04.07.2019 - 07:50 | Son Güncellenme:
Gülden Öktem - İstanbul
İlk şiirleri Milliyet Sanat dergisinde yayımlanan, Orhan Kahyaoğlu’nun “Moden Türkçe Şiir Antolojisi”nde (1920 - 2000) ifade ettiği gibi gerçek anlamda ilk ‘metropol şiiri’ni Türkçe şiire kazandıran küçük İskender, dün Bodrum’da tedavi gördüğü hastanede yaşamını kaybetti.
Kimilerine göre Beyoğlu’nun, pek çoklarına göre İstanbul’un şairi olan küçük İskender 20 Mayıs 1964’te İstanbul’da doğdu. Asıl ismi İskender Över’di ve bu imzayı sadece ilk şiirini yayımlandığında kullandı. Daha sonra yazdığı bütün şiirleri ve kitapları küçük İskender imzasıyla basıldı. 2000’lerde çıktığı bir televizyon programında küçük İskender ismini neden seçtiğini şöyle anlatmıştı: “küçük İskender, Büyük İskender’in oğludur... Henüz beş yaşındayken -birtakım entrikalar sonucu- öldür(t)ülmüştür... Ben şiir yazıp şair sıfatını kazanmaya başladığım dönemlerde bir furyayla herkes kendine ‘büyük’, ‘mega’ v.s. gibi sıfatlar buluyordu... Madem siz ‘büyük’sünüz ben de ‘küçük’ kalacağım diyerek bu ismi kullanmaya başladım... küçük İskender, Büyük İskender’in beş yaşında öldür(t)üldüğü için hiç büyümeyen oğludur.”
Grafik sanatçısı Derman Över’in oğlu olan şair, Kabataş Erkek Lisesi’nde okuduktan sonra İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ni kazandı, son sınıfta okulu bıraktı ve ardından İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’ne girdi. Ancak bu okulu da üç yıl sonra terk etti. Yazıları ve şiirleri 1985 yılından itibaren çeşitli dergilerde yayımlanmaya başladı. İskender Över imzasıyla basılan ilk şiiri Milliyet Sanat dergisinin bir ilavesi olan Milliyet Genç Sanat’ta okurla buluştu. Daha sonra Adam dergisinde şiirleri basılmaya başladı. 1988’de Adam Yayınları tarafından “Gözlerim Sığmıyor Yüzüme” adını verdiği ilk kitabını çıkardı ve neredeyse hemen her yıl bir ya da iki kitap yayımladı. Semih Gümüş’ün Notos dergisi için iki yıl önce yaptığı röportajda “Kaç kitabın oldu, hatırlıyor musun?” sorusuna şöyle cevap veriyordu: “Şu an hepsini sırala bana desen, inan, atladıklarım çıkacaktır. Kraliçe arı kaç arısı olduğunu bilmez büyük olasılık. Kovandaki faaliyetle ilgilidir. Kısaca kitap sayısını artırmaktan çok ifademdeki pürüzleri gidermeye, taş üstüne taş koymaya çabalıyorum. Yoksa bir hedef, başkalarıyla rekabet gibi bir meramım yok. Ama sanırım tek tek çıkanlar, sonradan birleşip başka adla bir aile kuranlar dahil ellinin üzerindedir şu an.”
Birçok alanda üretti
Küçük İskender kitaplarının çetelesini tutmaktansa yazmaya devam etti. Birçok alanda üretim yapan şair deneme ve günlük yazdı, radyo programı yaptı, iki filmde oynadı (“Ağır Roman”, “O Şimdi Asker”). 2018 İstanbul Film Festivali’nin Ulusal Yarışma Jüri Üyesi oldu, uzun süre “Şiir Uzun Film Kısa” başlıklı atölyeler düzenledi. Sadece şair değil, önemli bir entelektüeldi.
‘Böyle bir adam yaşadı’
Sosyal medyada dolaşan videolardan birinde, “Benim öldüğümü duydukları gün dansa gitsinler. Bir gün önce dansa gidenler de çok özledikleri sevgililerini arasınlar. Arayanlar varsa parti versinler. O gece. Çok eğlensinler. Ben öldüm diye eğlenmesinler. Böyle bir adam yaşadı diye eğlensinler” diyordu.
‘Kendimi ayrıksı bulmadım’
Şiirleri kimi kesimler tarafından ayrıksı bulundu ama o kendisini hiçbir zaman öyle görmedi. Yine Semih Gümüş’e verdiği röportajında şöyle diyecekti:
“Kendimi asla ayrıksı bulmadım; sadece başkalarının da içinden geçeni yazıya ve hayata uyarlamaya çalıştım. ‘Taşlama’ tarzını 2000’lere taşıma arzusu mu; belki de. İroniyi, groteski, absürdü sosyolojik çıkarımlardan uzaklaştırmadan, günceli de inceleyerek (hatta zevk alarak) kurgulamak ya da.”
Futbolu da seviyordu, müziği de, doğayı da, sinemayı da, bağımsız akımları da... 2017 yılında “Ölen Sevgilimin Şiir Defterleri”ni (Can Yayınları) çıkardığında Haydar Ergülen onu, “Şiir düşünürü, şiir sarhoşu, şiir serserisi, şiir makinesi, fabrikası, tankeri, şiir tasarımcısı, şiir modacısı, şiir şefi, galiba sonunda da şiirinsan” diye tanımlıyordu. Çok genç yaşta, henüz 56’sında yaşamını yitirdi küçük İskender. İki yıldır akciğer kanseri tedavisi görüyordu. Bodrum’dan hastaneden çıktığında İstanbul’a geldiğinde, Beyoğlu’nda arkadaşlarıyla buluşuyordu. Son olarak “İkinci Waliz” adlı şiir-metin-günlük kitabını çıkardı.
‘İstanbul insanın sığındığı bir ev’
Beyoğlu’na yolu düşmüş pek çoklarının küçük İskender ile karşılaşma ihtimali vardı. Emek Sineması ya da Atlas Sineması’nda, Beyoğlu’nun arka sokaklarında, Hayal Kahvesi’nde ya da Kemancı’da bir konserde... Bu yüzden insanlar ona sosyal medyada “Beyoğlu’nun şairi” diyordu ama büyük çoğunluk onun İstanbul’un şairi olduğu kanısındaydı. Sosyal medyada isminin bir sokağa verilmesi için talepte bulunanlar oldu. Milliyet Kitap ekinin “İstanbul İçin Ne Dedi?” başlıklı dosyasında İstanbul’u şu cümlelerle anlatıyordu: “İstanbul hiçbir zaman bir mutfağa girip lezzetli bir yemek yapmak için gerekli malzemelerini tezgahın üstünde hazır etmedi benim için. Tam tersine, sanki benden önce çok fazla kullanılmış, darmadağın edilmiş ve hatta biraz da yıpratılmış bir mutfak tadında bir şehir benim için. Ama aceleye gelmezse, o mutfak bir zaman sonra insanın sığındığı bir eve dönüşebilir. Ayrıca dağınıklık da estetik olabilir. İçinde oryantalizm, mistisizm, Batı ve Doğu var çünkü...”