Hayata dair gerçekleri hangimiz merak etmez? Yanıtını aradığınız sorular bilimsel bir gerçeğe dayanıyorsa cevap aradıklarımız bazen şaşırtıcı bile olabiliyor. İşte NTV Yayınları'ndan çıkan 'Bisküviyi Çaya Yatay Bandırın' isimli kitaptaki bilimsel bilgiler... Warwick Üniversitesi’nden sağlık psikoloğu June McNicolas, bir otobüs dolusu uzağı görmeyen öğrencisini Londra’nın prestijli bir gece kulübüne götürdü. Gönüllülere verdiği görev açıktı: Flört, flört, flört! Bu 38 gönüllü, gündelik hayatlarında gözlük veya kontaktlens kullandıkları için seçilmişlerdi. Deney için üç gruba ayrıldılar; Birinci gruptakiler normal olarak kullandıkları optik yardımcıları değiştirmediler; ikinci gruptakiler gözlüklerini lensle değiştirdiler; üçüncü gruptakiler ise lenslerini gözlükle değiştirdiler. Sonuçlar, gözlüklerini lensle değiştirenlerin yüzde 85’inin bu yüzden kendilerine güvenlerinin arttığını gösteriyordu. Gözlük takanların durumu kötüydü: Yüzde sekseni kendini lensle olduğundan daha az çekici hissetmişti. Araştırmacı McNicolas’a göre bu sadece hayal gücü değildi. Gözlükleriniz, ne kadar son moda olsa da, vücudunuzun en çekici parçası olan gözlerinizi perdeler. Flört eden öğrencilerin başarı oranı çok şey anlatıyordu. Gözlük takanlara kıyasla lens kullananlar dört kez daha fazla öpüşüp koklaşmıştı. Doktorlar alkolün yararları ve zararları hakkında yıllardır tartışıyor. Alkol alımı ve ölüm verileriyle ilgili 34 araştırma incelendi. Bir milyondan fazla kişiyi kapsayan verilerde, ılımlı içicilerin (günde iki bardağa kadar) hiç içmeyenlere kıyasla daha uzun yaşadığı açıkça görülüyordu. Fakat dikkatli olun; günlük tavsiye edilen dozu aşarsanız tehlike bölgesine girersiniz. Peki ne tip alkol aldığınızın önemi var mı? Ilımlı şarap içicilerinin diğer alkol tüketicilerine kıyasla ortalama iki sene ve hiç içki içmeyenlere kıyasla neredeyse dört sene daha uzun yaşadığı ortaya çıkarıldı. Biriyle seks yapmak, kendi başınıza yapmaktan daha güzeldir. Daha net ifade etmek gerekirse: Dört kat daha güzeldir. İskoçya’daki Paisley Üniversitesi’nden Stuart Brody ve arkadaşları, eski bir Alman araştırmasının sonuçlarını tekrar analiz ettiklerinde bu sonuca varmışlar. Bu proje için öğrenciler, gelip laboratuvarda sevişmelerini söyleyen bir gazete ilanıyla davet edildiler. Bu olay için mekan, erotik filmler gösteren bir televizyonla dekore edildi. Bazı katılımcılar partneriyle seks yaparken, diğerleri mastürbasyon yaptılar. Bu arada kan değerleri kontrol edildi. İlginin merkezi zevk duygusunu yaratan prolaktin hormonuydu. Peki ne oldu? Hem kadınlar hem de erkeklerde mastürbasyonla tetiklenmeye kıyasla, penetrasyon sayesinde yaşanan orgazm sonrasında bu hormon dört kat daha fazlaydı. Akşamdan kalma olmaktan kurtulmaya yardım eden herhangi bir şey var mı gerçekten? Exeter ve Plymouth üniversitelerinin bünyesinde Peninsula Tıp Okulu’ndan Max Pittler, internette bazı sıradışı tavsiyeler buldu. Asprin, muz, kömür, kömür tabletleri, yumurta, yeşil çay, sıcak bir banyo, milkshake, pizza ve eski moda köpek kılı tavsiye ediliyordu. Fakat bu çarelerin faydaları bilimsel olarak ispat edilebilir miydi? Pittler ve arkadaşları tıbbi literatürü taradılar ve akşamdan kalmaya karşı sekiz ciddi çalışma buldular. Tümünü incelediler. Ve gördüler ki; mucizevi tedavilerin hiçbiri işe yaramıyordu. İşe yarayan tek bir şey olduğuna kanaat getirdiler: Az içmek! Amerikalı Kurt Steiner, parlak sarı tişörtü ve beyzbol şapkasının altındaki uzun saçlarıyla, 2002 yılında taş sektirme Guinness dünya rekorunu kırdı. Attığı taş, Pennsylvania, Franklin’de suyun yüzeyinde en az 40 kez sekti. Bu başarısının sırrı şu esaslara dayanıyordu: -Yassı bir taş seçin. - Hızlı fırlatın. - Taşın kendi etrafında dönmesini sağlayın, böylece rotasında kalacaktır. -Taşın suya yaklaşık 20 derecelik bir açı ile çarptığından emin olun. Böylece temas mümkün olduğu kadar kısa olacaktır ve en az enerji kaybolacaktır. Bir grup gönüllünün nefeslerini test ettikleri bir deneyde Japon araştırmacılar, bozuk yumurta kokusu yarattığı bilinen sülfürlemeye özel dikkat gösterdiler. Kokunun kökleri, dilin gerisindeki derin oyuklarda bulunuyordu. Burası sülfat üreten bakterilerin geliştiği az oksijenli bir bölgedir. Gönüllüler yiyecek, ilaç ve diş fırçalama rutinleriyle ilgili katı kurallara uydular. Yapılan bir sıfır-ölçümün (nefesin normal şartlarda ölçümü) ardından gönüllüler altı hafta boyunca günde iki kez 90 gram, şeker içermeyen yoğurt yediler. Normal beslenmelerine ek olarak tükettikleri yoğurt, sülfat üreten bakteri sayısında belirgin bir düşüşe ve dolayısıyla daha taze bir nefese kavuşmalarına neden oldu. Deneyimsiz bandırıcılar, genelde dibinde süngersi bisküvi parçaları olan bulanık bir bardak çayla baş başa kalırlar. Bunun sebebi, bisküvideki şekerin sıcak sıvıda dağılması ve yağın erimesidir. Bu malzemeler, diğer bileşenleri bir arada tutan zamk gibidir. Bir de bunun üstüne nişasta kırıntıları, nemi sünger gibi emer. Sonuç: Yumuşamış olan bisküvi kendi ağırlığına yenik düşüp parçalanır. Bristol Üniversitesi’nden İngiliz fizikçi Len Fischer bu sorunu ebediyen çözmeye karar verdi. Bandırmaya bilimsel hassasiyetle yaklaşmak için, bir bisküviyi mikroskobun altına yatırdı. Araştırmacı bandırdı, hesapladı ve sonunda ideal bandırma tekniğini buldu.. Basit olduğu kadar da dahiyane bir numaraydı: Bisküviyi mümkün olduğu kadar yatay tutun, tıpkı nehirdeki sal gibi. Böylece alt sıvıyı emerken üstü kuru kalır. Bisküvi gücünü bu şekilde daha uzun süre muhafaza eder. Fisher, bisküvisini bu yöntemle eskisine kıyasla dört kat daha uzun bir süre boyunca bandırabildiğini hesapladı Hırsızlar nasıl çalışır? Portsmounth Üniversitesi’nden Claire Nee ve Amy Meenaghan, hapishaneyi ziyaret edip bizzat suçlulara bu soruyu sormaya karar verdiler. Bu eleme süresinde psikologlar oldukça katı kriterler belirlediler: Sadece son üç senede en az 20 soygun gerçekleştiren suçlular seçildi. Yaşları 21 ile 60 arasında değişen elli soyguncuyla görüşme yapıldı. Her on tanesinden dokuzu soygun sırasında belirli bir düzene göre çalıştıklarını söylediler. Birçoğu önce yetişkinlerin yatak odalarından başlayıp, oturma odasıyla devam edip, yemek odası, çalışma odası üzerinden, soygunu mutfakta sonlandırıyordu. “İnsanlar nesneleri aynı temel noktalara bırakırlar... gözlerim kapalı bile yapabilirim” diyordu hırsızlardan biri araştırmacılara. Sadece tek bir soru kalıyor: Dokunulmayan odalar hangileriydi? Tabii ki çocukların odaları. O odalarda değerli hiçbir şey bulunmazdı!