23.10.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
MERT İNAN/ İSTANBUL
MERT İNAN/ İSTANBUL- Türkiye’de yıllardır kan ve organ bağışının önemine dikkat çekilmeye çalışılırken, kadavra bağışı ise geri planda kalmaya devam ediyor. Oysa ki, tıbbi literatürde kadavra olarak tanımlanan ölü insan vücudu üzerinde uygulamalı eğitim, hekimliğe giden yol ve yeni tedavi yöntemleri için olmazsa olmaz sayılıyor. Buna rağmen Türkiye genelinde ölümünden sonra kadavra olmayı kabul edenlerin sayısı bir yıllık süreçte, bir elin parmaklarını geçmiyor. Türkiye’de ölümünden önce vasiyet bırakarak bedenini kadavra olarak tıp fakültesine bağışlayan tanınmış isimler arasında; yapımcı ve yönetmen Cumhur Atalay, psikiyatri uzmanı Doç. Dr. Kriton Dinçmen, cemiyet hayatının tanınmış simalarından Muzaffer Eranus, Modacı Vural Gökçaylı isimleri dikkat çekiyor. Halihazırda hayatta olan müzisyen Ekrem Ataer ve eşi Yazar Ece Ataer, şarkıcı Nez de kadavra bağışında bulunan isimler arasında yer alıyor.
Anatomi uzmanları bedenini bağışlayanlar için hem öldüklerinde, hem de tıp fakültesindeki kadavra eğitim süreci bitişinde dini ritüeller ile defin işlemi gerçekleştirildiğinin altını çiziyorlar. Uzmanlar ayrıca kadavra vasiyetinde bulunan kişilerin sağlıklarında mutlaka yakınlarıyla konuşup, bilgi vermeleri gerekliliğinin de altını çizerken, buna gerekçe olarak, öldükten sonra bedenini tıp fakültesine bağışlayan ancak yakınlarının karşı çıkması nedeniyle bu isteği yerine getirilmeyen Seyfi Dursunoğlu örneğine dikkat çekiyorlar.
‘Dini sakıncası yok’
Ölümünden sonra kadavra olmayı kabul eden çok az sayıdaki bilim insanlarından biri olan Üsküdar Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yakup Tuna, sorularımızı yanıtlarken, “Tıp öğrencileri için kadavra eğitimin olmazsa olmazı. Her ne kadar maket kadavralar üzerinde eğitim yapan fakülteler olsa da insanın yapısını ancak insana dokunarak, hissederek öğrenebilirsiniz” diyor. Kadavra olmayı kabul etmenin dini açıdan bir sakıncası olmadığını sözlerine ekleyen Prof. Dr. Tuna, “Kadavra olmayı kabul eden ve bunu imza altına alan kişiler öldükten sonra özel ilaçlama ve tahnit işlemlerinden sonra üç ile 10 yıl arasında kadavra olarak bozulmadan saklanabiliyorlar. Hem öncesinde hem de kadavralık sürecinin bitiminde dini usullere uygun defin işlemi gerçekleştiriliyor. Bağışçı veya yakınları bedenin bir süre sonra defnedilmesini istiyorsa, bağışçının veya yakınlarının izin verdiği süre sona erdiğinde örneğin üç ya da dört yıl sonra masrafları tıp fakültesi tarafından karşılanarak istenilen yere nakledilip defin işlemi sağlanıyor. En büyük yanlış bilgi ise kadavranın bütünlüğüne zarar verildiği yönündeki söylemler. Kadavraya tıpkı bir hastayı ameliyat eder gibi yaklaşırız. Eğitim verilecek vücut kısımlar açıldıktan sonra ders bitiminde dikilerek eski haline getirilir. Tıp eğitiminde kadavranın paramparça edilmesi gibi bir durum söz konusu değildir.”
‘İnsanlığa iyilik yapmalıyız’
Ölümlerinin ardından bedenlerini kadavra olarak bağışlayan isimler arasında müzisyen Ekrem Ataer ile eşi yazar Ece Ataer de bulunuyor.
Yazar Ece Ataer, iki yıl önce eşiyle birlikte beden bağışında bulunmaya karar verdiklerini belirterek, “Eşimle birlikte yaşadığım gibi ölmek istiyoruz. İnsanlığa ve bilimsel araştırmalara katkımız olması en büyük idealimiz. Öldükten sonra toprak altında çürüyüp gitmektense, ardımızdan gelen insanlara şifa olacak araştırmalara hizmet etmeyi misyon edindik. Eşimle birlikte beden bağışını kampanya haline getirmek için elimizden geldiğince insanları bilinçlendirmeye çalışıyoruz. 2020 yılında vasiyetimizi hazırlayıp avukat eşliğinde noterde onaylattık. Öldükten sonra Cerrahpaşa Tıp Fakültesi öğrencileri bedenimiz üzerinde eğitim alacaklar” diye konuştu.
Ataer, doktorlar arasında beden bağışının azlığına üzüldüklerini de dile getirirken, “Bizi asıl üzen ise bilim ve tıp dünyasından hocaların beden bağışında bulunmamaları. Eşimle bağışçı olduktan sonra anne ve babam da bağışçı olmaya karar verdiler. Doktorlar arasında beden bağışının artması gerektiğini düşünüyorum. Eninde sonunda toprağa karışacağız. Öldükten sonraki birkaç yıl boyunca da insanlığa iyilik yapmalıyız” ifadelerini kullandı.
‘Yavaş yavaş bilinçleniyoruz’
Prof. Dr. Ayşin Kale (İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı):
“Çapa Tıp olarak, Anadolu’daki birçok tıp fakültesinden daha şanslıyız. Yılda iki üç bağışçımızın bedeni kadavra olarak fakültemize geliyor. Yakın zamana kadar yurtdışından kadavra ithal ediyorduk ancak son yıllarda insanlar bu konuda daha bilinçlenmiş durumda. Avrupa’ya kıyasla çok geride olsak da on yıl öncesine göre daha iyi durumdayız. Kadavralar, özel ilaçlama yöntemleriyle uzun yıllar özel derin donduruculu dolaplarda saklanabiliyor. Doğru ilaçlanmış kadavranın eğitimde kullanım süresi beş ile on yıl arasında değişiyor. Tıp fakültesi öğrencileri birinci ve ikinci sınıfta haftada iki gün anatomi dersinde kadavra üzerinde eğitim alıyor.”
‘Kadavrasız tıp eğitimi olmaz’
Prof. Dr. Çağatay Barut (Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi): “Hekim adayı için kadavra ile karşılaştığı ilk an tıp hayatının en unutulmaz hatıralarından biridir. Kaliteli sağlık hizmeti için, iyi yetişmiş sağlık çalışanlarına ihtiyaç var. Tıp eğitiminin kadavrasız olamayacağı açıktır. Kovid-19 salgını nedeniyle yurtdışından kadavra temin edilen ülkelerde beden bağışının azalması ve salgın mevzuatı nedeniyle kadavra temininde zorluklar yaşanmaya başladı. Gereken maddi kaynak temin edilse bile kaynak ülkelerde yeterli beden olmaması nedeniyle yurtdışından kadavra temininde zorluklar yaşanıyor. Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde kadavralar her yıl 350 öğrencinin eğitimine katkı sağlıyor.”
‘Bilim dünyasının kutsal varlığı’
Öldükten sonra da insanların yaşamına dokunmak, öğrencilerin eğitimine katkı sunmak için 15 yıl önce beden bağışına karar verdiğini sözlerine ekleyen Prof. Dr. Yakup Tuna, “Öğrencilerime öldükten sonra da benden kurtulamayacakların söyleyerek tebessüm ediyorum. Tıp camiası kadavraya son derece saygılıdır. Kadavra bilim dünyası için kutsal bir varlıktır. Kadavra karşısında her hekim ve öğrenci önünü ilikler. Öğrencilerimi, her defasında, ‘Ben öğretemem ama kadavra öğretir, kadavraya saygı duyun’ diye uyarırım. Almanya’da, her yıl yüzlerce kadavra tıp fakültelerine gelirken, bu oran tüm Türkiye’de beşi geçmiyor. Bu nedenle birçok tıp fakültesi 15-20 bin dolar ödeyerek yurtdışından kadavra getirtmek zorunda kalıyor” dedi.