Betül Yasemin Keskin / Milliyet.com.tr - Ramazan ayı geçmişten günümüze her dönemde büyük bir coşku ve sevinçle karşılanıyor. Peki geniş aile sofralarının kurulduğu, insanların birbiriyle hoş sohbetler yapıp yardımlaştığı, cami ziyaretlerinin gerçekleştirildiği bu hoşgörü ayı, Osmanlı İmparatorluğu'nda nasıl yaşanıyordu? Hitit Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Zekeriya Işık, Osmanlı döneminde Ramazan ayının nasıl karşılandığı ve geçtiğiyle ilgili birbirinden güzel detaylar paylaştı.
RAMAZAN AYININ GELDİĞİ NASIL ANLAŞILIRDI?
Doç. Dr. Zekeriya Işık teknolojinin henüz bu kadar gelişmediği yıllarda, Ramazan ayının ne zaman başladığının tespitinin idareciler için ciddi bir soruna dönüşebildiğini anlattı. Ramazan ayının havaların genellikle kapalı olduğu kış aylarına rastladığı zamanlarda bu durumun daha çetrefilli bir hal alabildiğini ileten Doç. Dr. Zekeriya Işık, "Normal şartlarda Ramazan ayına girildiğinin kanıtı olan hilalin görülmesiyle birlikte bu durum kadı huzurunda tescil edilir, ardından halka ilan edilirdi. Hatta Ramazan-ı Şerif’in geldiğinin bir nevi müjdecisi olarak hilali ilk görenlere hediyeler verilirdi" dedi. Ancak havaların kapalı olduğu dönemlerde hilalin bir türlü görülememesi durumunda yöneticiler bir önceki ya da daha önceki ayların başlangıcının tespit edildiği resmi kayıtlara bakarak Ramazan'ın başladığı günü kadı huzurunda yine diğer yetkililerle birlikte tespit ederek halka ilan ederdi.
Ramazan ayının başlangıcının duyurulmasının önemli yöntemlerinden birinin de top atışları olduğunu söyleyen Doç. Dr. Zekeriya Işık, "Görevlilerin minareleri kandillerle süslemesi ve iki minareli camilerde minareler arasına mahyaların asılması Ramazan'ın geldiğinin aslında topluma ilan edilmesinin bir başka yöntemiydi" diye konuştu.
HER MİSAFİRE 'DİŞ KİRASI'
Peki özü yardımlaşmaya, zenginin yoksulun halinden anlamasına ve nefis terbiyesine dayanan bu ay Osmanlı döneminde nasıl geçerdi? Doç. Dr. Zekeriya Işık, her evde Ramazan için hem temizlik hem de mutfak bağlamında hazırlıklar yapıldığını, iftarlarda her evin kapısının davetsiz misafirler için açık tutulduğunu, akraba, eş dost ve komşular arasında karşılıklı davetlere iştirak edildiğini söyledi. Işık, "Düzenlenen bu iftarlarda misafirlere özellikle de fakirlere yemekten sonra 'diş kirası' adıyla para ve çeşitli hediyeler verilirdi. Bu geleneğe aslında ihtiyaç sahiplerine yardım etmek amacıyla ortaya çıkarılmış bir başka yol da denilebilir. Ancak bu âdetin zamanla yarı resmi bir özellik kazandığı bilhassa padişahın sarayında yapılan iftarlarda davete icabet edenlere hediyeler verildiği ve bunun da II. Meşrutiyet dönemine kadar varlığını sürdürdüğü biliniyor" diyerek aslında o yıllarda gerçekleştirilen kıymetli bir geleneği hatırlattı.
'HALK İYİLİKTE BİRBİRİYLE YARIŞIRDI'
Ramazan ayının büyük bir mutlulukta karşılandığı Osmanlı toplumunda, Müslümanlar'ın Ramazan ayını adeta doğdukları ilahi ve rahmani kodlara yani fabrika ayarlarına dönülmesi yolunda büyük bir fırsat olarak gördüğünü ileten Doç. Dr. Zekeriya Işık, toplumun bu ayda hem ibadet hem de ihtiyacı olanlara yardımda ve ikramda bulunmakta adeta yarıştığının altını çizdi. 'Zimem defterleri'nin çok önemli bir yere sahip olduğunu söyleyen Işık, "O yıllarda hali vakti yerinde olanlar bir mahalle kasabı, bakkalı veya manavına gelerek günümüzde veresiye defteri olarak bilinen bu defterlerde bulunan tanımadığı, bilmediği insanların borçlarını ödeyerek sildirirdi" açıklamasında bulundu.
'YARDIMLAR GECE YAPILIRDI'
Zimem defterlerinin yanında Osmanlı toplumunda çok önemli geleneklerden biri de cami, mescit, çarşı gibi yerlerin avlularına konulan 'sadaka taşları'ydı. Zengin insanlar ihtiyaç sahipleri için sadaka taşlarına para bırakır, ihtiyacı olanlar ise ihtiyacı olduğu kadar bu taşlardan para alırdı. Sadaka bırakma işleminin ihtiyacı olan kişi utanmasın diye gece yapılması ise ince düşüncenin en güzel örneklerinden biriydi. Doç. Dr. Zekeriya Işık, "Burada yardımı yapan kadar yardıma muhtaç olanların kanaatkârlıkları ve kendisiyle aynı kaderi paylaşan diğer insanları düşünen güzel insani ve vicdani davranışları, toplumun ahlak anlayışını ortaya koyan çok önemli bir gösterge" yorumunda bulundu.
'SADECE HALK DEĞİL, DEVLET DE YARDIM YAPARDI'
Peki Osmanlıda Ramazan ayında yardımlaşma hep halk arasında mı oluyordu? Doç. Dr. Zekeriya Işık, "Yardımı sadece halk yapmazdı. Bizzat devlet, devlet ricali de bu hususta bir nevi yarışa girerdi ki burada Ramazaniyelerden bahsetmeden geçmek olmaz. Zira garibe gurebaya, fakir fukaraya yardım etmek sultanın, Devlet-i 'Aliyye'nin şanındandı" dedi. Bu ayda cami, mescit, tekke ve zaviye gibi dini ve manevi yerlerin dolup taştığına, iftar, sahur, aydınlanma, ısınma giderlerinin oldukça fazla olduğuna değinen Işık, devletin vakıflara bağlı bu yerlere 'Ramazaniye' adı altında yardımlarda bulunmasının bir gelenek halini aldığını paylaştı. Temel amaç ise Ramazan ayında buralardan istifade etmek isteyen halka gerekli hizmetin sağlıklı bir şekilde verilmek istenmesiydi.
'İKİ SOFRA KURULURDU'
Osmanlı döneminde oruçların açıldığı, herkesin birbiriyle muhabbet içinde olduğu iftar sofralarının nasıl kurulduğunu da anlatan Zekeriya Işık, "Osmanlı döneminde birisi iftariyelik, diğeri asıl iftar sofrası olmak üzere iki sofradan bahsedilebilir. Ezanın okunması öncesinde kurulan iftariyelik sofrada çeşit çeşit reçel, peynir ve şerbetler vardır ve atıştırmalık türü bir sofradır. Bu şekilde oruç açıldıktan sonra akşam namazları kılınır, bu arada makul bir süre geçmiş olur. Ardından asıl iftar sofrasına oturularak ana yemekler yenilirdi" detayını verdi.
'KADİR GECESİ'NDE YOLLARA DİZİLİRLERDİ'
Ramazan ayının bitmesine ve bayramın başlamasına sayılı günler kala İslam alemi için çok önemli olan bir gün de Kadir Gecesi'dir. Bu gecenin en önemli yanı Kur'an-ı Kerim'in, Ramazan ayının Kadir Gecesi’nde inmeye başlamasıdır. Müslümanlar için bin aydan daha hayırlı olarak bilinen ve ibadetle geçirilen bu gecede Osmanlı döneminde de camiye gitmeye özen gösteriliyordu. Sultanlar da bu manevi iklimden istifade etmek amacıyla Kadir gecesinde yatsı, teravih namazları yanında bu geceye özgü kılınan namazı kılmak üzere devlet erkânıyla birlikte camiye giderlerdi.
Padişahın gideceği cami güzergâhının kandillerle, fenerlerle, meşalelerle aydınlatıldığını, onu ve devlet erkânını görmek isteyen müslüman ve gayrimüslim halkın yollara dizildiğini ileten Doç. Dr. Zekeriya Işık, "Camilerin dolup taştığı bu gecede sultanın gittiği cami ayrıca dolar hatta yabancı elçi, konsolos gibi devlet adamlarına da manevi duyguların ve heyecanın doruğa çıktığı bu ibadet gecesini izlemek için izinler verilirdi. Kadir alayı karanlığın bastırdığı saatlerde olduğundan yol boyunca gerekli güvenlik önlemleri alınırdı" şeklinde açıkladı.
'ÇOĞU GÜNÜMÜZE KADAR ULAŞTI'
Müslüman-gayrimüslim fark etmeksizin herkesin birbirine kucak açtığı, yardımlaştığı bu ayda ibadetin yanı sıra çeşitli etkinlikler de düzenlenirdi. "Bunlardan çoğunun günümüze kadar ulaştığını görüyoruz" diyen Doç. Dr. Zekeriya Işık, iftarın açılmasının ardından tiyatro izlemek isteyenlerin Şehzadebaşı’na akın ettiklerini, salonların önünde kalabalıkların oluştuğunu, tiyatro dışında davul, zurna dinleyenler olduğu gibi özellikle çocukların Karagöz ve Hacivat oyunlarını, orta oyununu, kukla gösterilerini ve tek başına sanatlarını icra eden meddahları seyretmeye gittiklerini belirtti.
Osmanlı modernleşme sürecinin bir nişanesi olan Ramazan sergilerinin de zamanla Ramazan gelenekleri arasında yerini aldığına değinen Doç. Dr. Zekeriya Işık, "İlk olarak 1864 yılı Ramazan ayında Sultanahmet Meydanı'nda, sonrasında da Bayezid Camii avlusunda açılan ramazan sergileri esnafın ürettiği mamullerin sergilendiği bir yer olması sebebiyle ekonomik açıdan da önemliydi. Müslim, gayrimüslim bütün halkın ilgi gösterdiği Ramazan sergileri eğlenceli vakit geçirilen bir yer kimliğine bürünmüştü" dedi.
'ŞEKER BAYRAMI'NIN ADI BURADAN GELİYOR
Ramazan ayının sona ermesiyle birlikte başlayan Ramazan Bayramı'nın karşılanmasıyla ilgili de bilgiler paylaşan Doç. Dr. Zekeriya Işık, "Osmanlı döneminde Ramazan Bayramı'na idu’l-fıtr, Kurban Bayramı'na idu’l-adha da denilirdi. Dönemin hatıratlarından Ramazan bayramlarında bayramlaşmak için gelen misafirlere mendil şeklinde rengârenk, yer yer pullu mendiller içerisinde şeker ikram edildiği için bu bayrama şeker bayramı denildiği de geçiyor" açıklamasında bulundu.
"Bayramlar akraba, eş-dost ve komşuların kaynaşmasına, küslüklerin ve dargınlıkların sonlandırılmasına, kardeşlik hukukunun güçlendirilmesine imkân sağlayan bir fırsat olarak görüldüğü günlerdi" diyen Işık sözlerini şöyle noktaladı:
"Bayramlarda devlet erkânının sultanın sarayında bayramlaşmasına ise yine son derece önem verilirdi. Daha önceden davet tezkireleri hazırlanan devlet ricali arife gününü bayrama bağlayan gece yollara dökülür, Topkapı Sarayı’na gelir sabah namazı ardından ulema, ümera ve ocak ağaları teşrifat usulleri belli olan kaidelere göre sultanın bayramını tebrik ederlerdi. Ardından bayram alayı başlar, büyük bir kafile halinde Ayasofya, Sultanahmet, Süleymaniye ya da Fatih camilerinden birinde bayram namazı kılınırdı."