30.08.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
Dr. Orhan ÇEKİÇ / Dr. Orhan ÇEKİÇ Gedik Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Öğretim Üyesi Atatürk Uygulama Merkezi Müdürü
Tarihte pek az savaş 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Muharebesi kadar önemli sonuçlar doğurmuştur. Orada yenilen sadece Yunan Orduları değil, aynı zamanda 1.Dünya Savaşı’nın tüm galip ve mağrur ülkeleridir. Bu savaşın Anadolu açısından önemi ise, Batı’nın bu topraklar üzerinde kurmak istediği kukla birer devleti; Kürdistan ve Ermenistan’ı kurma hayallerini Ege’nin sularına gömen savaş olmasıdır. Bu savaşın sonunda Yunanistan’da hükümet istifa etmiş, hezimete uğrayan Yunan ordusundan arta kalıp Yunanistan’a dönebilenler Atina’da darbe yapmışlar ve yönetime “Albaylar Cuntası” el koymuş, bu maceraya karar verip Yunan ulusunun onurunu dünya önünde kırdıkları suçlamasıyla harekâta katılan komutanlar ve hükümet üyeleri, Başbakan Gunaris dahil, kurşuna dizilmiştir. Başkomutan Trikopis hariç. Yunanistan’daki olayları duyan Mustafa Kemal Paşa, esir düştüğü için önce Ankara’da sonra Tunceli’de kampta tuttuğu Trikopis’i olaylar duruluncaya kadar Yunanistan’a iade etmeyecek, böylece Yunan Başkomutan’ın hayatını kurtaracaktır. Bu savaşın sonunda İngiltere’de hükümet istifa edecek, Başbakan Lloyd George, İşçi Partisi’nin hesap sorması üzerine, bu mağlubiyetten İngiltere olarak kendi payına düşen sorumluluğu kabul edip Parlamento’ya istifasını sunarken yaptığı konuşmada ; “…Yüzyıllar nadiren dâhi yetiştirirler. Şu talihsizliğimize bakın ki 20. Yüzyılda bu dâhi, Türkiye’den çıktı. Mustafa Kemal’i yenemedik…” diyecektir.
Süngüyle çizdiğimiz sınırlar
Savaşın sonunda gelen zafer Sevr’e giden yolu tıkayacak, Lozan yolunu açacak, böylece emperyalist Batı’nın Anadolu topraklarında kurmayı planladığı birer kukla devlet, Kürdistan ve Ermenistan hayali binlerce şehidin kanı pahasına tarihe gömülecektir. Süngüyle çizdiğimiz sınırlarımız içindeki bugünkü birliğimizin bedeli işte o günkü şehitlerimizin kanı; gazilerimizin gayreti, vatan sevgisi, iman gücü; milletimizin bağımsızlık aşkıdır. Bu savaşın sonunda gelinen noktada, Türk ulusunu temsil eden yegâne hükümetin Ankara Hükümeti olduğu gerçeğinin sonucu olarak İstanbul Hükümeti istifa etmek zorunda kalıp çekilecek, saltanat kaldırılacak ve Lozan’da tam bağımsız, egemen Türk Devleti’nin temelleri tüm dünyanın tanıklığında atılacak, arkasından Türkiye Cumhuriyeti kurulacaktır. Bütün bu gelişmelerin kaynağı, işte bu Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Savaşı’dır.
Sakarya işaret fişeğidir
Bu sonuç elbette kolay alınmamıştır. Sakarya Savaşı, Büyük Zafer’in işaret fişeği olmuştur. Düşman önce Sakarya’da durdurulmuş ama topyekün seferber olan millet bu esnada da varını yoğunu tüketmiştir. Yunanlıların 16 bini ölü olmak üzere toplam 46 bin zayiatına karşı, Türk ordusu, şehit ve yaralı olarak Sakarya’da 26 bin zayiat vermiştir. Birlik mevcutlarına göre er zayiat oranı yüzde 35-40, subay zayiat oranı ise yüzde 70-80 arasında olmuştur. O yüzden Sakarya Savaşı’na “Subay Savaşı” denir. O nedenle de mağlup olan Yunan ordusunun geri çekilmesine engel olunamamış, bu bile TBMM’nde eleştiri konusu yapılmıştır. Oysa Sakarya cephesinde işlerin kritik bir noktaya gitmesi üzerine Meclis tarafından ordunun başına geçmesi istenildiğinde Mustafa Kemal “Meclis yetkisi” isterim demişti ve büyük tepki görmüştü. Bu yetkiyi alırsa, yazdığı her metin “kanun” hükmünde olacak ve uygulanacaktı. “… Ya çıkaracağı bir kanunla diktatörlüğünü ilan ederse !..”diye endişe ediyorlardı. Sonunda her üç ayda bir yeniden oylamak şartıyla, bu yetkiyi verdiler. (5.8.1921 tarih, 44 sayılı yasa). O da oturdu ve çıkaracağı kanunları kaleme aldı. Bu kanunlara “Tekâlifi Milliye” (Ulusal Yükümlülük) yasaları denir ve 10 tanedir. “Ya başımıza diktatör olursa!...” diye çekinilen Mustafa Kemal’in kaleme aldığı ilk yasa şudur: “Nüfusu 10 bin olan yerleşim birimlerindeki her hane birer kat iç çamaşır, birer çift çorap ve çarık hazırlayıp Tekâlifi Milliye Komisyonu’na (Ulusal Vergi Kurulu) verecektir.”
Başkomutan böyle bir yasayı çıkarmak zorundadır çünkü Sakarya’daki Mehmetçiğin ayağında çarığı yoktur. Ama sarsılmaz bir iman gücü, inanılmaz bir vatan sevgisi, sınırsız bir bayrak saygısı çağlardan beri geleneksel olarak hep vardır.
Ölümün üzerine koşarlar
Başkomutan orduyu ve milleti tam bir yıl nihaî zafer için seferber eder ve hazırlar. Zamanı gelince de Meclis’e bile haber vermeden gizlice cepheye gider. Son hazırlıklar Şuhut’ta son bir kez bir daha gözden geçirilir. Nihayet 25 Ağustos Cuma günü gece yarısı Meclis 2. Başkanı Rauf Bey’e telefon eder: “Rauf Bey, derhal Meclis’i toplantıya çağırınız ve bildiriniz. Ordularımız yarın sabah 05.30’dan itibaren taarruza kalkıyor. Allah yardımcımız olsun, ordularımızı muzaffer kılsın!..” O andan itibaren Anadolu’nun tüm Dünya ile iletişimi kesilir, bütün telsiz ve telefon hatları kapatılır. Artık hesap günüdür ve bir dış müdahalenin önüne geçilmesi için bu tedbir alınmıştır. Topçu atışıyla başlayan taarruz yıldırım gibi gelişir. Fahrettin Altay Paşa’nın 5 bin kişilik Süvari Kolordusu (5. Kolordu) Ahır Dağı’nı dolaşıp çevirme hareketini başarıyla gerçekleştirirken, geri kalan 192 bin kişilik ordunun tamamı piyadedir, yani koşar. Elinde süngü, sırtında 17 kilo yük, vuruşa vuruşa koşar. Ölümün üstüne gözünü kırpmadan koşar. Afyon-İzmir arası kuş uçuşu 400 km’dir. Karadan ve muharebe sahasının engebeleri dikkate alınırsa, 560 km. Ordu bu mesafeyi 10 günde koşar. Mehmetçik belli ki günde bir maraton koşar ve on gün boyunca da on maraton koşar. Elbette koşar, çünkü bilir ki, Başkomutan Mareşal Mustafa Kemal de en ön saflarda ve ateş hattının içindedir. Ordu’yu Dumlupınar’da Zafer Tepe’den yönetmektedir. Savaşın en sıkışık bir anında 57. Tümenin hedefine ulaşamadığını görmüştür. Telefona sarılır. Tümen Komutanı Yb. Reşat (Çiğiltepe) Bey karşısındadır. ‘Reşat Bey, henüz hedefinize ulaşamadınız. Bu durum harekâtı yavaşlatıyor ve riske sokuyor.’ ‘Yarım saat sonra hedefimize ulaşmış olacağız Paşam.’ Aradan yarım saat geçmiş ama Çiğiltepe düşmemiştir. Son derecede sarp olan bu tepeyi bir Yunan Makineli tüfek birliği savunmaktadır. Paşa yeniden telefondadır. Karşısına Tümen Komutanının Emir Subayı çıkar: “Paşam, Tümen Komutanım az önce intihar etti. Size bir not bıraktı. Okuyorum... Notta yazılan kısacık bir cümledir: ”Yarım saat dedim, size söz verdim. Sözümde duramadım. Artık yaşayamam” Oysa çok kısa bir süre sonra tepe düşecektir. Yarbay Reşat Bey’in rütbesi Albaylığa yükseltilecek ve ilerde de bu şehit düştüğü tepenin adı, soyadı olarak kendisine verilecektir. İşte ER’inden SUBAY’ına “Kemal’in Askerleri“ böylesine cesur, böylesine kahramandırlar ve Mustafa Kemal’e dün de, bugün de, yarın da böylesine ölümüne bağlıdırlar. O bağlılık bize bu coğrafyayı Vatan kıldı. Üzerinde, onurla, gururla, başımız dik yaşayalım diye. Didişelim diye değil… Bunun kıymetini bilelim. Zafer Bayramı hepimizin. Hepimize Kutlu Olsun.