Milliyet EnerjiSavaş küresel emtia ticaretinin akışını değiştirdi

Savaş küresel emtia ticaretinin akışını değiştirdi

29.09.2022 - 11:58 | Son Güncellenme:

İsviçre merkezli Burggraben Holding AG’nin kurucu ve yönetim kurulu başkanı Alexander Stahel, yatırımcı ve araştırmacı kimliğiyle, küresel enerji piyasalarında bugün yaşanan krizleri, Milliyet Enerji için değerlendirdi.

Savaş küresel emtia ticaretinin akışını değiştirdi

Geçmişteki enerji krizleriyle bugün yaşanan krizin benzerlik ve farklılıklarını da anlatan Stahel, bu ufuk açıcı röportajımızda, küresel ticaret piyasalarındaki jeopolitik dengelerin yeni yapısını Milliyet Enerji okuyucuları için analiz etti.

Haberin Devamı

Rusya-Ukrayna savaşı siyasette olduğu kadar enerji sektörü ve piyasalarında da çok şeyi değiştirdi. Savaş sonrasında kalıcı olacak değişimler ya da kısa ve uzun dönemde ne gibi etkiler beklemeliyiz sizce?

Oldukça karmaşık bir soru bu ve bu yüzden, biraz daha derinlemesine ele almam gerekiyor. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve bunun sonucunda Avrupa Birliği (AB) ve ABD tarafından uygulanan yaptırımlar emtia ticaretinin küresel akışını değiştirdi (bunlar çoğunlukla, petrol, gaz ve kömür fakat aynı zamanda gübre, daha az ölçüde metal ve mineral akışı). Sonuç, dünyanın çoğu bölgesinin, daha yüksek düzeyde ve daha uzun süre enflasyon oranlarıyla gelen bir çeşit ekonomik daralma biçimi olan, yeni bir stagflasyon çağına girmesi anlamına gelecek.

Haberin Devamı

Savaş küresel emtia ticaretinin akışını değiştirdi

Tedarik zincirleri sadece barış zamanı çalışır

Bunu daha iyi anlamak için, öncelikle eski statusquo’ya bakalım. Küresel tedarik zincirleri sadece barış zamanında işler, fakat ister sıcak savaş ister ekonomik savaş olsun, ya da uyuşmazlık olsun, dünya savaştayken değil. Batı’daki son 30 yılın düşük enflasyon dünyasının üç ayağı vardı: ABD ve Avrupa’da nominal ücret artışını “durağan” tutan ucuz göçmen işgücü, bu durağan nominal ücretlerin satın alma gücünü artıran ucuz Çin malları, ve Alman sanayi ve daha geniş anlamda Avrupa’yı besleyen Rus doğalgazı. Bu “üçlü grupta” saklı olan iki dev jeostratejik ve jeo-ekonomik blok bulunuyordu: Niall Ferguson ilkini “Chimerica” olarak adlandırdı. Ben diğerini “EuRussia” olarak adlandıracağım.

Güven kalmadığında her şey yok olur

Her iki birleşim/ittifak “cennet gibi/ kutsal bir eşleşmeydi”: AB ucuz Rus gazı için Euro ödedi, ABD ucuz Çin ithalatı için dolar ödedi, Rusya ve Çin ise kazançlarını görev bilinciyle G7 taleplerine dönüştürdü. Tüm taraflar finansal olduğu kadar ticari olarak da birbirine dolanmıştı ve eski bilgelerin dediği gibi, “ticaret yaparsak herkes faydalanır ve bu yüzden savaşmayacağız” noktasındalardı. Angela Merkel buna “Wandeldurch Handel” adını verdi ve bu kavram WilliBrandt hükümeti tarafından 1970’lerde Rusya ile yeniden ticari ilişkiler kurulurken ortaya atılmıştı. Alman müesses nizamı Otto Bismarck günlerinden bu yana (1941’den sonraki Nazi Almanya’sı ve Konrad Adenauer hariç) her zaman Rus ayısıyla iyi geçinme gücüne sahip olduklarına inandılar. Ancak her evlilikte olduğu gibi, bu sadece karşılıklı çıkar olduğunda doğrudur. Ya da buna uyum mu demeliyiz? Uyum güven üzerine inşa edilir. Ara sıra ortaya çıkan anlaşmazlıklar ancak güven olduğu sürece barışçıl bir şekilde çözülebilir. Ancak güven kalmadığında her şey yok olur.

Haberin Devamı

‘Ticaret beklentileri teorisi’

DaleCopeland’in kitabı “Ekonomik Karşılıklı Bağımlılık ve Savaş” adlı kitabından çıkan korkunç sonuç da budur. Napolyon ve Kırım savaşları da dahil 200 yıllık tarihi gözden geçiren kitap, “büyük güçlerin gelecekteki ticaret ortamından olumlu beklentileri olduğunda, uzun vadeli ekonomik gücü artıran ekonomik faydaları güvence altına almak amacıyla barış içinde kalmayı isterler. Ancak bu beklentiler olumsuza döndüğünde, liderler büyük ihtimalle hammadde ve pazarlara erişim kaybından korkacak ve bu da onları ticari çıkarlarını korumak için kriz başlatmaya teşvik edecektir” şeklinde yazar. Bu “ticaret beklentileri teorisi” sadece bir tarafta Batı (ABD, Avrupa başta olmak üzere, ama Japonya, Güney Kore veya Avustralya da dahil) diğer tarafta Rusya ve Çin arasındaki bugün yaşanan çatışmayı anlamak için ders niteliğinde olmakla kalmıyor, aynı zamanda enflasyon görünümünü anlamak için de önemli.

Haberin Devamı

Yeni bir ‘kutsal eşleşme’ var

Basitçe söylemek gerekirse, güven varsa ticaret işler. Güven kaybolduğunda, işlemez. Bugün güven kayboldu: Chimerica artık çalışmıyor ve EuRussia da çalışmıyor. Yerine, BRICS bloğunun merkez ekonomileri olmasının yanında, Avrasya satrancının “kral” ve “kraliçesi” olan Rusya ve Çin arasında özel bir ilişki var. Ki bu durum, Chimerica ve EuRussia’nın ayrılığıyla ortaya çıkan yeni bir “kutsal bir eşleşme”

Carter’ın ‘güven krizi’ konuşması

Bugünün enerji piyasalarını ve enerji krizini 1973 petrol krizi veya diğer krizlerle kıyasladığınızda nasıl tanımlarsınız? Yani, 21. yüzyıl tarzı bu krizin farkı ne?

Haberin Devamı

15 Temmuz 1979’da Başkan Jimmy Carter “güven krizi” olarak adlandırdığı bir konuşmayla ulusa seslendi. Okuyucularınız internetten ulaşabilir. Bugünün sorununa ürkütücü düzeyde benzediği için şiddetle tavsiye ediyorum. O zamanlar, 1973 petrol krizi ve 1979 enerji krizi Ortadoğu’nun petrol ihracatında kesintilere neden oldu ve Batı’da petrol kıtlığına yol açtı. Çok iyi hatırlıyorum. O zamanlar İsviçre’de arabasız pazar günlerimiz vardı. Şok etkisi yaratsa da (bugünkü Rus gazının Avrupa’ya akışının durması gibi), sonunda piyasanın görünmez elini ortaya çıkardı. Yatırım ve inovasyon, bugün hala günde 3 milyon varilin üzerinde üretim yapan Kuzey Denizi gibi petrol eyaletlerini de beraberinde getirdi.

Yeşil geçiş değil, yeşil kayma

Bugün yeni olan şeyse, çoğu ülkenin karbon emisyonlarını azaltmayı taahhüt ettiği Paris Anlaşmaları. Bu da tüm dünyadaki yönetim kurullarında bulunan ekonomik karar alıcılarında ani bir davranışsal değişimine neden oldu. Sonuçta, kimse, büyük miktarda ön sermaye gerektiren fakat atıl bir varlık haline gelme riski taşıyan uzun dönemli hidrokarbon projesine yatırım yapmak istemez. Fakat yeşil kayma, ki buna yeşil “geçiş” değil, yeşil “kayma” denmesinin bir sebebi var. Beğenin ya da beğenmeyin, dünya hidrokarbonlar üzerine kuruludur. Batı ya da doğu, kuzey ya da güney, hepimiz uzun bir süre daha günlük hayatımızda aynı miktarda veya daha fazla hidrokarbon kullanmaya devam edeceğiz. Sadece çoğu kişi henüz bunu bilmiyor. Buna, endüstrinin zayıf pazarlaması da diyebilirsiniz.

Fosilflasyon: Fiyatlar resesyona neden olacak

Şimdiyse, politika yapıcılar tarafından acilen ele alınması gereken bir ikilemimiz var. İnsanların algısı, en azından Avrupa’da, hidrokarbonlardan kurtulmak yönündeyken, gerçek şu ki, aynı insanlar hidrokarbon tüketimini azaltmıyor. Bu arada hidrokarbon endüstrisi de sadece üretimi sabit tutmak için bile her yıl 200 milyar dolar yeniden yatırıma ihtiyaç duyan bir maden sanayidir. Bununla birlikte, dünya nüfusu 12 milyara yükselecekse, gelecekte daha az değil, daha fazla hidrokarbon tüketeceğiz. Ancak bir yandan OPEC küresel düzeydeki yetersiz yatırımları uzun süre telafi edemezken, endüstri bu gerekli yatırım tutarının yarısını bile yapamıyor. Petrol ve gaz fiyatları üzerindeki etkiler her zamankinden daha dramatik hale gelecek. Aslında, yüksek petrol fiyatları büyük olasılıkla, bugüne kadar 6-9 yıl olan küresel ekonomik döngüleri 3 yıla kadar kısaltacaktır, çünkü sıçrayan fiyatlar resesyonlara neden olacak. Biz bu kısma “Fosilflasyon” demeyi tercih ediyoruz.

Greenflation: Yeşilflasyon!

Avrupa’nın birçok yerinde nükleer karşıtı ideolojinin yaygınlaşmasıyla, düzenli ve uzun süreli elektrik kesintileri riski olmadan bu hedefleri tutturmak için elde seçenekler imkansız noktasına geldi. Diğer tarafsa yenilenebilir için gerekli depolama teknolojilerinin kontrol edilebilir bazyük olacağı ve AB’nin iklim hedeflerine ulaşmasını sağlayacağını savunuyor. Bu tehlikeli bir yalan. Gerçek şu ki, şebeke ölçeğindeki piller ve yeşil hidrojen için ne teknolojik olarak hazır olma düzeyi ne de birim maliyetleri zamanında ekonomik bir alternatif sistem sağlayamaz. Şayet bu karışımın bir parçası olarak günü kurtarabilecek füzyon veya fisyon teknolojisi olmazsa. Fizik kanunları ve enerji yoğunluğu böyledir çünkü. Buna da biz “Greenflation” (Yeşilflasyon) demeyi tercih ediyoruz. Avrupa’daki çok yüksek elektrik fiyatlarının gösterdiği şey bu, sadece Putin’in Avrupa’ya karşı başlattığı ekonomik savaş değil. Bu aynı zamanda 1970’lerki enerji krizinden en büyük fark, bununla birlikte aynı anda büyük ölçüde bir güven krizi, değil mi?

Avrupa aynı zamanda elektrik krizi yaşıyor

Bugünün 1970’lerden en büyük farkı ise şu: Avrupa aynı zamanda bir elektrik krizi içinde. Örneğin Almanya’nın kasım ayı bazyük toptan fiyatlarına bakın. Şu anda 700 euro/MWSaat seviyesindeler ve 50 euro düzeyinde olması gerekiyor. Elbette, Avrupalı politikacılar bundan dolayı Putin’i suçlamayı çok seviyor. Ancak bu sadece gerçeğin yarısı. Evet, savaştan dolayı gazdan elektrik üretimi, Avrupa elektrik piyasasının “meritordersistemi”nde en yüksek maliyete sahip, ki bu sistemde tüm atomları en yüksek maliyetli üretim fiyatına göre fiyatlandırılıyor. Bununla birlikte, kontrol edilebilir bazyük için kritik nükleer ve kömür santrallerini kapatarak ve onları sürekli olmayan rüzgar ve güneş gibi yenilenebilir enerji kaynaklarıyla değiştirerek, Almanya kendisini ve dolayısıyla tüm AB’yi elektrik kesintileri ve yüksek fiyatlara karşı daha da savunmasız bıraktı. Oysa 1970’lerdeki elektrik piyasası tam tersiydi. 50’lerin sonundan başlayarak, Avrupa meskenler ve sanayiye güç sağlamak için 30 yıl içinde yaklaşık 200 GW’lık nükleer santral kurdu. Her bir böyle reaktörün inşası ortalama 6-8 yıl sürdü. Fransızlar bunu savundu. Kendileriyle ilgili söylemeyi sevdikleri gibi: doğal kaynaklarımız yok, ama fikirlerimiz var. Avrupa bir elektrik devriminin ortasındaydı, ki bu belki de en iyi Louis de Funes filmi izleyerek anlaşılabilir. Bu dönemler oldukça heyecanlı zamanlardı.

Faturalar henüz sorunu tam yansıtmıyor

Peki ya bugün? Avrupa’da nükleer karşıtı duyarlılık gündemi belirliyor. Almanya gibi bazı bölgelerde, bu durum son 10 yılda 20 GW kurulu kapasitenin kapatılmasına yol açtı. Bu oran, ideolojik nedenlerle yok edilen yıllık 550 TWsaat’lik Alman elektrik tüketiminin yüzde 30’undan fazlasına denk geliyor. Bu arada, EDF de becerisini kaybetti. Her ikisi de EDF tarafından işletilen Fransız ve İngiliz nükleer santralleri yüzde 60 kapasite kullanımının üstüne çıkmak için mücadele ediyor (yüzde 88-92 olmalı). Sonuç: Fransız toptan elektrik fiyatları Kasım ayı için 35 euro yerine 1200 euro/MWsaat seviyesinde. Tüm bunlar Avrupa için çok ciddi sorunlar ve acil olarak ele alınması gerekiyor, çünkü sıradan vatandaşın faturaları henüz mevcut sorunun tam boyutunu yansıtmıyor. Bu arada bugün Avrupa’daki kurulu 116 GW’lık nükleer kapasite ise eskiyor ve önümüzdeki 20 yıl içinde de değiştirilmesi gerekiyor. Maalesef, bu konudaki ilerleme de çok yavaş: Finlandiya’nın örneğin, bir nükleer santrali kurması 17 yıl sürdü, çünkü sürekli artan güvenlik önlemleri, yetenek kaybının da etkisiyle zayıf proje yönetimi, belirlenen herhangi bir zaman çizelgesinin belirsiz hale getiriyor. Biz bu duruma “yaş bombası” meselesi demeyi tercih ediyoruz. En basit haliyle söylemek gerekirse, nükleeri (en yüksek enerji yoğun teknolojiyi) yine nükleerden başka bir şeyle değiştirmek mümkün değil. Bu arada Avrupa iklim yasaları 2030’a kadar yüzde 55 ve sonrasında daha fazla elektrik şebekesinin karbonsuzlaştırmasını gerektiriyor. Peki nasıl olacak?