14.06.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:
“Öyle de komiserim, ucu bize dokunacak. Bu işin sonunda fırçayı yiyen hep biz oluyoruz.”
“Biz de Ali, Cengiz ve Güzide’yi fırçalarız. İt ite değil mi nasıl olsa…”
“Zavallı Güzide, o zaman en kıdemsizi o…”
“Altta kalanın canı çıksın Zühre.”
İkimiz de katıla katıla gülmeye başlayınca, Olay Yeri İnceleme ekibinden birkaç kişi dönüp bize baktı şaşkın şaşkın. Sonra tekrar kaldıkları yerden işlerine devam ettiler. Bir süre sonra da pılıyı pırtıyı toplayıp mezarlığı terk ettiler.
Kişisel kanım fiziki delillerin pek bulunmayacağı yönündeydi. Zaten Olay Yeri İnceleme’deki arkadaşlar pek umut verici bir gelişme olmadığını söyleyip gitmişlerdi.
***
“Bu ayyaş dernek başkanı aradı mı? Hani grup üyelerinin isimlerini verecekti. Ayrıca takip ediyor muyuz onu?”
“Aramadı, isim de vermedi. Hala bekliyoruz. Bu arada Ali ara sıra kontrol ediyor.”
“O zaman boşverin onu. Ali’ye de söyle, takip falan etmesin.”
“Emin misiniz?”
“Evet. Bu arada başka birini takibe alacağız, gerekli işlemleri ayarla olur mu?”
“Kimi komiserim?”
“Bir arkeoloğu…”
“Burada mı?”
“Evet. Bir İngiliz arkeolog. Adı David Snyder.”
“Zühre, sen de Interpol’den araştır bakalım, bu arkadaşın bir vukuatı falan var mı?”
“Takibe kimi verelim?”
“Ali ile Cengiz izlesin. Ali iyidir bu konuda, sever böyle takip işlerini…”
“Doğru.” dedi Zühre. “Seza Komiser’in olayı nedir? Toplantıdan bir hışımla çıktı. Sonra siz de bir şey söylemediniz.”
“Ne sen sor, ne ben söyleyeyim. Toplantıdaki tavrım rahatsız etti Seza’yı. Soruşturmaya katılmak istemediğini söyledi amirin odasında…”
“Neden?”
“Nedeni işte benim tavrım dedim ya, kadına yüz vermedim ondan. Doğru davranmadım, çok pişmanım aslında. Seza’nın bir suçu yok, emir demiri keser sonuçta. Bu iş böyle.”
“Pek bir şey yapmadınız aslında ama neden bu kadar öfkelendi anlamadım.”
Zühre de aklı sıra ustalıkla ağzımdan laf almaya çalışıyordu. Seza’dan çok hoşlandığını sanmıyordum Zühre’nin. Neler olup bittiğini anlayacak, belki sonra da Soytarı’sıyla paylaşıp dedikodu yapacaklardı. Zühre konusu hala kafamda soru işaretiydi. Ne kadar güvenebileceğimi bilmiyordum. Seza olsa, asla Zühre gibi davranmaz önce benimle konuşur, sorunu çözmek için çaba harcardı. Seza’yı fena halde kırmıştım. Kendimi asla affetmeyecektim. Eğer Seza beni affederse, dünyanın en mutlu insanı olacağıma dair kendi kendime söz verdim.
“Boş ver Zühre, fazla kurcalama, hallederim bir şekilde. Seni dahil etmez, görev paylaşımında yer vermez, fikrini sormazsan gayet tabii ki tepki gösterirsin. Seza’nın da yaptığı bu, tepkisi normal sayılır. Neyse kapatalım bu konuyu artık. Zaten yeterince kendime kızıyorum.”
“Anladım ama yine de…”
“Neyse dedim ya, tamam bırakalım bu konuyu, kapat lütfen!”
“Peki, nasıl isterseniz.”
“Sana iki isim vereceğim şimdi, not alır mısın?”
Zühre hemen not defterini çıkardı. “Birincisi Sedat Girit, ikinci isim de Ömer Akbaş. Bana bu ikisinin adresleri ve telefon numaraları lazım. Bunlarla da görüşsek fena olmayacak.”
“Kim ki bunlar komiserim?”
“Birisi Bodrum’un en iyi mandalina yetiştiricisinin oğlu, babası bahçesini geri alamayınca intihar etmiş kızıyla birlikte… İkincisi de bahçesini alan adam, yani Ömer Akbaş isminde oldukça zengin biri. Bu da müteahhitmiş, görüşsek iyi olur.”
***
“Şimdi nereye gidiyoruz?”
“Büroya, çocuklarla toplanalım, hem şu izleme işini organize edelim.”
“Tamam. Komiserim sizin sabah istediğiniz raporu hazırladım masanıza bıraktım, bilginiz olsun.”
Zühre’ye teşekkür ettikten sonra telefonum çaldı. “Hayri Komiser’le mi görüşüyorum?” diye sordu karşıdaki ses, daha kendimi tanıtmama fırsat vermeden. “Benim, buyrun!”
“Merhaba, ben Tahsin Korucu. Turgutreis Mandarin sitesinden…”
“Merhabalar paşam, nasılsınız?”
“İyiyim iyiyim, siz nasılsınız?”
“Biz de iyiyiz teşekkür ederim.”
“Bir şey duyarsanız ara demiştiniz, o nedenle aradım.”
“Sizi dinliyorum.”
“Hani şu Orhan’ın arkadaşı vardı ya, Avni Fişekçi.”
“Evet hatırladım.”
“O burada sitede, cenazeye gelmiş ama yetişememiş, evinde oturuyor haberiniz olsun, belki bir konuşmak istersiniz diye aradım. Bilmiyorum aradım ama belki katili buldunuz. Gerçi bu yönde bir haber duymadım ama…”
“Teşekkür ederim. Tabii gelir konuşuruz, haber verdiğiniz için teşekkür ederim. Kalacak mı peki sitede, yoksa tekrar dönecek mi?”
“Birkaç gün kalacakmış.”
“Tamam paşam, ben gelmeden önce size haber veririm. Tekrar teşekkürler.”
“Ne demek, kolay gelsin. İyi günler.”
Telefonu kapattıktan sonra Zühre’ye, “Bir ara yarın veya öbür gün şu Turgutreis’teki siteye de bir uğrayalım bakalım, Orhan’ın arkadaşı gelmiş. Paşa bir konuşun, belki bir yararı olur diyor. Sen not al da unutturma hatırlat bana,” dedim.
Büroya gelmiştik. Cengiz ile Güzide masalarında oturuyorlardı. Bizi görünce toparlandılar. “Ali nerede çocuklar?” diye sordum.
“Komiserim Ali eve gitti biraz önce, kendini iyi hissetmiyormuş, grip olduğunu söyledi, bütün vücudu titriyormuş.”
“Hay aksi, bana niye önceden söylenmiyor böyle şeyler? Yahu ben despot biri değilim. Bir işyerinde herkesten önce amirin haberi olur böyle şeylerden. Arkadaşlar lütfen bir durum olursa haber verin. Haber verin ki biz de planlarımızı ona göre yapalım. Bundan sonra birbirinize değil önce bana söyleyecek, benden izin isteyeceksiniz. Tamam mı arkadaşlar?”
ARKASI YARIN...