GündemHalk hareketinden kanlı iç savaşa

Halk hareketinden kanlı iç savaşa

15.03.2020 - 07:00 | Son Güncellenme:

Suriye’nin Ürdün sınırındaki Dera’da gençlerin duvarlara yazdığı ‘Halk rejimi istemiyor’ yazılarıyla başlayan halk hareketi, ilerleyen yıllarda tüm dünyayı dehşete düşüren kanlı bir iç savaşa dönüştü

Halk hareketinden kanlı iç savaşa

2010’da Kuzey Afrika’da başlayarak Ortadoğu’ya yayılan muhalif halk hareketleri meşruiyet testi niteliğindeydi. Suriye’nin bu testi başarılı geçmesi ise beklenmiyordu. Ancak, Suriye’nin Ürdün sınırındaki Dera Vilayeti’nde 14-16 yaşlarındaki gençlerin duvarlara “Halk rejimi istemiyor” yazması, gözaltına alınmaları ve devriminin sembol ismi haline gelen 13 yaşındaki Hamza Ali el-Hatib’in gözaltında işkence ile öldürülmesi sonucunda Dera halkı sokaklara döküldü.

Haberin Devamı
Halk hareketinden kanlı iç savaşa



Suriye rejiminin, ilk refleksi güç kullanımı oldu. Ancak muhalif hareketlerin bastırılmasını sağlayamadı. Birincisi; Ortadoğu genelindeki hareketler, halkın rejime karşı korku eşiğini aşmasını sağladı. İkincisi; Libya ve Mısır’da yeni yönetimlerin işbaşına gelmesi, “Biz de yapabiliriz” düşüncesini sağladı. Üçüncüsü; sosyal medyan sayesinde halk kendi içinde organize olabildi, gelişmeleri anında uluslararası kamuoyu ile paylaştı. Uluslararası kamuoyunun büyük çoğunluğunun da değişimden yana tavır alması, halkı cesaretlendirdi.

Siyasi çözüm için girişimler başladı

Rejimin siyasal alanı tamamen kontrolü nedeniyle, halkın örgütlenme tecrübesi yok denecek kadar azdı. Ayrıca güç kullanımı nedeniyle muhaliflerin örgütlenebilmesi mümkün değildi. Muhalif kesimlerin Türkiye’de düzenledikleri bir dizi konferansın ardından Ağustos 2011’de İstanbul’da “Suriye Ulusal Konseyi” (SUK) kuruluşunu ilan etti. SUK, Suriye halkının meşru temsilcisi olarak kabul edildi, devletler tarafından muhatap alındı. SUK, farklı toplumsal ve ideolojik kesimleri barındıran bir çatı muhalif yapılanmaydı. SUK’un blok olarak yer aldığı, daha geniş muhalif kesimleri temsil eden “Suriye Ulusal Koalisyonu” ise Kasım 2012’de Doha’da kuruldu. 26 Mart 2013’de de Suriye’nin Arap Birliği’ndeki koltuğu Suriye Ulusal Koalisyonu’na devredildi.
Siyasal muhalefetin oluşumuna paralel, siyasi çözüm için BM öncülüğünde girişimler de başlatıldı. Ancak ilan edilen ateşkeslerin bir türlü kalıcı hale getirilememesi nedeniyle başarısız oldular. Dönemin BM Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan koordinatörlüğünde 30 Haziran 2012’de ilk uluslararası zirve olarak tarihe geçen Cenevre Müzakereleri başlatıldı. Cenevre sürecinin en büyük zaafı çok geniş katılımlı olması ve sahada doğrudan nüfuza sahip aktörleri içermemesiydi. 2017 yılına 7 zirvenin gerçekleştiği Cenevre sürecinde somut bir başarı sağlanamadı.

ASTANA SÜRECİ Önemli değişimler yarattı

2017’de Türkiye, Rusya ve İran garantörlüğünde Astana Süreci başlatıldı. Bu süreçte Türkiye, Suriyeli muhaliflerin, Rusya ve İran ise Suriye rejiminin garantörlüğünü üstlendi. Astana’nın Cenevre’den temel farkı daha az katılımlı ancak sahada gerçek nüfuza sahip aktörleri bir araya getirmesiydi. Süreç içinde muhaliflerin kontrol ettiği İdlib, Hama kırsalı, Humus kırsalı, Doğu Guta ve Dera’da “çatışmasızlık bölgeleri” oluşturuldu. Ancak rejim, Rusya ve İran destekli milis gruplar, terör örgütlerini gerekçe göstererek İdlib dışındaki bölgelerin tamamını sırayla kontrol altına almayı başardı. Operasyonlardan sonra buradaki halk ve silahlıların büyük çoğunluğu, başta İdlib olmak üzere Türkiye kontrolü altındaki bölgelere gönderildi.


Astana süreci askeri sahnede önemli değişimler yaratırken, siyasi çözüme geçiş için de kritik bir adım atılmasına imkan sağladı. Yeni anayasanın yazımı için 150 kişilik Suriye Anayasa Komitesi oluşturuldu. Komite ilk toplantısını 29-30 Ekim 2019 tarihlerinde Cenevre’de gerçekleştirdi.

Silahlı aktörlerin gelişim süreci

2011’de, Suriye’deki sivil halk hareketleri de silahlı direnişe doğru evrilmeye başladı. Rejimin orduyu kullanması nedeniyle bazı gençler silahlanarak karşı koyma yolunu seçti. Ordu içinden subay ve askerlerin bir kısmı da halka ateş açmayı reddedip, silahları ile birlikte muhalif saflara geçti. İki kesimin oluşturduğu gruplar, yerelde kontrolü ele almaya başladı. Ordudan ayrılan bazı askerler, dağınık grupları tek çatı altında toplamak için, Riyad Esad liderliğindeki “Özgür Suriye Ordusu”nu (ÖSO) Haziran 2011’de kurdu.

El Kaide de Suriye’de otoritenin zayıflaması ve yeni bir savaş sahası doğmasını fırsat bilerek Suriye’de örgütlenmeye başladı. Irak el-Kaide’sinin lideri Bağdadi bazı Suriyeli militanlarını Suriye’ye gönderdi. 2013’de Bağdadi el-Kaide’nin Suriye kolu olan Nusra Cephesi’nin kendileri tarafından kurulduğu, finanse edildiği ve desteklendiğini açıkladı. Bağdadi, iki örgütün “Irak ve Şam İslam Devleti” (IŞİD) adı altında birleştiklerini de duyurdu. Ancak Nusra Cephesi lideri Ebu Muhammed Colani birleşmeyi kabul etmedi. IŞİD, rejimden ziyade Suriyeli muhaliflere karşı mücadele yürüttü. 2014’de Suriye topraklarının üçte birine tekabül eden bölgeyi kontrol eden güçlü bir aktöre dönüştü. Nusra Cephesi ise El Kaide’den ayrıldığını açıklayarak farklı isimler altında İdlib’de faaliyet göstermeye başladı. Örgütün devamı HTŞ halen İdlib’de en güçlü gruplardan biri.

Gelişmelere paralel güçlenen bir diğer aktör PKK’nın Suriye kolu PYD oldu. 2011’e kadar Suriye’de faaliyet imkanı elde edemedi. Türkiye’nin muhalifleri desteklemesine karşılık, Şam da PKK kartını yeniden oynamaya karar verdi. Rejimin hamlesinin diğer nedeni de Kürtler arasındaki muhalif hareketleri PKK ile bastırmaktı. PKK/PYD rejim karşıtı sokağa dökülen Kürtlere baskı uyguladı ve muhalif Kürt siyasi figürleri suikastlarla ortadan kaldırdı. 2012’de, Suriye ordusu Kürtlerin yoğun yaşadığı Türkiye sınırındaki bazı yerleşimlerden çekildi, kontrolü PYD ve silahlı kanadı YPG’ye devretti. YPG, 2014 ocağında tek taraflı Cezire, Kobani ve Afrin kantonlarını ilan etti. PYD ve YPG’nin güçlü bir aktör olarak ortaya çıkışı ise ABD’nin desteğiyle 2014 sonrasında gerçekleşti.

Dış aktörlerin müdahaleleri

Kriz patlak verdiğinde beklenti rejimin 6 aydan kısa sürede yıkılacağı yönündeydi. Gerçekleşmemesinin temel nedeni Rusya ve İran’ın rejimin yıkılmasını hayati bir tehdit olarak görüp Şam’ı diplomatik, askeri ve ekonomik açıdan desteklemeleri. Rusya, krizin ilk yıllarında BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi olması sayesinde rejim aleyhine tüm kararları veto etti. İran ise krizin silahlı boyutunun öne çıkması ile etkin olarak kullandığı “vekiller aracılığı ile savaş”ı uygulamaya koydu.

Krize doğrudan askeri müdahalede bulunan ikinci aktör ABD oldu. 2014 yılı ortasında IŞİD’in Irak ve Suriye’de geniş alanları ve kaynakları kontrol eder hale gelmesi ile ABD ve Batı’nın birinci önceliği IŞİD ile mücadele haline geldi. ABD öncülüğünde Eylül 2014’de “IŞİD ile Mücadele Koalisyonu” kuruldu. IŞİD’ın YPG’nin kontrolündeki Ayn el Arab’a (Kobani) operasyonu, ABD-YPG ittifakının da başlangıcı oldu. Zamanla YPG, ABD’nin hava desteği Fırat’ın doğusundaki tüm IŞİD alanlarını kendi kontrolü altına almayı başardı. ABD’nin önceliği YPG eliyle oluşturulan ve Suriye topraklarının dörtte birine tekabül eden Fırat Nehri’nin doğusundaki alanlara siyasi statü kazandırılması olmaya başladı.

Suriye krizine doğrudan askeri müdahalede bulunan bir diğer aktör ise Türkiye oldu. Türkiye; sınırında YPG ve IŞİD terör örgütlerinin tek taraflı egemenlik ilanında bulunması ve güvenliğine dönük tehdit oluşturmaları ve göç eden sivillerin kritik eşiğe ulaşması, yeni göç dalgalarını Suriye içinde karşılama arayışı nedeniyle askeri harekatlarını gerçekleştirdi. Türkiye, ÖSO ile birlikte ilki Ağustos 2016’da IŞİD’e karşı “Fırat Kalkanı”, ikincisi Ocak 2018’de YPG’ye karşı “Zeytin Dalı” ve üçüncüsü de Ekim 2019’da yine YPG’ye karşı “Barış Pınarı” askeri harekâtlarını gerçekleştirdi. Harekâtlar neticesinde Afrin’den Cerablus’a uzanan hat ve yaklaşık 40 km derinlikte Türkiye ve ÖSO denetiminde fiili bir güvenli bölge oluştu. Bunun yanı sıra IŞİD ve YPG terör örgütleri ile sınırdaşlığa büyük oranda son verildi.

Askeri güç kullanma mesajı

Son askeri angajman İdlib’de gerçekleşti. Çatışmasızlık bölgelerini sırayla ele geçiren Şam’ın bir sonraki hedefinin İdlib olacağı bilinmekteydi. Türkiye İdlib’e askeri harekÓAtın 3.5 milyon Suriyelinin göçü ile sonuçlanmasından kaygı duyuyordu. Türkiye ile Rusya Eylül 2018’de Soçi Mutabakatı’nı imzaladı. İdlib çevresinde Türk, Rus ve İran askeri gözlem noktaları oluşturulmasına, bunların ateşkesi denetlemesine ve M-4 ve M-5 otoyolları ulaşıma açılmasına karar verildi.

Ancak rejim ve Rusya radikal gruplar olduğunu ve bunların anlaşma kapsamında olmadığını öne sürerek askeri operasyonlarına devam etti. Türkiye Marat el-Numan’ın Şam kontrolüne geçmesine kadar Rusya üzerindeki diplomatik gücünü kullanmaya çalışmış, Rusya’dan Suriye’yi operasyonlara son vermesi ve ateşkese uyması için ikna etmesini talep etmişti. Marat el-Numan sonrasında ilk kez “İdlib’de askeri güç kullanabiliriz” mesajı vermeye başladı. Rusya ve Suriye rejiminin karşı hamleleri ile tırmanan gerginlik TSK’nın Şubat 2020 sonunda “Bahar Kalkanı Harekâtı”nı başlatması ile sonuçlandı. Bu operasyon ile İdlib’de yeni bir dengeye ulaşıldı. Türkiye ve Rusya 2018’de imzalanan Soçi Mutabakatı’nı güncelleyecek şekilde yeni bir anlaşmaya imza attı.

Bundan sonra bizi ne bekliyor?

Haberin Devamı

9 yıldır devam eden Suriye krizi, siyasi tarihin en karmaşık sorunlarından biri haline gelmiştir. Tarihin en ağır insani krizlerinden birine neden olmuştur. Sorunun karmaşıklığının nedeni çok boyutlu ve aktörlü olmasından kaynaklanmaktadır.

Suriye krizinin çözümü dendiğinde rejim ve muhalifler arasındaki çatışmaların sonlandırılması, iç savaş ortamından faydalanarak güç kazanan el-Kaide ve PKK bağlantılı terör örgütlerinin ortadan kaldırılması, yabancı terörist savaşçılar sorunu, Suriyeli mültecilerin ülkelerine dönüşü, dış güçlerin askeri varlığının geleceği, Şam’ın otoritesi dışında kalan alanların statüsü gibi karmaşık sorunlara çözüm bulunması gerekmektedir.

Bu karmaşık sorunların taraflarına baktığımızda ise Suriye, Rusya, Türkiye, İran, ABD, İsrail gibi devletlerin doğrudan müdahil olduğu ve bunun yanı sıra Suriyeli muhalifler, Şii milisler ve terör örgütleri (El Kaide bağlantılı gruplar ve YPG) gibi devlet dışı aktörlerin yer aldığı karmaşık bir denklem karşımıza çıkmaktadır. İşi daha da karmaşıklaştıran aktörlerin bir alanda işbirliği yaparken diğer bir başlıkta rekabet edebiliyor olmalarıdır.

Suriye krizinin kısa vadede çözümünün mümkün olmadığı, ülkenin artçı sorunlar ile çok uzun yıllar baş etmek durumunda kalacağı öngörülebilir.