26.06.2023 - 04:17 | Son Güncellenme:
YASEMİN ŞENER
Yasemin Şener, Mimar- Yasemin Şener Bu sene Genç Mimarlar Seçkisi ve Sergisi’nin üçüncü edisyonunu düzenliyorsunuz. Yeni dönemde ne tür değişiklikler gözlemleyeceğiz?
Selçuk Avcı: GEMSS kendi içinde evrilen bir organizasyon. Aslında biz genel olarak her şeye öğrenerek bakıyor ve kendimizi geliştiriyoruz. GEMSS de bu öğrenme serüveninin bir parçası. İlk GEMSS çağrısı mimarlara özel bir çağrıydı; mimarların pratik üretimleriyle bireysel olarak katıldığı bir seçkiydi. Ancak fark ettik ki aslında dünya değişiyor, insanlar artık bireysel olarak iş yapmıyor. Gruplar halinde, daha kolektif ve paylaşımcı bir üretim mantığı var. Bu nedenle bu kuralı değiştirdik ve artık GEMSS’e başvurular ekipler halinde de yapılabiliyor. Ayrıca ilk GEMSS’te içeriği çok spesifik olarak mimari üretimle sınırlamıştık. Yani bir bina ya da projeyle başvurmak mümkündü. İkincisinde bu çerçeveyi genişlettik. Sadece bina yapan mimarlar değil, düşünce üreten mimarlar da katılabildi. Mimarlığın ötesinde olan ama mimarlığın çevresinde dolaşan her türlü konuda fikirsel üretimler, mimarlığı belirli bir seviyeye taşıyan nitelikli araştırmalar dahil olabilir dedik ve seçkinin kapsamını genişlettik. İşin güzel tarafı GEMSS artık fikirsel bir süreklilik kazandı ve baştan itibaren Sait Ali Köknar’ın bu sürecin içinde olması bu seçkiye entelektüel bir çerçeve koydu. Bu çerçeve Sait Ali sayesinde gittikçe daha da sağlamlaşıyor. GEMSS’23, mimarlık kültürüne katkı sağlayan mimari, düşünsel, bilimsel, sanatsal ve sosyal boyutlarda işler üretmiş ve yayınlamış bütün bireysel, ekip ve çok disiplinli pratiklere açık. Kapsayıcı yapısıyla geleceğin mimarlığını şekillendirecek genç pratiklerin hangi merkez ve alternatifleri odağında işler ürettiklerini görünür kılarak mimarlığın çeşitliliğini vurgulamayı hedefliyoruz. Tüm konu ve pratiklere açık olmakla beraber, GEMSS’23, büyümenin sınırındaki dünyamızda sürdürülebilir, katılımcı ve inovatif tasarım yaklaşımları sergileyen genç pratiklerin girişimciliklerini destekleyecek.
YŞ: Katılımcılarda proje müellifi olma zorunluluğu aranıyor mu?
SA: Katılımcılar herhangi bir ofiste dahil oldukları ama müellifi olmadıkları bir projeyi de portfolyolarına koyabiliyorlar. Ancak mutlaka o ofisin izni olması gerekiyor. Ben kendi gençliğimden de hatırlıyorum. Arup’ta çalışırken yürüttüğüm projeler benim projelerimdi, ama Arup’un imzası altında sunuluyordu. Yine de imza yetkim olmadığı halde benim tasarlıyor olduğum biliniyordu. Bence ofislerin de bu durumu kabul etmeleri ve bu konuda daha şeffaf olmaları gerekiyor. GEMSS gibi seçkiler buna da katkı sağlıyor aslında. Örneğin, bir mimarın ofisinde önemli bir projede tasarımsal olarak katkıda bulunan biriyseniz ve ofisin sahibi bunu destekliyorsa o projeyi başvuru dosyasınız içinde kullanabilirsiniz. O proje katılımcının sergide ön plana koyduğu iş olmayabilir ama seçkinin kriterlerini desteklemek üzere portfolyosunda yer alabilir.
YŞ: GEMSS’in genç mimarları mimarlık ortamında ön plana çıkartmak misyonunu yerine getirebildiğini düşünüyor musunuz?
SA: GEMSS’in amacı çok basitçe zaten gençleri piyasaya tanıtmak ve tam olarak da bunu yapıyor. GEMSS’in ilk döneminde seçkiye girenlerin şu anda piyasada neler yaptığını herkes biliyor. Hakikaten Türkiye'nin en iyi genç mimarlarını seçiyoruz ve onlar da yükselip çok güzel işler yapıyorlar. GEMSS bu noktada iyi bir katalizör konumunda bence. Geleceğe yön verecek 40 yaş altı genç mimarların ulusal ve uluslararası platformlardaki tanınırlıklarını artırmayı ve mimarlığa dair güncel bir arşiv oluşturmayı hedefliyoruz.
YŞ: GEMSS’in uluslararası ortamdaki hedefleri neler?
SA: GEMSS’i bu sene uluslararası ortamlara taşıyacağız. Başlangıçta da hedefimiz buydu aslında ama İngiltere’de gerçekleşecek ilk sergimiz pandemi nedeniyle iptal oldu. GEMSS’in ikincisi de tamamen pandeminin ortasına denk geldiğinden yurtdışında bir sergi yine mümkün olamadı. Ama şimdi yolumuz açık. GEMSS’in Türkiye’den sonra bir Avrupa bir de Ortadoğu ayaklarının olmasını ve karşılıklı bir değiş-tokuş yapmayı planlıyoruz. Avrupa’da Berlin’i, Ortadoğu’da da Suudi Arabistan’ı hedefliyoruz. Berlin tabii spesifik olarak Türklerin çok yoğun olduğu bir yer. Suudi Arabistan ise dünyanın gelişen ve büyük potansiyeli olan piyasalarından birisi.
YŞ: Kısa süre öncesine kadar pandemiyle ve uzaktan eğitimle sınanan yeni mezun mimarların en önemli sorunu işsizlik. Umutsuzlar ve geleceğe karanlık bakıyorlar. Sizce bu sorunun en önemli nedenleri neler ve nasıl aşılabilir?
SA: Her köşede bir mimarlık fakültesi açmak çok büyük bir hataydı. Çünkü o fakültelere yeterli hoca gönderemiyorsunuz. Bu üniversitelerde mimar adaylarını yeterince yükselterek piyasaya hazırlayacak akademik kadrolar yok. Çok fazla mimarlık okulu var, bence mimarlık fakültelerinin bir bölümünün kapatılması ve mimarlık eğitiminin daha konsantre hale getirilmesi gerekiyor. İngiltere, Fransa, İtalya gibi ülkelerde mezun olan mimarların sayısına bakacak olursak arada Türkiye ile mukayese edilemeyecek bir fark var. Ayrıca Türkiye’de mezun olur olmaz imza yetkisine sahip olmak da çok büyük bir hata bence. Türkiye’de mimarlık kalifikasyon prosedürü de çok kısır kalıyor. 4 sene mimarlık eğitimi alıp imza yetkisine sahip oluyorsun. O bilgisizlik ve deneyimsizlikle gökdelen de yapabiliyorsun, tünel de yapabiliyorsun, her şeyi yapabiliyorsun. ABD, İngiltere gibi ülkelerde mimarlık lisans eğitimi bittikten sonra kendine mimarım diyemiyorsun. Lisanstan sonra 2 yıllık bir diploma süreci tamamlaman gerekiyor. Yüksek lisansa benzeyen ama adı diploma olan bir uzmanlaşma süreci bu. Bu süreci bir tezle tamamlıyorsun ve ardından bir profesyonel yeterlilik sınavına giriyorsun. İngiltere’de yeterlilik sınavında mimarlık pratiğinden gelen kişiler ve akademisyenlerden oluşan bir jürinin karşısında mülakata giriyorsun. Bu üçüncü safha daha çok pratik bilgiyle alakalı ve sorularla senin profesyonellik seviyeni ölçüyorlar. Bu safhayı da başarıyla atlattıktan sonra imza yetkisine sahip bir mimar oluyorsun. Mimarlık sadece bir şeyler çizmekten ibaret değil, büyük bir sorumluluk. Mimarlığın ekonomik boyutları, hukuksal boyutları da var. Yani gerektiğinde bir yatırımcının milyarlarını eline alıp harcıyorsun. Yüz milyon doları bir yatırımcı adına harcıyorsan, bu yetkiye sahip olmanın da bir seviyesi olması lazım. İngiltere'de bence o yetki seviyesi en yüksek düzeyde ve muhtemelen bu nedenden dolayı İngiliz mimarlar dünya çapında faaliyet gösterebiliyorlar. Uluslararası düzeyde çok önemli projelerde neden Türk mimarları göremiyoruz? Çünkü o mesuliyeti karşılayacak bilgi seviyemiz oluşmuyor. Bir mimar, hukuksal olarak da potansiyel problematikleri anlamak zorunda. Çünkü insanların hayatlarını ileri seviyede tarif ediyorsun. Mimar olarak bir hata yaparsan bunun da bir mesuliyeti olmalı. Türkiye’de öyle bir mesuliyet yok. Biz yaptık, sen kendi derdine bak durumundayız. Yurtdışında bir mesleki sorumluluk sigorta zorunluluğu var. Yani mimar olarak çalışabilmek için mesleki sorumluluk sigortasına sahip olmak zorundasın. Bunun hukuksal bir zorunluluğu var.
YŞ: Mesleki sorumluluk sigortasının kapsamı nedir?
SA: Mimar olarak sorumlu olduğumuz hataların ekonomik bedelini mesleki sorumluluk sigortanız karşılıyor. Örneğin tasarladığınız binanın pencerelerinden su giriyorsa ve bu nedenle mahkemelik olduysanız bir vaka incelemesi yapılıyor ve hatanın kimde olduğu tespit ediliyor. Bunun hukuksal bir süreci var ve sonuçta eğer mimar suçlu çıkarsa mesleki sorumluluk sigortası bunu karşılıyor. Dolayısıyla yurtdışında mesleki sorumluluğu olan bir mimar, bir işverenin önüne çıktığı zaman bıraktığı intiba çok farklı bir seviyede. İşveren de yapacağı hataların sorumluluğunu karşılayabilecek ciddiyette bir mimarla muhatap olmaktan dolayı güven duyuyor.
YŞ: Gençlere fırsat veren bir mimar olduğunuzu biliyorum. Ekibiniz her zaman dinamik tutmaya çaba gösteriyorsunuz. Ofiste işleri ustaçırak ilişkisiyle mi yürütüyorsunuz?
SA: Çalışanların bu ofisi biraz da “bitirme okulu” olarak görmelerini istiyorum. Yani her zaman bir projeye beraber odaklanıp konuşuyoruz. Ben patron kafasıyla çalışan birisi değilim. Patron denmesinden de nefret ederim hatta. Burada çok değerli insanların zamanını alıyoruz, fikirleriyle işlerimize değer katanlara da karşılığını vermeyi istiyoruz. Bu nedenle bir süredir stüdyonun ortaklık yapısı için daha bütünsel mekanizmalar oluşturmanın yolları üzerinde çalışıyorum. Bu yılın başında, kıdemli ofis ve stüdyo üyelerinin de stüdyo karından pay alabilecekleri bir mali yapı oluşturduk. Maaş sistemimiz, yürüttüğümüz tüm şirketlerde, yani Avcı Architects, Urbanista, The Circle ve Bespoke+ genelinde kar paylaşımını sağlayacak şekilde düzenlendi. Avcı Architects'te geçen yıl bu strateji doğrultusunda, son on yıldaki gelişen rolü nedeniyle Arda Can Buze’yi Partner (Ortak) olarak duyurduk. Bu sene de bahsettiğim kar paylaşımını derinleştirmek için bir kademe daha oluşturduk ve takım liderlerimizden Merve Kavas'ı Senior Associate (Kıdemli Ortak), Sevinç Ortaburun’u Junior Associate (Genç Ortak) yaptık. Tüm çalışanların kar paylaşımı sisteminden faydalanmasını sağladık.
YŞ: The Circle tarafında ne tür yenilikler var?
SA: Aynı sistemin bir benzerini The Circle’da da deniyoruz. Yönetim Koordinatörü Feyza Baltacı'nın hissedar olmasını sağladık ve kilit roldeki üyelere de kar paylaşımı sağlamaya karar verdik. Yakın zamanda da mütevelli heyetimizi yeniden oluşturduk. Böylece genç mimarlar, sanatçılar, akademisyenler ve yazarlardan oluşan hedef kitlemizi daha iyi temsil eden bir yapıya kavuştuk. The Circle, beş seneyi aşkın zamandır varlığını sürdürüyor. Böyle bir yerin Türkiye’de bu kadar zamandır ayakta kalması bile bir mucize. O mucize biraz da benim deliliğime dayanıyor. Aslında rakamlara bakıldığında çok mantıklı bir iş değil yaptığımız. İçerdeki arkadaşlar da zaman zaman bunu neden yaptığımızı sorguluyorlar. Ama The Circle’ın bence Türkiye çapında ihtiyacımız olan bir konumu var. Mimari camiayı bir araya getiren böyle bir topluluğa ihtiyacımız var bence. Bu beş sene içerisinde The Circle olarak çok farklı işler yaptık. Bir ucunda ahşabın endüstrimizdeki yerini sağlamlaştırmak için organize ettiğimiz Woodlife Sempozyumu varsa diğer ucunda Mimarlık Festivali, GEMSS, çeşitli sanatsal sergiler, sürdürülebilirlik üzerine sergiler var. Ayrıca mekanımızı bizimle doğrudan bağları olmayan kişilere, kurumlara da açtık, açıyoruz. Üniversiteler burada workshoplar organize ettiler, jürileri burada yapıldı zaman zaman. Bütün bunlar mimarlık kültürünün etrafında toplanan işlerdi. Fakat şimdi heyecan verici bir gelişme olarak güncel yerel ve uluslararası mimarlık konularının sergilenmesine odaklanan bir “mimarlık galerisi” oluşturma hedefiyle çalışmaya başladık. Bu yeni oluşumda kilit bir rol oynayacak olan Pelin Derviş ile görüşmelerimizi sürdürüyoruz.
YŞ: Genellikle dünyanın farklı bölgelerinde proje üreten bir tasarım ofisisiniz. Pandemi sürecinde uluslararası işleriniz nasıl etkilendi? Güncel olarak şu sıralar masanızın üzerinde ne tür işler var?
SA: Garip bir şekilde pandemi sürecinde uluslararası projeler daha da hız kazandı. Daha önce mutlaka fiziksel olarak mimarla bir araya gelmeyi isteyen, uzaktan iş yürütmeyen işverenler bile bu süreçte sanal dünyayı benimsediler. Bir yandan kısıtlamalara rağmen seyahatler devam etti, öte yandan da Zoom üzerinden tanışarak imza attığımız işler oldu. Şu anda Slovenya’da bir spa oteli yapıyoruz. Roma döneminden kalma, 400-500 senelik geçmişi olan şifalı bir kaynak suyunu değerlendiren bir spa. Sahibi 30 senedir Avustralya’da yaşayan bir Slovenyalı. Kendi ülkesine yatırım yapıyor. O bölgede 20-25 yataklı bir butik otel, bir de 15 birimden oluşan bir glamping alanı tasarlıyoruz. Doğa içerisinde, Alpler’in eteklerinde güzel bir proje ortaya çıkıyor. Daha evvel İngiltere'de faaliyet yaparken uluslararası işlerimizin çoğu Doğu Avrupa'daydı; Macaristan, Çekya, Sırbistan, İtalya... Şimdi biz daha doğudayız, işlerimiz de doğuya doğru kayıyor. Suudi Arabistan genel olarak en yoğun çalıştığımız ülke. Cidde’de 4000 metrekare civarında bir malikane projemiz var. Riyad’ın içinde bir konut ve malikane işi var. Riyad’ın hemen dışında Al Kharj şehrinde bir alışveriş merkezi ve cadde düzenlemesi işi yapıyoruz. Burada aynı zamanda uzun bir bulvarın tüm düzenlenmesini işveren üstlenmek istiyor. Bağdat Caddesi gibi bir ortam yaratmak istiyor. Dolayısıya alışveriş odaklı binaların yanısıra tüm caddenin peyzaj organizasyonunu, meydanını ve kamusal alanlarını da tasarlıyoruz. Onun dışında 15 senedir Afrika’da projeler yürütüyoruz. Şu anda Dakar’da bir konut projesi ve karma kullanımlı bir proje daha yürütüyoruz. Uzun zamandır Kongo’da çalışıyoruz. Kintele’yi yaptıktan sonra ilişkilerimiz daha da derinleşti. 6 sene önce çizdiğimiz bir bakanlık projesi şu anda yeniden canlanmaya başladı. Yine aynı bölgede bir malikane projesi ve büyük bir bakanlık yapısı daha var.
YŞ: Fit-out uygulamalar gerçekleştirdiğiniz Bespoke+ oluşumundan söz edebilir miyiz biraz?
SA: Avcı Architects olarak birkaç yıldır bizden bazı projelerin uygulanmasında da aktif rol almamız isteniyordu. Bu hep “Avcı Bespoke” adı altında gerçekleştirildi. Fakat bu yıl, Brazzaville Kongo'daki Kempinski Oteli gibi çok daha büyük projelerde yer aldıktan sonra, bunu Avcı'dan ayırmaya ve Bespoke+ (Bespokeplus) adı altında bağımsız bir marka ile devam ettirmeye karar verdik. Serhat Sönmez, markayı oluşturmak için Direktör olarak bu yeni oluşumun başına geldi. Bespoke+’a, Avcı’da da olduğu gibi projelerin yoğunlukla yurtdışından geleceğini düşünüyoruz ama Türkiye’de de kalite peşinde koşan herkes ile çalışmaya gayret edeceğiz. Bilhassa sürdürülebilirlik odaklı projelerde kendimiz de öncülük yaparak, modüler ahşap yapılar üzerine uzmanlaşmaya niyetliyiz. Bunlardan ilki de şu anda prototip olarak ürettiğimiz, bizi çok heyecanlandıran Karapınar Evi.
YŞ: Ofisinizin ve The Circle’ın konumlandığı bu alanı hem mimarlık üretiminin yapıldığı hem de mimarlık kültürüne dair faaliyetlerin yer aldığı bir hub’a dönüştürdünüz. Bu dönüşümün gelecek adımları neler olacak?
SA: Niyetimiz bu hub kelimesini realiteye büründürmek. Burayı hakikaten bir referans noktası haline getirmeyi, yani birçok kişinin uğrayıp dokunmak isteyeceği bir yer ve hub olarak birçok ihtiyaca cevap verebilecek bir mekan haline getirmeyi istiyoruz. Şu anda The Circle ve Avcı Architects olarak bu mekanın sadece iki katını kullanıyoruz. Fakat ilerleyen süreçte tüm binanın içinde co-living ve co-working alanları bulunan bir hub’a dönüşmesini planlıyoruz. İmalathaneden ziyade araştırmaya yönelik bir makers lab da oluşturacağız. Bu mekanın bir sosyal merkeze dönüşmesini, mimarlık camiasının Soho House’u gibi bir konuma ulaşmasını istiyoruz. Bir de bunun doğa içerisinde bir versiyonunu oluşturmaya çalışıyoruz. Lokasyon olarak Assos’ta böyle bir şeyi üretiyoruz. Önümüzdeki aylarda duyuracağız.
YŞ: Bu co-working alanı mesleğe yeni adımını atan genç mimarların faydalanacağı bir merkez mi olacak?
SA: Kesinlikle, hatta bir kuluçka merkezi diyebiliriz. Mimarlık camiasında böyle bir tanım yok. “Kuluçka” kelimesini daha çok teknoloji sektörü kullanıyor. Fakat mimarlık alanındaki girişimlerin de desteklenmeye ihtiyacı var. Herhangi bir co-working alanında değil de mimarlığa odaklı bir alanda iş hayatına başlamak bence gençler için müthiş bir fırsat. Benim gibi yıllanmış bir mimar kendi işini üretmeye çalışan genç bir mimara destek verebilmeli. Ayrıca bu hub’ın içerisinde multidisipliner bir yapı kurgulamayı planlıyoruz. Mimarlar olarak bizim dokunabildiğimiz ama tam anlamıyla iç içe olamadığımız sahalardan kişileri de bu komünitenin içine dahil etmeyi düşünüyoruz. Mimarlığın çevresindeki mühendislik alanlarından, sürdürülebilirlik alanlarından, teknoloji alanlarından kişiler olabilir.
YŞ: Doğu Anadolu depremiyle büyük yıkımlar yaşanan kentlerimiz hummalı bir çalışmayla yeniden yapılanıyor. Sizce kentlerin yeniden yapımı bu kadar hızlı ve plansız şekilde ele alınabilecek konular mı?
SA: Bence bu kesinlikle aceleye getirilmemesi gereken bir konu. Yani sadece binaları yapalım, insanların başını sokacak bir yer üretelim fikriyle oluşan şehirlerin ömrü ne kadar uzun olabilir ki zaten? Genellikle bu aceleci yaklaşım Türkiye’nin çok alışık olduğu bir şey. Hemen, şimdi, çok fazla düşünmeden bir şeyler yapalım derdine giriyoruz. Acil bir durum tabii ki, yüzbinlerce insan hala çadırlarda kalıyor, bunun düşüncesi bile insanı çok üzüyor. Fakat bir yandan da bu musibet, kentler yeniden nasıl kurulabilir düşüncesine yoğunlaşmak için çok iyi bir fırsat. Çok geniş bir beyin gücümüz var Türkiye’de bu konuya yönlendirilebilecek. Ama bu gücü organize ederek odaklandıracak ve sonuca vardıracak bir oluşum yok malesef. Yapılaşmanın yönünü sorgularken bu bağlama malzeme açısından da bakmamız gerekiyor aslında. Yeniden betonlaşarak mı devam etmeliyiz, yoksa daha sürdürülebilir malzemeleri mi düşünmeliyiz? Bu bağlamda henüz Doğu Anadolu depremi olmadan evvel, İzmir depreminin ardından bizim İsveç Enstitüsü ile beraber yapmış olduğumuz bir çalışma vardı. Yapısal dayanıklılığını düşünerek ahşap malzemenin depreme karşı bir potansiyel olduğunu ortaya koyduk. Çok katlı yapıların bile ahşapla inşa edilmelerinin mümkün olduğunu vurguladık. Fakat Türkiye’de bunu ispat edecek çağdaş örnekler yok. Bu örnekleri ortaya koyabilmek amacıyla İzmir Mimarlar Odası ve İzmir Büyükşehir Belediyesi ile bir yarışma organizasyonu yürütüyorduk ki o anda Doğu Anadolu depremi oldu. Türkiye’de depremle mücadelede malzeme olarak endüstriyelleşmiş ahşabı gündeme getirmek bence çok önemli bir konu. Aynı zamanda bir şehrin yeniden kurulması nasıl olabilir, nasıl yeni ve yaşanabilir bir komünite oluşturulabilir konularını irdelemek gerekiyor. The Circle olarak İsveç Enstitüsü ile uzun zamandır çalışmalarımız devam ediyor. Onlarla iki sene önce yaptığımız Woodlife Sempozyumu’nun devamı niteliğinde deprem, kentlerin yeniden kurulması ve ahşap malzemenin kullanımı ile ilgili uluslararası bir yarışma düzenlemeyi planlıyoruz.