06.08.2019 - 07:50 | Son Güncellenme:
NİL KURAL
Bir meslektaş olarak Cüneyt Cebenoyan, Milliyet Sanat’ın sinema sayfalarının zor yazılarında ilk aranan isimlerdendi. Yılmaz Güney’i anmak için kapak yapmak istediğimizde başka birinin kolayca getiremeyeceği bakış açısını Cüneyt’in getireceğini ve Güney’i tarihsel ve sinema tarihindeki güncel yerine yerleştireceğini adımız gibi biliyorduk. “Aziz değil sanatçı” başlığıyla kapağa taşıdığımız yazı geldiğinde emin olduğumuz bir şey tasdiklendi, her zamanki gibi.
Geriye dönüp bakınca bir tek Güney için değil, her başımız sıkıştığında ona koşmuşuz. Konu ister Pasolini gibi yazması çok zor bir kişilik; ister Park Chan Wook’un bilmece misali filmi ‘The Handmaiden’; ister de Pedro Almodovar’ın kimselerin beğenmediği filmi ‘Julieta’nın neden önemli olduğunu açıklayan bir yazı olsun, evet, ona koşmuşuz.
Yazıyı kabul ettiğinde ise editör olarak bir iç rahatlığıyla beklerdiniz. Teslim tarihi geldiğinde yazıyı ilk okumanın bir okuyucu olarak ayrıcalığı benzersizdi. Cüneyt, yazılarında okura psikanalitik kuram, güncel siyaset, tarih ve insanlık konusundaki birikimini, ideolojisinden güç alan bir tutkuyla ve kibirden arınmış bir akıcılıkla anlatırdı. Fikirlerini tartıştığı güç, yazının her yerine sinmiş sizi beklerdi. Cüneyt’in yazılarının çok kolay yazılmış gibi gelmesinin nedeni, yazanların bildiği gibi zengin bir arka planda saklıydı: Dil hakimiyeti, zihin berraklığı ve yazdığı meseleyi sindirmiş olmanın netliğinin müthiş uyumu.
Cüneyt’in anarken, “BirGün kurulduğundan beri katkıda bulunuyor” cümlesini kurmak kolay olabilir. Sinema yazarlığı gibi meslekte istikrarın ne kadar zor olduğunu bilmiyorsanız... Bu istikrarı sürdürmek için yıllarca merakınızı ayakta tutmanın, disiplinin, sinemayı onun da çok sevdiği gibi jürilerle veya gazeteci olarak festivallerde takip etmenin ne kadar ender erdemler olduğu hemen akla gelmeyebilir. Cüneyt’in istikrarı biz meslektaşlarının şansıydı. İsterseniz yeni başlamış bir kalem olun fark etmez; Cüneyt sizi takip eder, yazınızdaki bir cümleyle ilgili sizle konuşur, iltifat edip sizi mutlu etmekten hiç çekinmezdi. Bir filmin çıkışında Cüneyt ile kurulan diyaloğun güzelliği, dediğimiz gibi bizim şansımız oldu hep.
Biz meslektaşlarının şansı neyse ki bize ait kalmadı. Mesela bunu Açık Radyo dinleyicileri de yaşadı. Cüneyt’in bir konukla bir filmi konuştuğu ‘Erguvani İstimbot’unu dinleyenler, onun konuşurken fikirleri açmadaki kıvraklığına, bakış açısını değiştiren tespitler ürettiğine, karşısındakiyle sürdürdüğü diyaloğun gücüne şahit olabildi.
Cüneyt, kültür dünyamızı sinema dışı alanlardaki üretimiyle de destekledi. Radiohead’in ‘OK Computer’üne dair aklınızda kalan bir cümlenin Roll’daki Cüneyt imzalı bir albüm yazısına ait olduğunu fark edebilirsiniz. Veya Açık Radyo’da Jeff Buckley’i ilk kez dinlediğiniz bir programdaki sesin onun olduğunu yıllar sonra anlayabilirdiniz.
Arkadaşları olarak Cüneyt’in yasını hepimiz tutacağız. Bu birikimin kültüre katkısında hep kutlanacak bir şeyler bulmayı hiç ihmal etmeden…