Gündemİdadideki müzede hayal kırıklığı

İdadideki müzede hayal kırıklığı

27.09.2009 - 00:42 | Son Güncellenme:

Manastır Askeri İdadisi’nde, 1896-99 yıllarında öğrenim gören Mustafa Kemal’in sınıfı şimdi bir müze... Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen’den bir Atatürk mumyası, ki kimse kusura bakmasın, hiç benzemiyor...Sizi alıp 120 yıl öncesine taşıyacak hiçbir atmosfer yok. Keşke aslına uygun eski sıralar bırakılsaymış. Ya da sınıfa bir kara tahta konsaymış; tahtada belki Fransızca dersi, askıda da 7348 apolet numaralı bir palto...

İdadideki müzede hayal kırıklığı

MANASTIR (BİTOLA)
İşte en sonunda geldik bize bu Makedonya gezisini yaptıran asıl yere, yani Manastır’a. Haritada bakarsanız adı Bitola. Türkiye’de Goran Bregoviç’le başlayan Balkan modasından sonra esaslı bir Rumeli bahsinin açılmasına sebep “Elveda Rumeli” dizisi burada çekiliyor.
Hepimize yıllar sonra “Merhaba Rumeli” dedirten dizi (Politik psikoloji uzmanı Prof. Dr. Vamık Volkan’a atıfla söyleyelim) pek çok Rumeliliye ilk kez içindeki “yas”ı yaşama, pek çok Rumelili olmayana da ilk kez “oraları” merak etme fırsatını verdi.
Eğer çok iddialı bulmazsanız bize göre Rumeli’yi daha çok konuşur olmamıza ikinci neden ise Ermeni meselesidir. Fark ettiyseniz “Merhaba 1915” dedikçe Rumeli’yi de hep birlikte daha bir keşfeder olduk. Ya Osmanlı’nın çöküş yıllarında yaşanan tüm acıyı olduğu gibi anlama çabası nedeniyle, ya “Ama biz daha çok öldük” diyebilme adına ya da İttihat ve Terakki’yi masaya yatırma gayretiyle...
Sonuçta neden hangisi olursa olsun önümüze tıpkı tarih sahnesindeki gibi yine eş zamanlı geldi Rumeli ve Ermeni meselelerimiz.

En sevilen Rumelili...
Bu ikisi için, insanın yolunu Meriç’in batı yakasından geçirten iki yeni sebep, denebilir. Ama bir de epey eski bir sebebimiz var ki, o da Makbule’nin mavi gözlü ağabeyi olur. Babasının Debreli, annesinin Selanikli, kendisinin Manastır’da okumuş olması başlı başına bir Rumeli coğrafyasıdır.
İşte biz şimdi o coğrafyanın Manastır ayağındayız. Şirok sokağındaki bir bankta, gözümüzü dikmiş, karşı balkona bakıyoruz. O kadar ısrarla bakıyoruz ki, sonunda Eleni çıkıyor balkona. Eleni Karintte... Çok güzel bir genç kız, ama sanki biraz endişeli... Yüzü sürekli sokağın öbür ucuna, Manastır Askeri İdadisi’ne dönük. Okul dağılmış, birer ikişer öğrenciler geçiyor yoldan. Birazdan o çok sevdiği de geçecek ve yine göz göze gelecekler. Kalpleri kim bilir yine nasıl çarpacak, ama o anı uzatmak bile artık öyle imkânsız ki...
Eleni’nin zengin tüccar babası delikanlıyı istemiyor. Delikanlının annesi Zübeyde Hanım da Eleni’yi... Üstelik mezuniyet yakın. İstanbul-Harp Akademisi’nin yolu göründüğünde bu bakışmalar dahi mecbur bitecek. Ancak hiçbir engel Eleni’nin umurunda değil. Ne ev hapsi ne zorla evlendirilme tehdidi ne babasıyla yaşadığı küslükler ne de onu bir daha göremeyeceğini bilmek... Bunların hiçbirine rağmen hiçbir zaman unutamayacak aşkını Eleni... Tabii o delikanlı da kendisine duyulan bu sonsuz sadakati...
Derken birden gözümüz balkonun altındaki mağazaya takılıyor: “Yüzde 80 indirim!” Önünden insanlar gelip geçmekte... Hava sıcak ve bizim bu banktan kalkıp daha geçmişle ilgili hayal kuracak çok yerimiz var. İlki de Manastır Askeri İdadisi.

Haberin Devamı

İdadideki müzede hayal kırıklığı

İdadideki müzede hayal kırıklığı

İdadideki müzede hayal kırıklığı


Atatürk müzesi içimize sinmedi
Manastır, Üsküp’ten sonra Makedonya’nın ikinci büyük şehri. Pelister Ulusal Parkı’nın eteklerinde bir şehir. Nüfusu yaklaşık 150 bin. Büyük göçlerden sonra kalan Türk aile sayısı ise sadece 50... Osmanlı ilk girdiğinde bakmış, etrafta çok sayıda manastır var, buraya Bitola yerine Manastır adını vermiş. 19’uncu yüzyılın sonlarına doğru 3. Ordu’nun merkezi yapmış Manastır’ı ve üzerine de üç büyük kışla inşa etmiş.
İşte o kışlalardan beyaz olanı 1895’ten itibaren Manastır Askeri İdadisi olarak kullanılmaya başlamış.
1896-99 yıllarında burada öğrenim gören Mustafa Kemal’in sınıfı şimdi bir müze. O sınıfı görmek için okul binasından içeri girdiğimiz ilk anlarda doğrusu biraz heyecanlandık. Eski bir tırabzan, her ne kadar üzeri kırmızı halıyla kaplansa da eski mermer merdiven, inip çıkmaktan ortası çökmüş, rengi solmuş...
Öyle bir hava kalmış ki basamaklarda, kendimizi biraz zorlasak aynı Eleni’yi balkonda seyrettiğimiz gibi bu merdivenlerde de Mustafa Kemal’le karşılaşabileceğiz. Fakat gelin görün ki sınıf için aynısını söylemek zor. En azından bizim beklediğimiz bu değil: Yerler gıcır gıcır ahşap görünümlü laminant. Kapıda Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen’den bir Atatürk mumyası, ki kimse kusura bakmasın, hiç benzemiyor. Duvarlar Atatürk’ün sözleri ve resimlerle kaplı. Bir camekân büfe; içinde birtakım olması gereken kitaplar ve sağdan soldan gönderilen anılar, süsler...
Her şey çok temiz, çok itinalı, çok rütbeli, fakat burası bir Atatürk müzesi, ama Mustafa Kemal’in sınıfı değil. Bu oda Ankara’da mı Manastır’da mı içindeyken anlamanıza dahi imkân yok. Sizi alıp 120 yıl öncesine taşıyacak hiçbir atmosfer yok. Belki bir umut, jimnastik yaptıkları avluda yakalarım o havayı diyorsunuz, ama avlu da sınıfın tam tersine metruk bir halde.
Oysa keşke olabildiğince aslına uygun eski sıralar bulunsaymış. Keşke sınıftaki zemin olduğu gibi bırakılsaymış... Ve bir kara tahta konsaymış, tahtada belki Fransızca dersi, askıda da 7348 apolet numaralı bir palto...

Akşam piyasası defile gibi
İç çekerek ayrıldık okuldan ve yine Şirok sokağına çıktık. Şirok “Geniş” demek. Trafiğe kapalı, dükkânlar, kafeler, güzel balkonlarla dolu çok şık bir sokak burası. Osmanlı zamanındaki adı Hamidiye caddesiymiş. 11 Avrupa ülkesinin konsolosluğundan bayrakları sarkarmış bu caddeye, çünkü İstanbul ve Selanik’ten sonra Balkanlar’ın en işlek ticaret merkeziymiş Manastır.
Vaktiyle içinde “Bitola” adı geçen o kadar çok şarkı yapılmış ki, o zamanlar şehrin çoğu evinde bir piyano varmış. Manastır gerçekten güzel bir şehirmiş. Hâlâ güzel. Hele de akşam piyasa vakti olunca...
Gerçi bir tane bile yakışıklı erkek görmedik Şirok’ta, ama kızları müthişti. Öyle aman aman güzel olduklarından değil, fakat o elbiseler, takılar, podyumda yürüyormuş gibi güvenle atılan adımlar ve hele de o ayakkabılar... Belki şimdi size de tuhaf gelecek, ama hayatımızda bu kadar çeşit, bu kadar yüksek, bu kadar kendine baktıran ayak ve ayakkabıyı bir arada görmedik desek yeridir.
Sizin sevdiğiniz Rumeli türküsü ne?
“Kızlar, bu kadar yetersiniz” deyip başımızı yerden kaldırdığımız ilk anda Şirok’tan Saat Kulesi’ne doğru saptık. Saat Kulesi’ni 1639’da yapan Osmanlı. Ancak 1990’ların ortasında Manastır Piskoposu kulenin tepesine bir haç diktirmiş. Ne gereği varsa... Üstelik buradaki Kadı Mahmut Camii resim galerisine, Haydar Kadı Camii de bira deposuna dönüştürülmüş.
Tabii bunları duyunca hemen aklımıza bizim Anadolu’da samanlık olarak kullanılan kiliseler geliyor. “Vandallığın dini, milliyeti yok” deyip sırtımızı Saat Kulesi’ne dönüyoruz ve işte karşımızda o havuz ve çeşme! Hani “Manastır’ın ortasında var bir havuz, canım havuz, Manastır’ın kızları hepsi de yavuz...
Manastır’ın ortasında var bir çeşme, canım çeşme, Manastır’ın kızları hepsi de seçme” türküsünün yakıldığı yer. Mustafa Kemal ve arkadaşları ne zaman okul molası verseler buraya gelir, bu Rumeli türküsünü de pek severlermiş.
Zaten herkesin en az bir tane çok sevdiği Rumeli türküsü vardır değil mi memlekette? Sizinki belki Trakların “Arda boyları”dır, belki Arnavutların “Gerçekten anlattıkları gibiymişsin” halk şarkısı, belki de Bulgarların “Ayna attım çayıra”sıdır... Bize göre ise en güzeli Selanik Türküsü’dür... Hele de Sezen Aksu’dan dinlerseniz...

Haberin Devamı

İdadideki müzede hayal kırıklığı

Manastır Askeri İdadisi’ne girince önce heyecanlandık. Öyle bir hava kalmış ki basamaklarda, kendimizi biraz zorlasak Mustafa Kemal’le karşılaşabileceğiz. Fakat sınıf için aynısını söylemek zor: Yerler gıcır gıcır ahşap görünümlü laminant. Her şey çok temiz, çok itinalı, çok rütbeli Prof. Yılmaz Büyükerşen imzalı mumya hiç Atatürk’e benzemiyor

Haberin Devamı

İdadideki müzede hayal kırıklığı

Haberin Devamı

Berber Sinan Usta: Hepsi Türkiye’yi büyük güç görüyor
Şirok’un gösterişinden uzaklaşıp eski çarşıya doğru ilerledikçe sanki tarihin de içinde bir yolculuk yapıyor gibi oluyorsunuz. Bir zamanlar Rumeli’nin en büyük çarşılarından biriymiş burası.
2 bin 500 kadar dükkânı, 60 çeşit zanaatkârı varmış. Şimdiki en önemli marifeti ise Elveda Rumeli’nin setlerinden biri olması. Gerçi çarşı hâlâ faal, dizide gördüğünüz dükkânların içi işler vaziyette, ama eskisi gibi Manastır’ın merkezi değil. Biz o çarşıda dizide dışarıdan minderci görünümündeki berber dükkânına girdik. Girer girmez de Sinan Usta’ya sorduk:
Manastırlılar memnun mu Elveda Rumeli’den?
Çok, onlar bizi çok seviyorlar. Geçenlerde bir doktor geldi ne süyledi; lazım dedi, Makedonya Türkiye’nin altında olsun. Lazım biz sizinle birlikte yaşayalım. Hepsi istiyor bunu. Hepsi Türkiye’yi büyük güç görüyor.
Peki buradaki Türkler memnun mu hayatlarından?
Değiller memnun. İşe koymuyorlar bizi. Lazımdır ayıptır söylemesi; bilmem ne yapasın, öyle pis işlere giresin, onu istiyorlar. Ama şimdi daha iyi olacak inşallah. Çünkü partiler geldi, işlere artık yüzde 30 Müslüman alacaklar Makedonya’da. Kızım bitirdi üniversiteyi, o da girecek işe.
Türk olarak mı işe girecek, Arnavut olarak mı?
Arnavut olsun, Türk olsun be. Zaten Türke yüzde 0.5 veriyorlar iş imkânı.
Yalnız Müslümanlık kontenjanından hareket edince “Türkler asimile oluyor, Arnavutlaşıyor” diyorlar?
Asıl Arnavutlar Türk gibi duruyorlar, ne konuşuyorsun. Daha şimdi azcık azcık başladı Arnavutlar da göstersinler kendilerini.
Sizde Arnavutluk var mı?
Bende değil, benim karım Arnavuttu. Kızım da Arnavutça konuşur, ama evde Türkçe konuşur.

Haberin Devamı

Resneli Niyazi dizide olacak
Bu kadar adından söz ettikten sonra biz de bir Pürsıçan (Makova) köyüne gittik tabii. Aslında o gidiş yolu boyunca sağlı sollu 35 Türk köyü görmemiz gerekiyormuş, ama şimdi onlardan sadece ikisi kalmış. Biri Kanatlar köyü, diğeri de Budaklar köyü. Bizim gittiğimiz Elveda Rumeli’nin seti olan Pürsıçan ise Makedonlarla Türklerin eskiden karışık yaşadığı, şimdi neredeyse çoğu hanenin terk edildiği bir köy. Köye girer girmez herhalde tüm ziyaretçilerinin yaptığı gibi biz de “Buradaki hangi ev, dizideki hangi evdi acaba?” diye keşfe çıktık. “Şu Alex’le Zarife’nin evi”, “Bu Vahide’yle Mustafa’nın”, “Bu da Sütçü Ramizlerin”... Derken dizi için çekim yapılan başka bir evin önüne geldik. Kaymakamla eşinin kapı önünde konuştukları bir bölüm olacakmış bu. Bütün set ekibi hazır. Belli ki güneşin altında saatlerdir çalışmışlar ve tam “Kamera” denecek “Bir dakika bulut geçiyor” diyor ikinci yönetmen. Hadi bulutun geçmesi bekleniyor. O geçiyor, yine tam “Kamera” denecek, “Bir dakika uzakta bir kamyonun gürültüsü var” diyor sesçi, hadi bu sefer kamyon bekleniyor. Bu sahnede rol alacak olan kazlar hem elden kaçmayacak hem incitilmeyecek. Hem o açıdan çekilecek hem bu açıdan... İşleri öyle zor ki, “Sizi burada seyredeceğimize biz evimizden izleriz” dedik ve ayrıldık yanlarından. Ayrılırken de en merak ettiğimizi sorduk; “Resneli Niyazi olacak mı dizide?” Yanıt: “Elbette, ama kimin oynayacağı şimdilik sır.”

Adi bre mori teyze...İshakiye Camii, 1506’da Kadı İshak Çelebi Efendi tarafından yapılmış. Manastır’ın halen beş vakit ibadete açık tek camisi. Tam da cuma namazına denk geldiğimiz için cemaatin ne kadar olduğunu merak edip caminin kapısına gittik. Tek cami olduğuna göre herhalde dışarı taşanlar vardır dedik, ama dışarıda gördüklerimiz sadece dilencilerdi.
Balkanlarda hemen her şeyin açıklamasının bölünme ve savaşla ilgili olması gibi bu Çingenelerin burada dilencilik yapmasının sebebi de son Kosova savaşıydı. Oradan kaçan yersiz yurtsuzlar Makedonya’ya sığınmış ve mecbur karınlarını doyurmaya çalışıyorlar. Çocuklar aynı bizim sokak çocukları gibi bir anda etrafınızı sarıyor. Hep bir ağızdan bağırıyorlar ve inanın tek çareniz kaçıp gitmek, çünkü baş etmenize imkân yok. Tam biz de bu dediğimizi yapacaktık ki birden bir cümle duyduk:
“Adi bre mori teyze...” Döndük baktık, vallahi de eli belinde bir kız çocuğu. Ne yaparsınız; oturduk tabii, el üstünde el kaydırmaca oyunu oynadık. Oyunun sonunda büyük ödül kazanana gitti, tabii bütün çocuklar da o kazananın peşine...


-BİTTİ- (Yani O KA BU KA...)