17.10.2020 - 12:25 | Son Güncellenme:
milliyet.com.tr
Yeni Zelanda’da koronavirüs önlemleri kapsamında Eylül ayında gerçekleştirilmesi planlanan ancak bugüne ertelenen genel seçimlerde mevcut Başbakan Jacinda Ardern’in adayı olduğu İşçi Partisi seçimi kazandı.
Yeni Zelanda’da halk, koronavirüs tedbirleri nedeniyle 19 Eylül’de yapılması planlanan ancak bugüne ertelenen genel seçimlerde oy kullandı.
Yerel saatle 09.00’da sandık başına giden 3 milyon 436 bin 178 kayıtlı seçmen oy 19.00’a kadar oy kullandı. Yerel saatle 17.00’dan itibaren resmi olmayan ilk sonuçlar açıklanmaya başlamış ve Ardern'in önce götürdüğü bildirilmişti..
İşçi Partisi adayı mevcut Başbakan Jacinda Ardern'in ikinci dönemini de kazanacağı öngörülmüştü.
Genel seçimlerin her 3 yılda bir yapıldığı Yeni Zelanda’da 1996 yılında ilk kez uygulanan Karma Üyeli Nisbi Temsil Sistemi’nde seçmenden tercih ettiği parti ve milletvekilleri için iki kez oy kullanmaları isteniyor.
Bir partinin parlamentoya girebilmesi için, parti oylamasında en yüzde 5 alması gerekiyor. Bir partinin tek başına hükümet kurabilmesi için ise 120 sandalyeli parlamentoda 61 sandalyeyi kazanması gerekiyor. Ancak MMP sisteminde henüz bir parti parlamentoda tek başına çoğunluğu sağlayarak hükümet kuramadı.
Morrinsville kasabasında bulunan Golden Kiwi restoranı. Bir grup insan balık ve patates cipsi için sıra bekliyor. Yıllar önce tezgahın arkasında sipariş alan genç kız ise, şimdilerde dünyanın tanıdığı bir isim.
Jacinda Ardern. Şu anda 40 yaşına gelmiş olan Yeni Zelanda Başbakanı, üç yıllık yönetimi boyunca genç oluşu, ülkeyi yönetirken doğum yapması, Christchurch cami saldırılarına gösterdiği empatik yaklaşım ve son olarak da koronavirüs salgınındaki etkili eylemleriyle manşetleri sık sık süsledi.
Vogue ve Time dergilerine kapak oldu, ABD'li ünlü TV yıldızı Stephen Colbert'i Auckland'daki evinde misafir etti. Geçtiğimiz yıl Avustralyalı en güvenilir politikacılar listesinin tepesinde onun adı vardı.
Bu hafta sonu yapılacak seçimler yaklaşırken, anketler onu ülkenin gelmiş geçmiş en popüler liderlerinden birisi olarak gösteriyor. Buradaki büyük soru, kazanmasına kesin gözüyle bakılan seçimlerde galip gelmeyeceği değil, partisinin bir ilki gerçekleştirerek Yeni Zelanda'da şu anki politik sistemde çoğunluğu elde eden ilk parti olup olmayacağı.
Morrinsville, başbakanlarından ziyade sütüyle bilinen bir yer. 8 bin nüfuslu kasabanın büyük çoğunluğu mandıra çiftçilerinden oluşuyor. Tarihsel olarak çiftçiler sermaye yanlısı Ulusal Parti'ye oy veriyor ve Morrinsville de istisna değil. Ardern, işte bu Ulusal Parti'nin kalesi olan yerde, ilericiliğin tüm dünyadaki sembollerinden biri haline gelmeden önce, karakterini biçimlendiren yılları burada geçirmişti.
1980 yılında Mormon bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gözlerini açan Ardern, hayatının ilk yıllarını küçük, ekonomik anlamda darboğazda olan Murupara’da geçirdi. Ardern mecliste yaptığı konuşmada Murupara’da gördüklerinin sosyal adalet için duyduğu tutkuyu ateşlediğini söylemişti.
1980’lerde Ardern’in ailesi, dedesinin çiftçilik yaptığı 160 km uzaklıktaki Morrinsville’e yerleşti. Ardern’in babası kasaba polisi olarak, annesi de kasaba okulunda aşçı olarak çalışıyordu.
14 yaşındaki Ardern okuldan sonra Golden Kiwi restoranında çalışıyordu. Morrinsville çiftçilerinden John Walsh onun için "Her zaman iyi bir konuşmacıydı" ifadesini kullandı.
Ardern, Morrinsville Lisesi’nde öğrenci temsilcisi oldu. Burada yönetimi kıyafet yönetmeliğini değiştirmesi konusunda ikna etti. Böylece kızlar da şort giyebilmeye başlamışlardı.
Ardern öğrenciyken müdür olan ve 20 yılı aşkın süredir bu görevi sürdüren John Inder, "Çağımızın ötesinde olduğumuzu hatırlıyorum. Böylesi muhafazakar bir toplulukta, bizim yaptıklarımız bazı kaşların çatılmasına sebep oluyordu" dedi.
Inger, Ardern’i zeki, kendini iyi ifade edebilen, neşeli, ikna kabiliyeti yüksek ve güçlü bir adalet duygusu olan birisi olarak hatırlıyor. İyi bir tartışmacı olan Ardern’in kazandığı birçok hitap yarışması var. Kötü yaptığı şeyler sorulduğunda ise Inger spor diyor ve ekliyor, "Ancak yine de bir denemişti."
Eğitimci Inger, Ardern’in yaşıtlarının aksine içki içmediğini söylüyor. Saygı duyulan bir kişiydi ve ‘etrafta sürekli olarak yüzünde koca bir gülümsemeyle gezerdi’. Inger, hatırlayabildiği kadarıyla Ardern’in hiç düşmanı olmadığını da sözlerine ekledi.
Ardern liseden ikincilikle mezun oldu. Onunla ilgili asıl kehanet ise, herkesin geleceğinin tahmin edildiği lise yıllığında saklıydı. 1998 tarihli Morrinsville Lisesi’nde onun için şu cümle yazıyordu: “Çok büyük ihtimalle Başbakan olacak…Jacinda Ardern”.
Morrinsville pek de ulusal lider çıkartabilecek bir yer değil. Bunun için, Ardern’in Yeni Zelanda’nın başkentine gitmesi gerekmişti. 300 binden az nüfusu olan Wellington şehri ülkenin sadece siyasi merkezi değil, aynı zamanda kültür ve sanat başkenti. Her kafede vegan seçeneğin olduğu, memurların elektronik posta imzalarına tercih ettikleri hitap şekillerini yazdığı liberal bir şehir.
Wellington Morrinsville’den uzak, gençlerin merkez sol İşçi Partisi’ni desteklemeleri bir kenara, genelde siyasetle pek ilgilenmediği bir yerdi. Ardern’in eski sosyal bilimler öğretmeni Gregor Fountain, Ardern’in İşçi Partisi’ne katılmasının Morrinsville’deki kültürel iklime oldukça ters olduğunu söyledi.
Wellington’daki Waikato Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun olan Ardern, ülkenin ilk kadın başbakanı olan İşçi Partisi lideri Helen Clark’ın ofisinde çalışmaya başladı. Mormon Kilisesi'nin yaklaşımını sorgulamaya, git gide inançlarının diniyle çeliştiğini hissetmeye başladı. Ardern, New Zealand Herald gazetesine 2017 yılında verdiği demeçte "Dinde ayrımcılık olarak gördüğüm şeyi, tolerans ve kibarlıkla bir araya getiremedim" ifadelerini kullandı.
Ardern daha sonra Londra’ya giderek Birleşik Krallık Hükümet Kabine Ofisi’nde çalışmaya başladı. Ardern okuldan ayrıldıktan sonra arkadaşı olan Fountain, onunla bir okul gezisinde buluşmasını hatırlıyor. Ardern onu eski Britanya Başbakanı Winston Churchill’in 2. Dünya Savaşı sırasında film izlediği yere götürdü. Fountain bu olay için "İşte bu, öğrencinin öğretmen olduğu harika bir andı" diye tarifledi.
28 yaşına geldiğinde Ardern, siyasete atılmaya hazırdı. Londra’nın gri taşlı binalarından geri dönen Ardern, Morrinsville’i de içine Waikato bölgesinden İşçi Partisi adayı oldu. Belki hiç de şaşırtıcı olmayacak bir şekilde, Ardern kazanamadı ancak Yeni Zelanda seçim sistemine göre, parti oylarının dağılımı baz alınarak 120 sandalyenin 49’u ayrılmıştı, meclise girerek en genç üye oldu.
2011 seçimlerinde Auckland Central’da Ulusal Parti’den Nikki Kaye’ye karşı mücadele etti. İkisi de genç seçmene hitap eden hırslı, genç kadınlardı. Ancak Ardern 700 oy (yüzde 2) farkla kaybetti. Ancak bir kez daha meclise girebilmişti. 2014 yılında Kaye’ye tekrar kaybetti. Bu sefer 600 oy farkla. Sonunda, Şubat 2017’de İşçi Partisi’nden, eski Başbakan Clark’ın istifasıyla yapılan bir seçimle, bir koltuk kazandı. Bu sadece başlangıçtı.
Eşi benzeri görülmemiş bir seçimEylül 2017 genel seçimlerden iki ay önce İşçi Partisi’nde moraller bozuktu. Orta yaşlı erkek liderler seçmenlerinde heyecan yaratmayı başaramamıştı ve parti üst üste dördüncü kez mağlubiyete gidiyordu. Sonra, sürpriz bir manevrayla İşçi Partisi lideri Andrew Little anketlerde kazanamayacağı ortaya çıkınca yarıştan çekildi ve yerine Ardern geldi.
Her şey o kadar hızlı olup bitti ki partneri Clarke Gayford, onun yeni görevini en son öğrenen insan oldu. "Tüm gün su altı çekimindeydim. Bir şey mi kaçırdım?" diye bir tweet attı.
Eylül 2017’de yapılan seçimde, partisi yüzde 37 oy alarak önceki seçimde aldığı yüzde 25 oyu bir buçuk katına çıkarmış oldu. Ancak yine de yüzde 44 oy alan Ulusal Parti’nin gerisinde kaldı.
İki parti de ülkeyi yönetmek için gereken yüzde 50’ye ulaşamadığı için daha küçük partilerle ittifak yapmak zorundaydı. Bir ay boyunca bir sonuca ulaşılamadı. Daha sonra muhafazakar Yeni Zelanda First Parti’nin karizmatik lideri Winston Peters, İşçi Partisi ve liberal Yeşil Parti ile ittifak yapacağını duyurdu. Ardern de herkesle beraber şunu öğrendi: Başbakan olacaktı.
Seçildiği sırada kamuoyunda o kadar popülerdi ki bazı yorumcular, boş zamanlarında DJ'lik yapmayı seven Ardern'in bu renkli görünümün arkasının siyasi olarak boş çıkması endişesini dile getirmeye başladılar.
İlk bebek19 Ocak 2018’de, Başbakan olmasının üstünden henüz iki ay geçmemişken, Ardern Instagram’da bir post paylaştı. Buraya kadar ilginç bir şey yok, seçim kampanyası boyunca zaten sosyal medyayı bolca kullanmıştı. Ancak buradaki görüntü tüm dünyada ses getirdi.
"Clarke ve ben Haziran ayında takımımızı ikiden üç kişiye çıkartacağımız ve iki şapka takan ebeveynlere katılacağımız için çok heyecanlıyız." Mesajı, altında iki büyük bir de ufak balık kancası görünen bir fotoğrafla paylaştı.
Ardern bebek beklediğini açıkladıktan sonra, muhalifleri sessiz kaldı. Yeni Zelanda’da liderlerinin çocuk sahibi olacak olması büyük ölçüde kabullenildi. Haziran ayında medya Auckland’ın ana hastanelerinden birinin dışında bekliyordu.
Siyasi bir olaydan ziyade bir kraliyet doğumu gibiydi. Daha önce hiçbir Yeni Zelanda lideri görevi sırasında doğum yapmamıştı. Açıkçası, Ardern dünyada bunu yapan ikinci liderdi.
Birkaç ay sonra Ardern bir kez daha tarih yazdı. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na bebeğini getiren ilk lider oldu. Ardern’in liderliğinin ilk yılı, sonradan olacaklar düşünüldüğünde son derece sakindi.
Takvimler 15 Mart 2019’u gösterdiğinde, Yeni Zelanda tarihini baştan sona değiştirecek bir olay gerçekleşti. Beyazların üstünlüğünü savunan bir terörist, Yeni Zelanda topraklarındaki ilk terör saldırısını gerçekleştirerek camilerde namaz kılan 51 kişiyi öldürdü. Saldırının ardından tüm gözler, Ardern'e çevrildi.
Başörtüsü takan, camilere gidip Müslümanlarla kucaklaşan Ardern'in gösterdiği tutum o kadar büyük bir yankı buldu ki, tüm dünya günlerce Yeni Zelanda liderini konuştu.
Ardern saldırının ardından silah kanununun değişeceğini duyurdu. Saldırganın bir 'terörist' olduğunu ve asla ismini zikretmeyerek ona istediği ünü vermeyeceğini söyledi.
Ardern, tartışmasız bir şekilde 'kritik bir anda doğru şeyleri yapan' etkili bir dünya lideri konumuna yükseldi: Guardian yazarı Suzanne Moore onu şu sözlerle tarif etti: "Martin Luther King, sahici liderlerin uzlaşma aramayıp, kendilerinin bir uzlaşma yarattıklarını söylemişti. Ardern da, eylemiyle, şefkati ve birleştiriciliğiyle yol göstererek farklı bir uzlaşma yarattı. Terör, farklılıkları görür ve yok etmek ister. Ardern farklılıkları görüyor ve onlara saygı gösteriyor, kucaklıyor ve bağ kuruyor."
Amerikan Washington Post gazetesinin yazarlarından Ishaan Tharoor ise "Ardern, ulusunun üzüntüsü, yası ve kararlılığının simgesi haline geldi" derken, Avustralya'daki internet sitesi ABC'deki bir yorumda "Bir liderin karşı karşıya kalabileceği en güç koşullarda Ardern hiç bir hata yapmadı" ifadesi yer aldı. Marie Claire dergisinin Avustralya baskısındaki haberin başlığı "İşte lider budur" oldu.
Sadece medyadaki yorumculardan değil dünya liderlerinden de benzer yorumlar geliyordu. Pakistan Dışişleri Bakanı Muhammed Faysal, Ardern'in Pakistanlıların gönüllerini kazandığını söylerken, ABD'deki Martin Luther King Merkezi'nin sosyal medya hesabından "Yeni Zelanda'da sevgi dolu bir lider görüyoruz" tweeti atıldı.
Yeni Zelanda'daki BBC muhabiri Hywel Griffith, Ardent'in cami saldırılarında hayatını kaybedenler için kullandığı "Hepimiz biriz, onlar biziz" cümlesini daha sonra aynıyla ölenlerin ailelerinden duyduğunu anlattı. Yeni Zelanda'da muhalefetteki Milliyetçi Parti'nin lideri Judith Collins de Parlamento'da Ardern için şu yorumu yaptı: "Olağanüstü bir performans gösterdi."
Aynı yılın ilerleyen zamanlarında başka bir krizle karşılaştı. Aktif bir yanardağ patlayarak 21 kişiyi öldürdü. Ardern bir kez daha hızlı davranmış, olayın mağdurlarının yanına gitmişti.
Bu yıl ise, Ardern diğer tüm liderler gibi korkunç koronavirüs salgınıyla yüz yüze geldi. Diğer liderler bocalarken Ardern hızlıca sınırları kapatması ve sıkı bir ulusal tecritle uluslararası kamuoyunun dikkatini çekti. Dünyanın diğer bölgeleri yeni dalgalarla uğraşırken, Yeni Zelanda’da sadece 25 ölüm kayıtlara geçti.
Ardern, 17 Ekim'de yapılacak genel seçimler öncesinde rakibi Ulusal Parti lideri Judith Collins'le televizyonda canlı yayına çıktı, gençliğinde esrar kullandığını söyledi. Bu sözler bir kez daha kadın siyasetçiyi manşetlere taşıdı. Ardern, esrar kullanımına halkın karar vermesi gerektiğini söyleyerek "Bu konu üzerinden siyaset yapılmamalı" dedi.
Uluslararası yıldız etkisine rağmen Ardern kendisini sokaktan birisi gibi sunmaya devam ediyor. Auckland’dayken Gayford’un yaptığı son derece mütevazı bir evde kalıyor. Ancak herkes Ardern’in politikalarından memnun değil. Muhalifleri, Ardern’in gereksiz ekonomik risklere sebep olduğu görüşünde. Bir diğer önemli eleştiri de, hükümeti ‘dönüştürme’ sözünü yerine getirememiş olması.
Bu seçimlerde Ardern’in yüzde 50’yi bile tek başına elde edebileceği konuşuluyor. Tüm dünyanın gözü 17 Ekim’de Yeni Zelanda’da ve bu ülkenin sıradışı genç liderinde olacak.