06.06.2018 - 01:30 | Son Güncellenme:
Dr. Kamil Yaşaroğlu
‘Allah’tan sakının’
Müminler arasındaki ilişkilerin temellerini açıklayan Hucurat Sûresi’nde şöyle buyurulur: “Ey inananlar! Zannın çoğundan sakının, zira zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizlisini-gizli hallerini-özel hayatlarını/suçunu-kusurunu araştırmayın); kimse kimseyi çekiştirmesin; hangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır? İşte bundan tiksinirsiniz. Bu konularda Allah’tan sakının, şüphesiz Allah tövbeleri daima kabul edendir ve acıyandır” (49/12).
Bir kimse günah işlediğinde felaketi kendinedir, zararını sadece günahkar kişi çeker. Ne zaman ki o günah gizlilikten çıkar, alenen işlenir veya duyulur, duyurulursa zararı kişiyi aşar; topluma da sıçrar. Çünkü günahlar nefislerin hoşuna gittiği için kolayca benimsenir ve örnek alınırlar. Tecessüsün ardından da, maalesef dedikodu ve gıybet seansları ile korkunç bir kul hakkı alanına girilmekte ve büyük vebâller yüklenilmektedir. Halbuki her türlü tövbe yapılsa bile, o kuldan helâllik alınmadığı takdirde, kul hakkı affedilmez.
Tecessüsün çirkini
İnsanın işlemiş olduğu hata ve günahlar kul ile Allah arasındadır. Bunu kimsenin araştırmaya hakkı yoktur. Allah her şeyi görür ve bilir. Bu hususu Kuran-ı Kerim şöyle açıklar: “Göklerdeki ve yerdeki her şeyi Allah’ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişi gizlice konuşmaz ki dördüncüleri O olmasın. Beş kişi gizlice konuşmaz ki altıncıları O olmasın. Bundan daha az yahut daha çok da olsalar, nerede olurlarsa olsunlar O mutlaka onlarla beraberdir. Sonra onlara yaptıklarını kıyamet günü haber verecektir. Allah, her şeyi hakkıyla bilir” (el-Mücadele 58/7).
Tecessüsün en çirkini aile sırlarının araştırılmasıdır. Kimi ahlâk eğitimi almamış, karaktersiz insanlar vardır ki; başka insanların aile sırlarını öğrenmeye çalışırlar. Hatta başka ailelerin aile içi özel meselelerini uzun uzun konuşurlar, laf taşıyıcılık yaparak bir şekilde edindikleri özel aile sırlarını etrafa yaymaya çalışırlar. Kimi zaman yalanlar ortaya atarlar ve bunu bazı ailelerin özel sırlarıymış gibi insanlara sunmaya çalışırlar. Bu tür insanların ne dünyada ne de ahirette yüzleri gülmez, iki dünyada da rezil olur, felaketlerin en ağırlarıyla karşılaşırlar. Çünkü laf taşımayla aileleri huzursuz etmişler, belki aile ocaklarını söndürmüşlerdir. İşte bu sebeple dünyaları da ahiretleri de harap olmuştur.
‘Sakın boyun eğme’
Kuran’da şöyle buyurulur: “Yemin edip duran, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan söz taşıyan, iyiliği hep engelleyen, saldırgan, günaha dadanmış, kaba saba; bütün bunların ötesinde bir de soysuz olan kimseye mal ve oğulları vardır diye, sakın boyun eğme” (el-Kalem 68/14).
İslam tecessüsü yasaklamakla birlikte, kişinin elinde olmayan sebeplerle başkasının ayıp ve kusurlarına şahit olması durumunda bile onları örtmesini öğütlemektedir. Peygamber Efendimiz (sav), “Bir kul bir başka kulu(n ayıbını) dünyada örterse, Allah da kıyamet günü onu(n ayıbını) örter.” (Müslim, Birr, 72) buyurarak ayıpların üzerinin örtülerek gizli kalmasını tavsiye etmektedir. Çünkü bu ayıplar kul ile Rabbi arasındadır. Rabbimiz kulunun durumuna göre dilerse o hatalarını affeder, dilerse karşılığında hak ettiği cezaya çarptırır.
Evlenilecek kişinin, iş ortaklığı yapılacak şahısların araştırılması gibi bazı konularda soruşturma yapılması tecessüs olarak görülmez. Bilakis bu konularda araştırma yapılması kurulacak akdin devamlılığı için gereklidir. Yine toplumda fakirlerin ve muhtaçların tespit edilip ihtiyaçlarının giderilmesi için araştırma yapılması da tecessüs değil kardeşliğin bir gereğidir.
3 SORU, 3 CEVAP
- Namaz ibadeti Hz. Peygamber’den önce de var mıydı?
Kuran’da Hz. Muhammed’den (s.a.s.) önceki peygamberlerin de namaz ibadetiyle sorumlu kılındıkları belirtilmektedir. Ayet-i kerimelerden, namaz ibadetinin sadece Hz. Muhammed (s.a.s.) ümmetine has olmayıp, önceki ümmetlerde de var olduğu anlaşılmaktadır. Yine aynı şekilde, önceki ümmetlerin namazlarında da kıyam, rükû ve secde gibi temel rükûnların var olduğu bildirilmekle birlikte, namazın kılınışına dair detaylı açıklamalar mevcut değildir.
- Namazların rekât sayıları ve kılınış şekilleri neye göre belirlenmiştir?
İbadetler hem farz oluş gerekçelerinin hem de uygulamalarının her yönüyle akılla bilinmesi mümkün değildir. İbadetlerle ilgili hususlar Kur’an’da genel olarak emredilmiş, Hz. Peygamber’in uygulamasıyla belirgin hâle gelmiştir. Kur’an’da, namazların belli vakitlerde farz kılındığı (en-Nisâ, 4/103) ve kıyam, kıraat, rükû ve secde gibi birtakım rükünlerinin olduğu bildirilmiş; söz konusu ibadetin ayrıntıları ve namaz içerisinde yapılması gereken diğer davranışlar ile ilgili hususlar Hz. Peygamber’in sünneti ile sabit olmuştur. Bütün bunların bir ifadesi olarak da Hz. Peygamber “Beni namazı nasıl kılarken gördüyseniz siz de öyle kılınız” (Buhârî, Ezan, 18) buyurmuştur.
- Namazda okunması farz olan sureleri, dudakları kıpırdatmadan, sadece zihinden geçirmekle namaz geçerli olur mu?
Konuşma yetisine sahip kişinin namazda Fâtiha ve diğer sureleri, dili ve dudağı kıpırdatmaksızın ve ses çıkartmaksızın zihinden geçirmesi okuma (kıraat) sayılmaz. Böyle yapmakla namazın rüknü olan kıraat yerine getirilmiş olmaz. Kişinin kendi duyabileceği bir sesle, fısıldar gibi, harfleri yerlerinden çıkartarak ve eğer yanında başkaları varsa onları rahatsız etmeyecek bir şekilde okuması gerekir.
Peygamber Efendimizin vefası
Hz. Peygamber, insanların hizmetinde bulunmuş kişilere her zaman değer vermiş ve onları unutmamıştır. O, Mescid-i Nebi’yi temizleyen zenci bir kadının hasta olduğunu öğrenince onu ziyaret eder, eğer ölürse kendisine haber verilmesini ister. Bilahare bu kadın vefat ettiğinde gece olduğu için Hz. Peygamber rahatsız olmasın düşüncesiyle kendisine haber verilmez ve gece cenaze defnedilir. Hz. Peygamber durumu öğrenince üzülür ve kadının kabrine giderek cenaze namazını tekrar kılar. (Buhari, Salat, 72)
Zal Mahmut Paşa Camii
Kanuni Sultan Süleyman’ın veziri Zal Mahmud ile eşi Şah Sultan tarafından 1577’de Mimar Sinan’a yaptırılan Zal Mahmut Paşa Külliyesi cami, medrese, türbe ve çeşmeden meydana gelmektedir.
Eyüp Sultan ilçesinde bulunan külliyeye ait yapılar Haliç’e doğru dik bir yamaçta, iki ayrı kotta planlanmıştır. Cami kotunda olan medrese, şadırvan avlusunu oluşturmaktadır. Ona bir merdivenle bağlanan ikinci medrese daha düşük bir kottadır ve türbe çevresinde bir avlu oluşturur. Bu avlunun kapısında da bir çeşme yer almaktadır.
Zal Mahmut Paşa Camii, Mimar Sinan’ın mimari gelişmesi içinde yerini bulamayan bir yapıdır. Yapının planında anlaşılması güç olan detaylar vardır. Dört büyük askı kemeri üzerindeki 12.40 metre çaplı kubbe, kıble tarafında duvar payandalarına, giriş tarafında ise iki daire planlı payeye pandantiflerle oturmaktadır. Hemen hemen bütün camilerinde, caminin kıble yönündeki kapısından girildiğinde orta kubbenin algılanması amacına yönelik tasarımlar yapan Mimar Sinan, burada girişin önüne bir galeri yerleştirmiştir, bu yönüyle ilginç bir özelliğe sahiptir.
Zal Mahmut Paşa Camii’nde galeriler kubbe kasnağına kadar yükselmektedir. Işık, ortaya galerilerden süzülmektedir. Bu yönleriyle yapının Mimar Sinan tasarımı olup olmadığı hakkında şüpheler ortaya çıkmıştır. Caminin dış mimarisi de Osmanlı mimarlığında başka örneği olmayan özellikler barındırmaktadır. Kubbe, yükselen yan duvarlar arasında adeta kaybolur. Yan cephelerde, ölçü ve sıklık bakımından yadırgatıcı iki sıra pencere dizisi Mimar Sinan’ın hiçbir yapısında görmediğimiz bir kompozisyon ortaya koymaktadır.
Klasik dönem vezir camileri içinde taş kaplamayla yapılmayan tek cami budur. Burada taş ve tuğla almaşık duvar yapıya bir özellik kazandırmaktadır. Zal Mahmut Paşa Camii’nin cephelerinde taş, tuğla, derz dokusu yapıya özgün bir hava vermiştir. Kabaraları, mukarnaslı kavsaraları, gül bezekleri, Mührü Süleyman gibi unsunları bu yapıya özgü farklı ifadelerle karşımıza çıkmaktadır. İçten cümle kapısına bakınca iç içe geçmiş farklı profiller vardır. Bu durum Selimiye Camii’nin yan girişlerini andırmaktadır. Caminin mukarnaslı klasik kıble taç kapısı içindeki ince işçilikli ahşap kapı, özgün bir sanat eseridir.
Bir hadis
Aziz ve Celil olan Allah’ın kula en yakın olduğu vakit, gecenin sonlarına doğru olan vakittir. O saatlerde Allah’ı ananlardan olmayı istersen, bunu yap! Kuşkusuz o vakitlerde kılınan namazlarda melekler hazır bulunup şahitlik yaparlar. (Nesâî, Mevâkît, 35)
Bir dua
Allah’ım! İmanı bize sevdir. Onun güzelliğini gönüllerimizde hissettir. İnkârı, fasıklığı ve isyanı ise bize itici kıl. Bizi doğru yolda olanlardan eyle. Allah’ım! Kullarını dirilteceğin günde bizi azabından koru.