12.06.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
Seray Şahinler Bir yanda kadim geleneklerden beslenen, yarım asırlık sanat serüveninde kendi mitlerini oluşturan tablolarıyla Muzaffer Akyol; diğer yanda tıpkı müziği gibi köklerden ilhamla yepyeni bir dilin tezahürü olan yün dokuma halıları ve seramik heykelleriyle Gaye Su Akyol. Baba kızın yepyeni işlerini buluşturan Akfen Holding’in sanat platformu Loft Art’ta gerçekleşen “İtaatsiz Kökler-Ölmez Ağacı Direniyor” sergisi, aynı ırmaktan beslenen, geçmişin gücüyle, mitolojisiyle fantastik bir dünya kuruyor. Her ikisi de hakikatin peşinde. Sergi aynı kaynaktan beslenerek filizlenen bir hayat ırmağının kolları gibi. Birbirinden ayrı gibi duran fakat organik bir bağla birbirine tutunan bu diyaloğu baba-kızdan dinledik…
Sizi uzun zamandır birlikte izlemek istiyorduk. “İtaatsiz Kökler-Ölmez Ağacı Direniyor”un serüveni nasıl başladı?
Gaye Su Akyol: Son birkaç senenin getirdiği, içinde yaşadığımız şartların, aynı zamanda dünya ölçeğindeki tuhaf bir dönemin bizde yarattığı tezahürler diyebiliriz bu sergi için. Aynı alanda organik şekilde birbirine dokunan, birbiriyle konuşan iki farklı kökün ve hikâyenin oluşu çok güzel. Ortak dile duyduğumuz ilgiyi ve saygıyı bambaşka hikâyelerde ve kendi anlam bütünlüğünde değerlendirmek istedim. Tarih boyunca ayakta kalmış el dokuması, yün halı fikrini alıp kendi fantastik hikâyem üzerinden anlatma fikrinin nasıl olacağı üzerinden yola çıktım. Ben o fantastik dünyayı geleneksel sanatla buluşturmak istedim. Arkasında o kadim bilgiye sahip olan kadınların da ismi var. Bunun bir kadın kolektifi olma fikri de güzel.
Kadim olanla doğrudan kol kola olan fakat ondan beslenen yepyeni bir dil ve dünya arayışı söz konusu. Kuşaklar arasındaki yaklaşıma da tanık oluyoruz fakat ırmağın kolları hep birleşiyor…
Muzaffer Akyol: İki sanatçı kişiliğin özgün bir anlayıştan yola çıkarak ürettiklerini izleyiciyle paylaşıyoruz sergide. Eserlere tek tek baktığımızda püfür püfür Anadolu koktuklarını görüyoruz. Dünyanın neresine gidersek gidelim bu eserleri Anadolulu bir sanatçının yaptığı ifadesiyle karşılaşırız. Çünkü kadim yaşanmışlıklar var burada. Anadolu kültürünün kendine ait birtakım motifleri, renk ve söylemleri vardır. Biz var olanı deforme etmeden ama yeni bir anlayışı da içine katıp sentez yaparak renk ve biçimde bu duygulara tercüman olmak istedik. Her ilmiğin mesajı vardır; birer özlemdir, aşktır, bekleyiştir, umuttur ve sevdadır.
Bizim bitmeyen hikâyemiz yani…
Muzaffer Akyol: Bizim yolculuğumuz sanat yolculuğu. Sanat adı konmamış, dünyanın en büyük okyanusudur. Bu okyanusta sanatçı kendine ait teknesinde yol alır. Ve kürekleri öyle ahım şahım değildir. Kibrit çöpleri kadar zarif ve kırılgandır. Sanatın sorumluluğunu ve önemini üstlenen birer birey olarak; bu ülkenin sanatçıları olarak bu sorumluluğu çok ciddiye aldık. Bu amaçla sanat yapıyoruz. İnsanlık ailesine mesajlarımızı gönderiyoruz. Sergi de birbiriyle temas hâlinde.
Gaye Su Akyol: Çağlar, nesiller ve kültürler arası bir anlatı söz konusu. Yüzünü sosyal meselelere dönmüş, yaşadığı çağın politik, ekonomik, sosyolojik meselelerine gözlerini yummayan işler var. O anlamda zamansız olmasının bir nedeni bu. Yaşadığımız zamanın tanığı olmasının ötesinde yüzyıllar boyunca olagelmiş acıları da görüyoruz burada. Geçmişten günümüze acılarla birlikte son birkaç senenin dertleri de var, koronavirüs gibi. Hem coğrafyanın getirdiği sevinci ve kederi hem birkaç senede yaşananları okuyabilirsiniz. Tabii 10 senede iyice ayyuka çıkan kadınlara yönelik cinskırım; beden üzerinden işlenen kıyımlar ve korkunç cinayetler, çaresiz hisseden milyonlarca kadının ve insanın sözü de işlerime yansıyor. Eserlerin ismine baktığımızda da bunu görebilirsiniz. Gerçek anlamında hassasiyeti olan herkes mücadele ediyor; ben ve babam da sazımızla, sözümüzle, işlerimizle buradayız.
Siz aynı zamanda Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun öğrencisisiniz. Onun Anadolu ilhamını da tadıyoruz bu tablolarda… Bazı işlerinize ismini de veren bu kadim geleneklerden nasıl besleniyorsunuz?
Muzaffer Akyol: Binlerce yıllık uygarlıkların yaşandığı coğrafyada olmanın artıları. Bir şartla: Yeter ki farkında ol. Köklerinin, kadim geleneklerin ne olduğunu anlamaya; nasıl bir şey olduğunu görmeye kendini yönlendir. Yaşanmışlık aynasında kendini izlemek gibi bir şey bu. Gaye Su da öyle. Kendi kökleriyle; Anadolu ironisinin hamuruyla yeni şeyler yapıyor. Sanatçı çağının tanığıdır, görevlidir ve statükoya karşıdır. Sanatçı önce yakın çevresindekileri sonra evrende olup bitenleri görmek ve değerlendirmek zorundadır. Biz sorumlulukla bu toprakların yaşanmışlıklarına da parmak bastık. Yaşanmışlıkların yarına kalması adına ürettik. Teknemizde sanatımızı manipüle etmeden, dürüst ve etik anlayışla yolumuza devam ediyoruz.
Sergideki işlerin tamamı 2020-2022 arasında üretilmiş işlerden oluşuyor. Pandemi dönemi sizin için çok verimli geçmiş olmalı. Nasıl geçti bu üç yıl?
Muzaffer Akyol: Asaletsiz bir salgının kurbanı olmamak için bir korunma güdüsüyle Bodrum’a kaçtım. Orada bir atölyem oldu. Kalabalıktan arındım. Yaşamanın güzel şey olacağını, eğer yaşıyorsam da bir şeyler üretmem gerektiğini biliyordum. Bu inanç ve anlayışla korunma adına gittiğim atölyede geçmişin aynasında gördüm kendimi. Nelerle yüzleştiğimi fark ettim. O yüzleştiklerimi resmin diliyle, pentürle anlattım. Örneğin korona denen belanın insanlık ailesini nasıl perişan ettiğini gördüm ve bunu da resmime yansıttım. Binlerce yıldır var olan ama yok edilen zeytin ağaçlarını da…
‘Babamın boyalarıyla resimler yapardım’
Siz sanatın, resmin içine doğdunuz. Muzaffer Akyol gibi çok yönlü bir ressamın kızısınız. Elbette kendi sanat anlayışınız başka bir söylem ve form etrafında şekilleniyor fakat bu kökler hayatınızı ve sanatınız nasıl besledi?
Gaye Su Akyol: Çok uzun bir süre herkesin babasının eve geç geldiğini, hepsinin bir atölyesi olduğunu sanıyordum. İlkokulda bir arkadaşım “Saat 7’de babam gelecek,” deyince bunun böyle olmadığını gördüm. Babamın yokluğunun etkilerini de 30’lu yaşlarımda fark ettim aslında. Babam yoktu ama vardı. Eserleriyle, yarattığı personayla ve gölgesiyle vardı hep. Evde canım sıkıldıkça babamın boyalarıyla kartona resimler yapıyordum. Babamın sergi açılışlarını, onun arkadaşıyla sohbetlerimi hiç unutamıyorum tabii. 5. sınıf mezuniyetimden sonra babam “Gel, seni çok önemli birisiyle tanıştıracağım” dedi. Kuzguncuk’ta Can Yücel ile tanıştım. Bana birkaç soru sordu, sevdi okşadı. O anılar hep aklımda. Çok isim vardı tabii; Avni Arbaş, Yusuf Katipoğlu. Tuncel Kurtiz, benim mentorumdu. Hep doğru zamanlarda bana doğru müdahalelerde bulunmuştu.
Muzaffer Akyol: Gaye’nin mini minnacık olduğu, oyunlar oynadığı sergilerde gazeteciler de vardı. Ben yıllarca öğretmenlik yaptım, öğrenci yetiştirdim. İyi bir gözlemciyimdir ve çocuk psikolojisini çok iyi bilirim. Gaye çok ilginç bir karakterdi, algısı çok yüksekti, Gördüğü bir şeyi çok iyi etüd edebiliyor duyduğunu ise hemen ezberliyordu. Durmadan çizerdi.