Milliyet EnerjiYenilenebilirde kapasite sorunu için yeni politikalar şart

Yenilenebilirde kapasite sorunu için yeni politikalar şart

26.04.2023 - 13:23 | Son Güncellenme:

Türkiye’nin Ulusal Enerji Planı’nda güneş enerjisi hedefleri dikkat çekerken, uzun süren izin süreçleri yaşanmazsa 2023 yılı güneş enerjisi için bir milat olabilir. Yeni enerji planı kömür konusunda ise kafa karışıklığı yaratıyor.

Yenilenebilirde kapasite sorunu için yeni politikalar şart

Ember Bölge Lideri Ufuk Alparslan

Haberin Devamı

Türkiye’nin Ulusal Enerji Planı’nda en dikkat çeken konu başlığı güneş. Güneş enerjisi kapasitesinin 2035 yılına dek beş katından fazlasına çıkartılması planlanıyor. Bir başka deyişle 2035’e kadar her yıl 3-4 GW’lık güneş santrali kurulumu yapılması gerekecek. Türkiye’nin son beş yılda ortalama her yıl 1,2 GW’lık güneş kurulumu yaptığını düşününce iddialı sayılabilecek bir hedef söz konusu. Yeni enerji planının güneş enerjisi açısından umut verici olduğunu söylemek gerek. Bu kapasiteler birer birer hayata geçirildikçe fosil yakıt ithalatımızı azaltacak ve enerji bağımsızlığımızı sağlama yolunda birer adım daha atmış olacağız.

Yenilenebilirde kapasite sorunu için yeni politikalar şart

Rüzgarda hedef offshore

Plan, rüzgar açısından ise benzer bir iddia taşımıyor. Öyle ki 2030 yılına kadar her yıl 1 GW’tan düşük yeni kapasite ekleme hedefiyle son beş yıldaki kurulumlardan dahi daha düşük bir projeksiyon çiziliyor. Bununla birlikte bu yeni plan 2035’te ulaşılacak toplam 30 GW’lık rüzgar kapasitesinin 5 GW’nın denizüstü rüzgar santrali olmasını öngörüyor. Böylece Türkiye’de ilk kez bu alanda resmi bir hedef dile getirmiş oluyor. Bununla birlikte karasal rüzgar santrallerinden daha yüksek kapasite faktörlerine ulaşabilen denizüstü rüzgar santralleri adına henüz ülkemizde herhangi bir proje yok. Ulusal Enerji Planı’nda rüzgardan ziyade güneşe odaklanılmış olması ise yadırganacak bir durum değil. Rüzgardaki potansiyelin nispeten ülkenin dar bir bölgesinde yoğunlaşmış olmasına rağmen, rüzgarın elektrik üretimindeki yüzde 10’luk payı ile Türkiye, Fransa ve İtalya gibi G20 ülkelerini geride bırakmış durumda. Buna ek olarak dünyanın en çok elektrik tüketen 14’üncü ülkesi iken, rüzgardan elektrik üretimi en yüksek 10’uncu ülkeyiz. Öte yandan ülkenin geneline yayılmış yüksek potansiyele rağmen güneşin elektrik üretiminde payı henüz yüzde 5’e bile ulaşmış değil. Bu oranla, Türkiye’ye güneşlenmeye gelen turistlerin yaşadığı Polonya ve Ukrayna ile benzer seviyelerdeyiz.

Haberin Devamı

Peki ya hangi güneş?

Haberin Devamı

Güneşte kapasite hedefleri daha iddialı olmasına rağmen, rüzgarın aksine bu kapasitenin hangi tür güneş santralleriyle karşılanacağı konusunda bir alt kırılım göremiyoruz. Bu nedenle 2035 yılı hedefi olan 53 GW’lık güneş kapasitesine giden yolda arazide, bu kapasitenin çatı üstünde ya da su yüzeylerinde hangi seviyelerde devreye alınmasının planlandığını da bilmiyoruz.

Yüzer GES’lerin adı yok

Yeni planda güneş santrali kurulumlarında su yüzeylerinin nasıl bir rol oynayacağı hakkında bir ipucu verilmemesi kayda değer bir eksiklik. Özellikle barajlı santrallerin rezervuar alanlarında kurulacak yüzer güneş enerjisi santralleri, kuraklık nedeniyle üretimi olumsuz etkilenen hidroelektrik santrallerinin eksikliğini kapatabilir. Yüzer GES açısından Türkiye dünyanın en yüksek 9’uncu potansiyeline sahip iken, şu anda Türkiye’deki kurulu gücü sıfıra yakın. Devlete ait barajlar için yüzer GES ihaleleri düzenlenerek bunun önü açılabilir. Özel sektöre ait hidroelektrik santralleri ise hibrit santrallere tahsis edilen kısıtlı kapasiteler ölçüsünde bunu gerçekleştirebiliyorlar. Mart ayına kadar ıfıra yakın kapasite kalmışken TEİAŞ tarafından yeni bir duyuruyla bu amaca yönelik yaklaşık 900 MW ek kapasitenin tahsis edilmesi olumlu bir adım oldu diyebiliriz.

Haberin Devamı

İtici güç lisanssız GES’ler olacak

Öztüketim amaçlı kurulan lisanssız güneş santralleri bugüne kadar güneş kapasitesindeki artışın arkasındaki itici güç olmuştu. Özellikle lisanssız elektrik santrallerine arazide kurulum imkanı sağlanmasıyla birlikte, dağıtım şirketlerine yapılan lisanssız başvurularının 2022 yılında beş kat

artış göstererek 6 GW’ı aştığını gördük. Dağıtım seviyesinden kapasite tahsisleri kamuya açık yayınlanmadığı için, ancak tahmin yürütebilsek de lisanssız tarafında kapasite tahsisi konusu henüz ülke çapında bir darboğaz oluşturmamış gibi görünüyor. İletim seviyesinden bağlanan lisanssız santraller için ise yine Mart ayına kadar sıfıra yaklaşan kalan kapasite 2,3 GW kadar arttırılmıştı. Dolayısıyla yakın gelecekte güneş santrali kurulumlarının itici gücü yine lisanssız santraller olmaya devam edecek denilebilir. Ancak bu projelerin vakit kaybetmeden hayata geçirilmesi de önem taşıyor. Uzun süren izin süreçleri yaşanmazsa 2023 yılı güneş enerjisi için bir milat olabilir. Ancak yalnızca tek bir panel bile kurmak isteseniz devreye alınması aylar sürüyor. Lisanslı santraller tarafında ise, özellikle güneşte tek proje geliştirme imkanı, yerli üretim koşulu da barındıran ihalelere katılmaktı. Her yıl ortalama 1 GW rüzgar ve 1 GW güneş ihalesi ile kısıtlı kapasiteler dağıtılıyordu. Ancak bugüne kadar gerçekleştirilen yaklaşık 3 GW’lık rüzgar ihalesinden hiçbirisinin inşaatı dahi başlamış değil. Oysa bu ihalelerden ilki 2017 yılında düzenlenmişti. Bugünden 2030’a kadar eklenmesi planlanan rüzgar kapasitesinin 6,6 GW olduğu hesaba katılınca bu kapasitenin önemi anlaşılabilir. Güneş ihalelerinde ise yalnızca Karapınar projesi ilerledi ve tamamlanmak üzere.

Haberin Devamı

Geçtiğimiz yılın sonlarında yayınlanan yönetmelikle birlikte enerji depolama tesisi ile desteklenmesi halinde lisanslı rüzgar ve güneş santrallerinin önceliklendirilmesi sağlandı. Bu şekilde geliştirilecek rüzgar ve güneş santrali projeleri için 30 GW’lık ayrı bir kapasite tahsis edildi. Ancak santral kapasitesi kadar depolama tesisi kurulması zorunluluğu bu projeleri daha maliyetli hale getirecek ve devreye alınmalarını daha da geciktirecektir.

Türkiye’de yenilenebilir enerji projesi geliştirmede en büyük güçlüklerden birisinin kapasite alabilmek olduğu konusunda birçok kişi hemfikir. Bu algının değiştirilmesine karşı yeni politikalar geliştirilmesi gerektiği açık. Aksi halde yatırımcılar tarafından kapasite elde etmek adeta bir reel opsiyon gibi görülerek, kapasiteyi elde etmek proje geliştirmekten daha öncelikli hedef olmaya devam edecek. Bu durum da tamamlanmayı bekleyen proje stoğunun birikmesine yol açacak. Oysa kapasite tahsisleri bu projelerin tamamlanacağı varsayılarak yapılıyor ve gelecekteki tahsisleri etkiliyor.

Kömürün durumu karışık

Yeni enerji planı kömür konusunda ise kafa karışıklığı yaratıyor. Yıldan yıla kömürden elektrik üretiminin düşeceği net bir şekilde belirtilse de, kömür kapasitesinin 2035’e kadar 2,5 GW artmasının planlandığı görülüyor. Kömür kapasitesindeki ikinci bir çelişki de 2025 yılı için gösterilen kömür kapasitesinin 21,1 GW ile mevcut kömür kurulu gücünden 0,7 GW düşük olması. Kapatılması planlanan ya da devreden çıkması beklenen bir kömür santrali olduğundan ise bahsedilmiyor.

İki nükleer santral daha yolda

Ulusal Enerji Planı ile birlikte nükleer enerjiye 2053 net sıfır hedefine ulaşmada önemli bir rol biçildiğini görmüş oluyoruz. 2035 yılına dek Akkuyu Nükleer Santrali’nin dışında onunla aynı büyüklükte iki nükleer santralin daha devreye alınması planlanırken 2053’e kadar bu kapasitenin daha da arttırılacağını anlıyoruz. Türkiye hidroelektrik, güneş, rüzgar ve jeotermal gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının hepsinde yüksek potansiyeli olan bir ülke olduğu için nükleer gibi tamamlanması uzun yıllar alan ve enerji bağımsızlığını arttırmayacak bir teknolojiye ihtiyacımız olduğunu düşünmüyorum.

Hidrojenin önkoşulu belli

Hidrojene gelince, yenilenebilir enerji kullanılarak üretilen yeşil hidrojen ancak elektrik üretiminde rüzgar ve güneşin payı belli bir seviyeye çıkarılırsa mümkün olacaktır. Bu nedenle rüzgar ve güneş hidrojenin önkoşuludur diye vurgulamak gerek. Yeşil hidrojen 2030 yılından sonra enerji dönüşümünde önemli rol oynamaya başlayacaktır. Ulusal Enerji Planı’ndan ayrı olarak yayınlanan Hidrojen Stratejisi ve Yol Haritası’nda 2030 yılına kadar 2 GW, 2035 yılına kadar ise 5 GW’lık elektrolizör kapasitesi projeksiyonu yapılıyor. Karbon yakalayarak yerli kömürden hidrojen üretme teknolojileri için araştırma geliştirme faaliyetlerinden bahsedilse de, bundan çok daha fazla gelecek vaat eden temiz enerji üretim ve depolama teknolojilerine vakit ve kaynak harcanması daha doğru olacaktır.