17.07.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:
Milliyet'te Ramazan - Hazırlayan: Prof. Dr. Abdulaziz BAYINDIR
Fotoğraflar: Garbis ÖZATAY
Fıkıh geleneğinde, şu âyete dayanılarak iki kadının şahitliği bir erkeğin şahitliğine denk sayılır:
“Erkeklerinizden iki kişiyi şahit tutun. İki erkek yoksa kabul edeceğiniz şahitlerden bir erkek ile iki kadın da olabilir. Biri yanılırsa, diğeri hatırlatır. Şahitler çağrıldıklarında gelmezlik etmesinler... Böylesi Allah katında daha doğru, şahitlik için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için daha uygun olur...” (Bakara 2/282)
“Daha sağlam” sözü, sağlam olan iki şeyden birini tercih için kullanılır. İki kadının şahitliği sağlam olmalı ki, “bir erkek ile iki kadın” daha sağlam olsun. Vasiyete şahitlikle ilgili şu âyetler buna açıklık getirir.
“Müminler! Sizden biriniz ölüm döşeğinde vasiyet edeceği zaman içinizden güvenilir iki şahit tutsun. Eğer bir yerde yolcu iken ölüm gelip çatarsa sizden olmayan iki kişi de olabilir. Onlardan şüphelenirseniz onları namazdan sonra alıkoyarsınız. Şöyle yemin ederler: ‘Vallahi, isterse en yakınımız olsun, buna karşılık hiçbir şey almayız. Allah için yapılan şahitliği gizlemeyiz. Öyle olsa, elbette günaha gireriz.”
‘Haksızlık yapılırsa zalim oluruz’
Eğer günaha girdiklerinin farkına varılırsa, ölenin hak sahibi iki yakını onların yerine geçer, şöyle yemin ederler: Vallahi, bizim şahitliğimiz onlarınkinden daha doğrudur, biz haksızlık yapmayız. Öyle olsa elbette zalimlerden oluruz.” (Mâide 5/106-107)
Bu âyetler, kadın erkek ayrımı yapmadan güvenilir iki şahidi öngörmektedir. Şahitlerin tamamı kadın, tamamı erkek veya biri kadın biri erkek olabilir.
Âyetlerdeki şu sonuç cümlesi önemlidir: “Böylesi, şahit getirmenin yeter seviyesidir...” (Mâide 5/108) Bu cümleyi, Bakara 282’deki “... Böylesi, şahitlik için daha sağlamdır...” cümlesi ile karşılaştırınca, oradaki şahitlerin iki erkek veya bir erkek ile iki kadın olmasının, kural değil bir tercih sebebi olduğu ortaya çıkar.
Allah’ın Elçisi, yerine göre bir kadının şahitliğini de yeterli görmüştür. “Ukbe b. el-Harise, Ebû İhâb kızı Ümmü Yahya ile evlenmişti. Ukbe dedi ki: Zenci bir cariye geldi, ben sizin ikinizi de emzirmiştim” dedi. Bunu Allah’ın Elçisi (s.a.v)’e anlattım, benden yüzünü çevirdi. Önüne geçtim ve tekrar anlattım, dedi ki: “Nasıl olacak? Cariye ikinizi de emzirdiği kanaatinde’’. Sonra kadınla evlenmesini yasakladı.” (Buharî, Şehâdât, 13)
Şahit getirme zorunluluğu
Kadın ile erkeğin şahitliğinin eşit olduğunu daha açık olarak zina davasında görürüz. Bir kadının zina ettiğini iddia eden, olayı gören dört kişiyi şahit getirmek zorundadır. “Kadınlarınızdan zina edenlere karşı içinizden dört şahit getirin.” (Nisa 4/15Nisa 4/15)
Dört şahit getirmezse kendisine ceza verilir.
“İffetli kadınlara zina suçu atan sonra dört şahit getiremeyenlere seksen kamçı vurun ve ebediyen onların şahitliğini kabul etmeyin. Onlar yoldan çıkmış kimselerdir.” (Nur 24/4)
Karısının zina ettiğini iddia eden ama dört şahit bulamayan bir erkek ile karısı için özel bir yargılama usulü uygulanır.
“Karılarına zina suçu atan ve kendileri dışında şahitleri olmayanlardan birinin şahitliği, “Allah şahit kesinkes doğru söylüyorum” diye dört defa şahitlik etmesidir.
Beşincisinde, eğer yalan söylüyorsa Allah’ın lanetine uğramayı diler.
4 mezhep şahitliği kabul etmiyor
Kadının dört defa; “Allah şahit, kocam kesinkes yalan söylüyor” diye şahitlik etmesi ondan o azabı (zina cezasını) giderir. Beşincisinde de; “kocası doğru söylüyorsa Allah’ın gazabına uğramayı diler.” (Nur 24/6-9)
Âyetlerde kadının şahitliğinin erkeğin şahitliğine denk tutulduğu açık olmasına rağmen dört mezhep ve Caferiler, zina davasında kadınların şahitliğini kabul etmezler. Bunun sebebi uygulanan yanlış yöntemdir. Allah Teâlâ şöyle demiştir:
Elif, Lâm, Râ. Bu öyle Kitaptır ki, âyetleri muhkem kılınmış sonra da doğru karar veren ve her şeyin iç yüzünü bilen Allah tarafından açıklanmıştır. Bu, Allah’tan başkasına kul olmamanız içindir. (Ya Muhammed de ki) Ben de o kitapla sizi müjdeleyen kişiyim. (Hud 11/1-2)
Maalesef âlimlerden bu yönteme uyana pek rastlanmaz. Öyle olunca da Kur’ân ile yaşanan Müslümanlık arasında uçurumlar oluşur.
KURAN’A SORALIM
Rüşvetle ilgili olarak Allah Teala şöyle buyurur: “İnsanların mallarından bir kısmını, günaha girerek, bile bile yemek için o mallarla yetkililere ulaşmayın.” (Bakara 2/188)
Rüşvet rişâ kelimesinden alınmıştır. Rişâ ip demektir. Rüşvet, ipi kovaya bağlayıp kuyunun suyuna ulaşmaya benzer. Rüşvet alan, kova gibidir. Rüşvet veren, onu kullanarak hakkı olmayan bir mala ulaşır. Yukarıdaki âyet rüşveti iki şarta bağlamıştır:
1. Başkasının malını bile bile haksız yere yeme amacı.
2. Bu amaca ulaşmak için yetkililere mal verme eylemi.
Kişi, kendi hakkını almak için yetkili kişiye mal verirse bakılır: Yetkili, bir şey beklemeden görevini yapmışsa verilen mal hediye olur. Görevini, hakkı olmayan bir malı alma şartıyla yapmışsa o mal, alan için rüşvettir ama veren için değildir. Çünkü veren, bir hakkını almak için vermek zorunda kalmıştır.
Mesela ev yapmak için gereken bütün işlemleri tamamladığı halde ilgili makamdan hakkı olan ruhsatı alamayan kişi, rüşvet vermek zorunda kalırsa verene değil, alana haram olur. Ama başkasının hakkını almak için olursa ikisine de haram olur.
Süleymaniye Vakfı imsakiyesine şu adresten ulaşabilirsiniz: http://www.suleymaniyevakfi.org
SORU CEVAP
Soru: Ramazanda lokanta ve kafeterya gibi işletmelerin kapalı olması gerekir mi?
Cevap: Yemek satan işletmelerin Ramazan’da kapalı olması gerekmez. Kimseye zorla oruç tutturulamayacağı gibi oruçlu olup olmadığı; oruçlu değilse niçin oruç tutmadığı da sorgulanamaz.
Soru: Bazı hocalar nikotin bandının orucu bozacağını söylüyorlar. Gerçekten de nikotin bandı orucu bozar mı?
Cevap: Bakara suresinin 187. âyetine göre orucu bozan şeyler; yemek, içmek ve cinsel ilişkidir. Nikotin bandı bunlardan hiçbirine girmeyeceği için orucu da bozmaz.
Soru: Ramazan ayında Kızılay’a kan bağışlamak istiyorum. Acaba kan vermek orucu bozar mı?
n Cevap: Kan vermek orucu bozan hallerden değildir. Yemek, içmek ve cinsel ilişkinin bozduğu orucu vücuttan çıkan hiçbir şey bozmaz. Bu açıdan oruçluyken kan vermek/kan bağışında bulunmak orucu bozmaz.
Sorularınız için mail adresimiz: fetva@suleymaniyevakfi.org
TEMEL DİNİ BİLGİLER
- Kur’an’da ne tür konulardan söz edilir?
Kur’an insanoğlunun beynine, kalbine, vücuduna, içinde yaşamış olduğu topluma, dünyaya ve tüm varlıklara ilişkin konulardan söz eder. İnançla ilgili âyetler insanın beynini, ahlâkla ilgili âyetler kalbini, helâl gıda ile ilgili âyetler vücudunu, soysal davranışlarla ilgili âyetler ise insanın toplum içerindeki yaşantısını düzene sokar. Bu alanlarda huzurlu bir insanı ve huzurlu bir toplumu, dünyayı hedefler. Kur’ân âyetlerini belli bir alanla sınırlamak mümkün değildir. Ancak öğrenilip anlaşılmasını kolaylaştırmak için âyetleri dört ana başlık altında sınıflandırmak mümkündür:
1. İnanç alanına ilişkin âyetler: Bu tür âyetlerde şirkten arınmış tevhid inancının önemi ve nasıl olması gerektiği anlatılır. Ayrıca nebilik ve âhiret hayatına ilişkin konular da yer alır.
2. İbadetlere ilişkin âyetler: Hangi tür davranışların ibadet olduğu, ibadetin kime ve ne şekilde yapılacağı, ibadeti özünden ruhundan uzaklaştıran tutum ve davranışlar ortaya konulur.
3. Ahlâkî alana ilişkin âyetler: İnsanın birey ve toplumsal anlamda ne tür ahlakî ilkelerle donamış olması ve bunları hayatına uygulamasından söz eden âyetlerdir.
4. Toplumsal kurallara ilişkin âyetler: Bu âyetlerde kişinin başka bir kişi ve toplumla olan ilişkilerinde uyması gereken kurallar ele alınır. Evlilikten ekonomiye, devlet yönetiminden dış politikaya günümüzde hukukun alanına giren tüm konular bu bölümde ayrıntılı şekilde düzenlenir.
Kur’an’daki ibadet ve sosyal hayata ilişkin âyetlere ahkâm âyetleri denir. Âyetleri belli bir konuyla sınırlamak mümkün olmadığından ahkâm âyetlerinin sayısı konusunda net bir rakam vermek zordur. İslam bilginleri toplam 6 bin 236 âyetten yaklaşık bin âyetin doğrudan ahkâmla ilgili olduğu şeklinde bir kanaat ileri sürmüşlerdir. Fakat âyetleri tek bir alanla sınırlamak her zaman isabetli olmayabilir.
Doğru bildiğimiz yanlışlar
- Allah kalpleri mühürler mi?
Bazı âyetlerden hareketle, kimilerinin kalbini Allah’ın mühürlediği; isteseler de böyle kimselerin mümin olma imkânlarının bulunmadığı söylenir. Oysa gerçek öyle değildir. Bakara suresinin 7. âyetinde Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Sanki Allah, kalplerini ve kulaklarını mühürlemiş, gözlerine de perde inmiştir. Bunların hakkı büyük bir azaptır.”
Bu âyette, benzetme yerine doğrudan benzetilecek anlam kümesi kullanılarak insanların, Kur’ân karşısındaki önyargılı tavırları canlandırılmıştır. Bu tür anlatıma istiare-i temsiliyye denir. Bu tıpkı, “işini saman altından su yürütür gibi yapıyorsun” yerine “saman altından su yürütüyorsun” demeye benzer.
İstiarede benzetme gizlenir ve gerçek anlamı kastetme ihtimali olmaz. Bu âyette de gerçek anlamı kast etme ihtimali yoktur. Öyle olsa bu insanlar sorumlu tutulamazlar. Çünkü kalbi ve kulakları mühürlenmiş, gözlerine de perde çekilmiş bir kişi, iman ile sorumlu tutulamaz. Zira “Allah, kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemez” (Bakara 2/286)
Bu âyetlerdeki ifadeler mecaz değil, gerçek sanılmıştır. Bu doğru değildir. Bu gibi âyetler, kötü sonuçları gösterir. İnsandaki bozulma, tabiattaki bozulma gibidir. Kalplerde ve kulaklarda yeni yapı oluşması, gözlere perde inmesi, demirin paslanmasına, ağacın çürümesine, aynanın islenmesine benzer. Kur’an fıtratı anlattığı için ona aykırı davranan, gerçeğe aykırı davranmış olur ve dengeleri bozar. Bozulma, önce insanın kendisinde başlar. Onu bu davranışa iten; menfaatleri veya özentileridir. Bundan vazgeçmezse, demirin paslanması gibi paslanır ve yeni bir yapı kazanır. Allah Teala şöyle buyurmuştur: “Hayır hayır. Aslında bunların kazançları, yürekleri üzerinde pas oluşturmuştur.” (Mutaffifin 83/14)
Günün Âyeti
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla
“Bir eşi bırakıp yerine bir başka eş almak isterseniz, bıraktığınıza yüklerle mal vermiş olsanız bile hiçbir şeyi geri almayın. İftira ederek ve apaçık günaha girerek mi alacaksınız?”
“Nasıl alacaksınız ki! Biriniz diğerine kaynaşmış, üstelik o kadınlar sizden sağlam bir söz almışlardır.” (Nisâ 4/ 20-21)