Gündem"Bir nesli yok edecekler"

"Bir nesli yok edecekler"

01.11.2012 - 17:05 | Son Güncellenme:

Aydınlar, cezaevlerinde devam eden açlık grevleri için bir araya gelerek, 1996 ve 2000 yıllarındaki ölüm oruçları süreçlerini hatırlattı ve Başbakan'a seslendi.

Bir nesli yok edecekler

Yaşar Kemal, Zülfü Livaneli, Murathan Mungan, Prof. Dr. Özdemir Aktan, Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu ve Gençay Gürsoy'un da aralarında bulunduğu aydınlar, cezaevlerinde devam eden açlık grevlerine ilişkin basın toplansı düzenledi.

Haberin Devamı

"BİR NESLİ YOK EDECEKLER"

Toplantıya, eşi Ayşe Semiha Baban ile gelen Yaşar Kemal, burada yaptığı konuşmada, daha önce yaşanan açlık grevlerini hatırlatarak, "Daha önceki açlık grevlerinde tüm yetkililer ve hükümet sorumluydu. Bu sefer de sorumlular. Bugün açlık grevleri tutanların oğulları, babaları da bu mücadelede taraf olacak, bir nesli yok edecekler" dedi.

Daha uzun planlandığı konuşmasını burada noktalayan Yaşar Kemal konuşmasının geriye kalan bölümünü eşi aracılığıyla habercilerle paylaştı. Yazılı metinde şu ifadeler yer alıyor. "Bir insanın açlıktan ölümünü izlemek acıların en büyüğüdür. Bu, insalığa hiç bir zaman yakışmaz. Bugün insanların ölüm pahasına talep ettikleri demokrasiler de, insan haklarının içindedir. Çözümü mümkünken, ölümler engellenmezse vebali iktidarın, muhalefetin, medyanın ve hepmizin olacaktır. Barış, bu ülkede herkesin özlemi ve hakkıdır. Barışın önüne yeni engeller konulmasına karşı çıkmak, barışın önünü açmak, hepimizin işi olmalıdır. Bunun için içtenlikle uğraşan herkese şükran duyarım."

Haberin Devamı

LİVANELİ : BİZ, HANGİ GÖRÜŞTEN OLURSA OLSUN İNSAN HAYATI DİYORUZ

Zülfü Livaneli de, bu toplantının yapıldığı süre içinde bile insanlar ölüme yaklaştıklarını dile getirerek, "Olayı rakam olarak görmek çok farklı ama işte biz arkadaşlarımla birlikte gördük. 1996'da cezaevinde ölmüş bir gencin başında bekleyenleri gördük, ölmek üzere olanları gördük. Bu benim hala rüyalarıma girer, karabasan gibi çıkmaz. Biz, hangi görüşten olursa olsun insan hayatı diyoruz. Fakat bunun muhatabı bence ölüm oruçlarına yatanlar değil, onlarla konuşarak, bir şey çözüleceğini zannetmiyorum. Bırakın demek de yol değil. Çünkü, biz diyoruz ki, insan hayatı en yüce değerdir. O diyor ki, benim davam benim hayatımdan daha önemlidir. Bu çok temel bir farklılıktır. O bakımdan bizim buradaki muhatabımız hükümettir, daha doğrusu Türkiye'de hükümet demek olan Başbakandır. Söylem çok önemli bir şey Türkiye'de. İnsanların onurlarına, haysiyetlerine, şereflerine seslenmek ayrı, bu kavramlarla oynamak ayrı" dedi. İki somut talep olduğunu ve bu taleplerin zaten hükümetin gündemindeki konular olduğunu söyleyen Livaneli, "Peki bu iki temel konuya evet diyorsanız, Adalet Bakanı çıkıp, 'Sesiniz duyulmuştur, tamam biz gerekeni yapacağız' diyorsa, arkasından Sayın Başbakan'ın 'Tamam bu konular çözülebilir, dileğimiz bir an önce bırakmalarıdır' demek yerine kuzu-kebap edebiyatına sarılması" diye konuştu. Livaneli, Başbakan Erdoğan'a da seslenerek, "Lütfen bu üslubu değiştirin, zaten kabul etmiş olduğunuz şartları, bunu bir yenilgi gibi de görmeyin, demokratik toplumlarda talepler vardır, iktidarı elinde tutan insan mutlak hakim değildir, lütfen taleplere kulak verin, üslubu da değiştirin. Çünkü Başbakan'dan sonra bunu çözebilecek hiç kimse yoktur. Bu da şu demektir, ölümlerden de Başbakan sorumludur" diye konuştu.

Haberin Devamı

Aralarında 1996 yılındaki ölüm orucu sürecinde arabuluculuk yapan Yaşar Kemal, Zülfü Livaneli ve Mehmet Bekaroğlu'nun yanı sıra Murathan Mungan, Yıldız Ramazanoğlu, Mustafa Alabora, Fatma Gök, Gençay Gürsoy'un da bulunduğu aydın, cezaevlerinde devam eden açlık grevlerine ilişkin basın toplansı düzenledi.

ADALET BAKANI'NDAN RANDEVU TALEBİMİZE CEVAP ALAMADIK

Haberin Devamı

Toplantıda konuşan Prof. Dr. Gençay Gürsoy, bugün açlık grevlerinin 50'nci gününün tamamlandığını belirterek, "Sayın Başbakan 'Açlık grevi diye bir şey yoktur. Bunlar şov yapıyor' diyedursun, cezaevlerinde çok ciddi sağlık sorunlarıyla yüz yüze gelmiş bir aşama yaşanıyor. Bundan bir süre önce 150 imzalı bir bildiriyle gelecek günlerin vahameti konusunda siyasi iktidarı, sorumluları uyarmaya çalışmıştık. Bugün artık bu uyarının da ötesine geçeceğimiz bir döneme girmiş durumdayız. Bundan yıllar önce 1996'da yine bir siyasi figür, aktör, dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan cezaevlerindeki açlık grevleriyle ilgili olarak, 'Böyle bir şey yoktur, bunlar cezaevlerinde yiyecek stoku yapmışlar, gizli gizli yiyorlar' diye bir ifade kullanmıştı. Bu cezaevinden, o dönemdeki açlık grevlerinden 12 ölü çıktı" dedi.

Gazeteci Aydın Engin de, 1996 ve 2000 yıllarındaki açlık grevlerini en yakından izleyenlerden birisi olduğunu ifade ederek, "40. gün çok kritik bir gündür. 40. günden sonra adım adım çok kritik bir noktaya yaklaşılır. O da şu, anason kokusu duyulmaya başlar soluklarda ve önce açlık grevinde olan duyar. Anason kokusunun duyulmasının bir tek anlamı vardır, bedende geri dönülmez sakatlıkların, Korsakoff dediğimiz hastalığın bir adım öncesindeyiz. O yüzden 'Şov yapıyorlar, yiyip içiyorlar, kuzu kebap çeviriyorlar' şeklindeki ahlak dışı söylemler, galiba hapishanelerden tabutların çıkması, eğer tabut çıkmazsa, Korsakoff hastalığına yakalanmış yaşayan ölülerin çıkması için çanak tutuyorlar demektir" diye konuştu.

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Özdemir Aktan, TTB'nin bu süreci büyük bir endişeyle izlediğini vurgulayarak, daha önceki deneyimlerde 40. günden sonra kalıcı sorunlar, 60. günlerden sonra da ölümlerin baş gösterdiğini hatırlattı. Cezaevlerine girmek için Adalet Bakanı'ndan birkaç kez randevu talep ettiklerini ancak hala yanıt alamadıklarını bildiren Aktan, "1996 ve 2000 yılında TTB zor da olsa cezaevlerine girme koşulu bulmuş ve birçok açlık grevi yapanın bu süreçten fazla hasar görmeden çıkmasını sağlamıştı" dedi. Aktan, Dünya Tabipler Birliği ve TTB tarafından açlık grevlerinin bir protesto yöntemi olarak kabul edildiğini belirterek, "Burada hekimlere düşen nokta önce kişiyle, bir hasta-hekim ilişkisini sağlamaktır ve diğer hasta-hekim ilişkilerinde olduğu gibi öncelikle kişinin bu işi özgür iradesiyle yapıp yapmadığını kontrol etmektir hekimin görevi. İkinci nokta, olabilecekleri son derece açık şekilde açlık grevi yapan kişiye aktarmaktır. Hekimlerin insanları açlık grevinden vazgeçirmek gibi bir görevi yoktur. Burada ancak insanların zarar görmemesi, yaşamın önemi ve yaşamın kutsallığı mutlaka vurgulanmalı" dedi.

ADIMI ATMAYANLAR ÖLÜMLERDEN SORUMLU OLACAK

Haberin Devamı

Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu da, "Doğrusu ben kendimi çok yorgun hissediyorum, ne söyleyeceğimi bilemiyorum" diye başladığı konuşmasını, "Fiilen içine girdiğimiz, uğraştığımız üçüncü dalga bu. 96 ve 2000, şimdi burada. Bir ülkede hak arama aracı olarak ölüm oruçlarının seçilmesi, mecbur kalınması çok acıdır. Türkiye maalesef hala bu noktada. Her şey söylendi, şimdi işin başında olanlar, yetkililerden adım atılmasını bekliyoruz. Sayın Başbakan, iktidar partisinin bazı yetkilileri, hepimizi rahatsız eden, hatta aklı başında insanlar nasıl böyle konuşurlar dediğimiz açıklamaları oluyor" dedi. İlkesel olarak ölüm oruçlarının siyasetin aracı olarak kullanılmasına karşı olduğunu belirten Bekaroğlu, "Siyasi talepler diye yapılmayacak şeyler değil, çok basit talepler. Zaten tecrit dediğimiz şey 14 aydır devam eden bir olay, rahat bir şekilde kaldırılabilir. Anadilde savunma zaten hükümetin gündeminde. Bu adım atılmazsa, bu adımı atmayanlar bu ölümlerden sorumlu olacak. Bekaroğlu, Başbakan Erdoğan'ın konuşmalarını da eleştirerek, "Sayın Başbakan siz insansınız, Müslümansınız, nasıl böyle konuşursunuz? İnsanlar 3 ay evvel yedikleri yemekten, efendim 'Cezaevlerinde besleniyorlar, şov', ölümler üzerine konuşuyorsunuz, nasıl böyle söyleyebilirsiniz? Hemen bugün vazgeçin ve hemen bugün çıkın bir açıklama yapın. Bundan en çok siz kazanacaksınız, Türkiye kazanacak, hepimiz kazanacağız. Bugün Sayın Başbakan'ın ortaya koyacağı bir irade beyanı ile bu işin bitebileceğini, sadece ölüm oruçları değil, Kürt meselesinin çözülmesi için de psikolojik ortam oluşur" diye konuştu.

TARAFIMI BELLİ ETMEK İÇİN GELDİM

Yazar, şair Murathan Mungan da, "60'a yakın kitabın üzerinde imzanız olması çaresiz, doğru ve güzel dillendirebileceğiniz anlamına gelmez. Bugün aydın, yazar, şair olduğum için değil yurttaşlık bilgisine ve hayat bilgisine sahip olduğum için buradayım, Bizler yani kendilerini ifade etmek konusunda daha şanlı olan insanlar, kendilerini ifade etmek konusunda şanlı olmayan kesimlerin, kitlelerin, ezilenlerin, insanların, her kesimden mağdurun sesi sözü olmak zorundayız" dedi.

Gazeteci Yıldız Ramazanoğlu ise, 2000 yılında yaşanan ölüm oruçları sürcini hatırlatarak, "Bu travmayı biz bir daha yaşamak istemiyoruz. Biz yaşarken oluyor herşey ve elimizden hiç bir şey gelmiyor, çaresizleştiriliyoruz. Buraya en çok da şunun için geldim, safımı belli etmek için. Yaşamdan, adaletten, eşitlikten yana tarafımı göstermek için geldim" diye konuştu.