mizah kalıplarını tahmin etmek zor değil ama film, sürprizlerle komedi dozunu diri tutuyor. Daniel Radcliffe’in karakteri zorlama hissi verse de Sandra Bullock ve Channing Tatum ile Brad Pitt’in oyunculuğu, salondan gülümseyerek çıkmanıza yetiyor. “Captain Marvel”dan sonra besteci Pınar Toprak’ın ismini yine popüler bir filmin jeneriğinde görmek mutluluk verici.
Filmi izledikten sonra şunları listeliyorsunuz zihninizde: Sandra Bullock oyunculuğa ara vermemeli; perdeye yakışıyor. Ancak senarist-ler, her filmde uzun uzun cümlelere boğarak onun karakterine komedi yüklemesi yapma ısrarından vazgeçmeli. Bullock ile Channing Tatum birlikte daha çok filmde rol almalı; birbirleriyle uyumları gayet iyi. Brad Pitt dâhil olduğu her filmi güzelleştiriyor ve ona sınıf atlatıyor; ister saçı uzun, ister kısa olsun…