05.08.2020 - 07:00 | Son Güncellenme:
CANSU CANSEVEN
İngiltere’nin prestiji edebiyat ödülü Booker, neredeyse 20 yıllık tarihi boyunca ilk kez 2018’de Kuzey İrlandalı Anna Burns’e takdim edilmişti. Burns’ün ödüllü romanı “Sütçü”, Duygu Akın’ın çevirisiyle Türkçede. Roman, isimsiz bir toplumda, isimsiz karakterlerin ve isimsiz kadın/erkelerin yaşadığı baskılara karşı verdiği mücadeleler üzerinden ilerliyor. Anna Burns ile romanını, yazma süreçlerini, yazarlığını, çocukluğunu ve daha pek çok şeyi konuştuk.
“Sütçü” üçüncü romanınız, son kitabınızdan 11 yıl sonra yazdınız bunu. Bu hikâye nasıl biçimlendi?
Ben pek öyle kitaplarını önceden planlayan yazarlardan değilim. Bunun yerine karakterlerimden hikâyenin ne olacağını bana anlatmalarını ve yaşadıkları kurmaca dünyada olayların nasıl seyredeceğini göstermelerini bekliyorum. Bu dünya elbette ki onlara göre kurmaca bir dünya olmuyor. “Sütçü”ye başlamadan önce, yazdığım başka bir şey daha vardı. Öyle bir an oldu ki yazdığım hikâye akarken bir başka hikâyenin geldiğini hissettim. Ben de bu hikâyenin izinden gitmeye başladım ve genç bir kız kendini gösterdi. Birbirine muhalif iki topluluğun arasında kalan bir yolda yürüyordu bu kız. Bu yolla ilgili çok fazla somut ayrıntıya erişemedim ama eğri büğrü şekliyle benim büyüdüğüm Kuzey İrlanda şehri Belfast’ın çok zaman yürüdüğüm ve aşina olduğum sınır yollarına benzettim. Bu yol bilhassa benim çocukluğumda Ölüm Yolu olarak anılan o gerçek çirkin yolu aklıma getirdi. Görünen kız, yürürken okuyordu fakat okuduğunu anlamadığını hissedebiliyordum çünkü kafası kız kardeşiyle yaptığı tartışmayla meşguldü. Ablasının kendisini hayal kırıklığına uğrattığını hissediyordu. O kızdan gelen her şeyi, bütün düşüncelerini, geldikleri hızla kâğıda döktüm ancak bu yazdığım şeyin daha sonrasında böylesine bir romana dönüşeceğini ve bu genç kızın romanın ana karakteri olacağını bilmiyordum.
‘İpuçlarını takip ettim’
Kitapta isimsiz bir toplumu anlatıyorsunuz. Tüm karakterler isimsiz. Neden?
Başlangıçtan bu yana benim anlatıcım yeryüzündeki diğer bireyleri, toplulukları ya da yerleri tanımlamak için özel isimleri kullanmak yerine isim olarak betimleyicileri kullandı. Diğer karakterler ortaya çıktıkça onlar da aynısını yaptılar. Bir yazar olarak, karakterlerimin özel isim kullanma konusunda bilinçli bir reddedişi olduğunu düşünmüyorum. Basit bir şekilde, onların dünyası böyle işliyor. Kitap üzerine çalışırken denemek için kitabın bir bölümündeki karakter betimleyicilerini özel isimlerle değiştirmeye çalıştım. Yüksek sesle arkadaşıma okumaya başladığımda anlatının ne kadar cansız ve hantal bir yapıya dönüştüğünü düşündüm. Deneyin sonunda betimleyicilere döndüm.
Sizce bu isimsiz karakterlerin politik bir duruşu var mı?
Bazı yorumcular bu özel isim eksikliğinin toplumun etiketlemek istediği kimliklere herkesin nasıl sıkıştırıldığını gösterdiğini söyledi. Bazıları bu isim eksikliği sayesinde bu hikâyenin baskı altındaki bütün toplumlar için ne kadar evrensel olduğunun anlaşılmasını kolaylaştırdığını düşündü. Şöyle aslında: Bu şekilde isimlerinin olması -zira bunlar yine de bir şekilde isimdir- dikkati bir kişiye çekmekten kaçınmanın bir yoludur. Bana kalırsa yazdığımın daha çok hem kişisel hem toplumsal boyutta gücün nasıl kullanıldığıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Ben yazma eyleminin kendisiyle, kurmaca dünyanın gerçekliğini yakalamakla ilgiliyim. Mesela; herhangi bir şekilde politik olma fikriyle yola çıkmıyorum. Bunun yerine bana verilen ipuçlarını takip ediyorum ve kitabın benden istediğine sadık kalmak için elimden geleni yapıyorum.
'Tutsaklığın romanı'
Romanınızın farklı nesillerin romanı olarak görebilir miyiz?
Elbette her okur okuduğu kitaba kendisini ve kendi hayat tecrübesini ekliyor. Bu yüzden yalnızca ben bu kitabın benim için ne üzerine olduğunu söyleyebilirim. Bana göre bu roman otoriter toplumların nasıl işlediğini, bu türlü toplumlarda yaşayan bireylerin üzerindeki etkileri anlatıyor: Terör, kuşatma duygusu, hatta daha da ileriye gidersek (hem fiziksel hem zihinsel anlamda) tutsaklık.
Kim bu Sütçü?
Aslında Sütçü şiddetin ve yoğun baskının etkisinde kalmış bir toplumun tasviri ama öyle bir şekilde yazıldı ki benzer şartlar altında yaşayan herhangi bir toplum için gerçek bir karaktere de dönüşebilir.
Sütçü’den önce başladığı romanı tamamlayacak
Şu an ne üzerine çalışıyorsunuz?
“Sütçü”den önce yazmaya başladığım romanıma dönmek istiyorum. Yıllar önce o kitaptaki karakterler neredeyse hikâyenin tamamını bana sundular. Sonra da “Geri geleceğiz” diyerek gittiler. Henüz dönmediler. Gelip gitmelerinin çıtırtılarını duyuyorum. Bu duyguyu seviyorum.