3F'nin; Fado, Fiesta ve Futbol'un yurdundan bildiriyorum. Avrupa’nın en batısından, eski dünyanın sonu olarak bilinen yerden, Vasco da Gama ve Magellan ile tarihin seyrini değiştiren ülkeden, Jose Saramago ve Fernando Pessoa gibi iki edebiyat devinin vatanından, Portekiz’den yazıyorum.LİZBON
Yedi tepesi, Haliç’i andıran Rio Tejo’su ve bizim boğazdakilere benzeyen köprüsü nedeniyle İstanbul’u andırdığını söylerler Lizbon’un. Aynı fikirde olduğumu söyleyemem. Zira 25 Nisan köprüsü İstanbul’dakinden çok San Francisco’dakine benzer, hatta aynısıdır. Karşı kıyıda görülen kollarını açmış İsa heykeli de Rio’dakinin aynısı. Mimari açıdan handikaplı başladık ama birkaç taklit yapı var diye kötüleyecek değiliz güzelim Lizbon’u, diğer Avrupa şehirleri gibi eski kentin aynen korunduğu, güneşli, sakin ve keyifli bir başkent burası.Lizbon, Avrupa’nın ana turistik noktalarından biri olmadığı için çok fazla turist kalabalığı olmuyor sokaklarda. Zaten öyle Eyfel ya da Kolezyum gibi tek başına önemli bir ‘landmark’ı da yok. Evet, birkaç büyük gotik katedral burada da var ama önceden başka Avrupa şehirlerinde benzer yerleri yeterince gezdiyseniz Lizbon’dakiler fazla ilginç bir deneyim vadetmiyor. Kolayca bulabileceğiniz rehber kitaplar ya da Lizbon broşürlerindeki ‘görülmesi gereken yerler’i sıradan takip edebilirsiniz tabii. Benim önerim ise Alfama ve Graça sokaklarında kaybolmak, akşam Fado dinlemek, Barrio Alto’da bir şeyler içmek, hafta sonu okyanusa gitmek ve bu sırada Lizbon’da geçen bir romanı okumak.