25.09.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
Ayşe Özdemir - Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Savaş Arslan’ın “Türkiye’de Sinemanın Tarihi” adlı kitabı yeniden dikkatleri Yeşilçam’a çevirdi. İşte Arslan’ın Milliyet’e yaptığı açıklamalar:
Sayın Arslan, Türkiye 1896’dan bu yana 8 bin film üretmiş. Bunun dünyada karşılığı var mı?
Eğer festivaller üzerinden bakılırsa 2000’lere dek Türkiye’den dışarıda bilinen film sayısı birkaç taneydi. 2000’lerden itibaren yeni kuşak yönetmenlerin uluslararası festivallerde daha çok boy gösterdiğini gözlemliyoruz. Yeşilçam dönemindeyse popüler sinemacıların çok sayıda uluslararası işbirliği söz konusu. Ancak Türk Sineması bir ekol ya da akımla ayrışır mı derseniz bunun yanıtı olumsuz. Bunda sinemamızı uluslararası düzeyde tanıtacak girişim ve yayın azlığı, sinemamıza ve özelde Yeşilçam’a dair olumsuz bakışın da payı var.
Türkiye gibi ülkelerden egzotik filmler beklenir denilir, doğru mu?
Bunlar 20. yüzyıl bakışı gibi kaldı. Ayrıca bir ülkenin sinemasını izlerken etnografik bir bakıştan çıkmak, o filmlerden diğer kültürlere dair bir şeyler öğrendiğimiz düşüncesinden sıyrılmak ne kadar mümkün? Ancak artık görsel-işitsel içeriklerin dolaşımı o kadar küresel cereyan ediyor ki yeni kuşaklar açısından durum daha başka. İçerikler, bağımsız bir evrensellik taşıyabiliyor ve paylaşılan ortak bir şey haline gelebiliyor. Bunu dijital platformlar için düşünebiliriz.
Türk Sineması’nda dünden bugüne kaç türde film çekildi?
Bizim sinemamız da her türde içerik üretmektedir. Bugün sinemayla televizyon arasında bir iş bölümü oluşmuş durumda. Yeşilçam’ın iki ana taşıyıcısı olan aşk filmi, salon komedisi ya da melodramlar ile aksiyon-avantür ya da tarihi maceraları artık daha çok TV dizilerinde görüyoruz. Komedi ise sinemada daha hâkim. Dram ya da toplumsal gerçekçi filmler gibi daha çok sanat ve festival çevreleri için üretilen içerikler de söz konusu.
Kitabınızda Yeşilçam neydi diye bir bölüm var. Sahi Yeşilçam neydi?
Yeşilçam bizdik. O bitti. Yerine başka şeyler geldi. Yeşilçam kendi döneminde paylaşıldı ve tüketildi. Ama artık yeni bizler var. Nasıl “Hababam Sınıfı” serisi bugün popüler kültürümüzün temel taşlarından biriyse, şimdi onun yerine söz gelimi “Aşk-ı Memnu” dizisi geçmişse, yarın da belki dijital platformdaki içerikler geçecek. Her kuşak kendi yıldızlarını yaratmaya devam edecek. Yeşilçam’dan en çok kalan nedir derseniz, bir soruyla yanıt vermek isterim: Çevrenizde “Hababam Sınıfı” (Ertem Eğilmez, 1975) filmini izlememiş birini bulabilir misiniz?
Türk Sineması’nın dünyadaki yeri nedir?
Dünyadaki yerimizle ilgili, sinema filmlerinden çok dizilerin ülkemizin imajına, turizmine ve ekonomisine katkısını konuşuyoruz. Dizilere bakınca da onların Yeşilçam filmlerinin içerik ve estetik yönden birçok anlamda devamı olduğunu da görüyoruz. Büyük festivallerde filmlerimiz yer alıyor ve bu yapımlar zaman zaman ödüllerle dönüyorlar. Sinemamız, dünya sinemasının yanında yöresinde bir yerde bulunabilir.
Neden bir Hollywood yaratamadık?
Çünkü biz bir Yeşilçam yarattık. Ama Yeşilçam’a ne kadar değer verdik, onu ne kadar kendisine özgü bir sinema olarak gördük, onun ayrıksı ve bize dair yönlerini anlamak için ne kadar çaba gösterdik? Bugün Hollywood ya da Kore Sineması’nı konuşuyorsak, arkalarındaki devlet politikalarının, propaganda faaliyetlerinin bir parçası olarak tasarlanmalarının , kültürün de ihraç edilebilir bir varlık olduğu algısına sahip olmanın ve bunun için de tanıtım yapıldığının akılda tutulması gerekir.
Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Müdürü ve Güzel Sanatlar Fakültesi Film Tasarımı Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Savaş Arslan’ın “Türkiye’de Sinemanın Tarihi” adlı yeni kitabı, İngilizce yazdığı doktora çalışmasına dayanıyor. Yurtdışında yayımlanan eser, Türkiye’de Rifat Özçöllü’nün çevirisiyle Kronik Kitap’tan raflardaki yerini aldı.
‘Beren ile Kıvanç yıldız değil mi?’
Yeşilçam’dan sonra star yaratılamadı mı?
Felsefeci Stanley Cavell, “Malta Şahini” filminden sonra artık bir kişi olmaktan uzak bir yıldızın doğduğunu ve “Bogart”ın bir dizi filmle yaratılmış bir figür olduğunu belirtir. Humphrey Bogart bazı filmlerde rol almış biriyken, “Bogart” artık bir yıldızdır, bakılmak için oradadır ve artık bir kişi değil, bir tiptir. Böyle bir yaklaşımla yıldızların hiç kaybolmadığını söylemek mümkün. “Aşk-ı Memnu” dizisinin finali ilk 24 Haziran 2010’da, en son 25 Ağustos 2022’de hem de prime time’da yayınlanmış. Bu tekrar yayını totalde 5., AB’de 3. ve ABC’de 4. olmuş. Beren Saat ya da Kıvanç Tatlıtuğ yıldız değil midir? Dolayısıyla her dönemin kendi yıldızları var.
Yeşilçam’da köylü kadınını oynayanda bile makyaj olurdu, oyuncular daha gerçekçi olmadı mı?
Yeşilçam’ın sinemasal anlatımı başkaydı. Sinemadan Batılı tarzda bir gerçekçilik beklemek, daha çok Yeşilçam’dan sonra yaygınlaşmış bir bakış. Oysa Yeşilçam’ın dilinin arka planında ortaoyunu, tuluat, gölge oyunu ve diğer geleneksel sanatlarımızın etkileri önemli.
‘Selvi Boylum Al Yazmalım’ filmini neden sevdik
Kitabınızda “Selvi Boylum Al Yazmalım”ın kült bir film olduğunu söylüyorsunuz. Türkiye bu filmi neden sevdi?
1990’lara dek en iyi film listelerinde pek yer almayan “Selvi Boylum Al Yazmalım”, “Vesikalı Yarim” (Lütfi Ö. Akad) ve “Ah Güzel İstanbul” (Atıf Yılmaz) gibi aşk filmleri Yeşilçam’ın melodramatik yordamından kısmi farklılaşmalarıyla Yeşilçam’da hazine avcılığı yapan genç sinema yazarları arasında popülerleşti öncelikle. Aslında popüler film örnekleri gibi görülen bu filmlerin güçlü kadınları ya da erkek ağlatısına varan yönleri bir anlamda bir ayrıksılık olarak görülebilir. Mesela yakın dönemde “Masumiyet” (Zeki Demirkubuz) filmi için de bu tarz bir tezahürden bahsedilebilir. Aynı dönemde daha popüler bir başka ilgi ise “Dünyayı Kurtaran Adam” (Çetin İnanç) ya da “Turist Ömer Uzay Yolunda” (Hulki Saner) gibi fantastik filmler üzerinden de gelişti.