28.06.2023 - 15:37 | Son Güncellenme:
Mithat Rende,
Emekli Büyükelçi
Türkiye son dönemde yenilenebilir enerji konusunda önemli bir atılım gösterdi. Bununla birlikte hala kamunun “oyun başladıktan sonra kuralları değiştirdiği” eleştirileri var, ki bu özellikle yabancı yatırımlar noktasında bazen güvensizlik yaratabiliyor. Sizce Türkiye sahip olduğu ciddi yenilenebilir enerji potansiyelini gerçekleştirebildi mi?
Hayır. Öncelikle Türkiye’nin çok ciddi bir yenilenebilir enerji potansiyeli var. Çok şanslıyız. Güneşte örneğin 360 bin MW’lık ciddi bir potansiyelimiz var. Bugün kurulu gücümüze baktığımızda çok uzun mesafeler almamız gerekir. Bu potansiyel için de yatırım gerekiyor. Rüzgar da böyle, büyük bir kapasitemiz var, jeotermalde de Türkiye dünyada ciddi potansiyele sahip. Bu kapasitenin hayata geçirilmesi birkaç şey için lazım. Türkiye enerji stratejisini son zamanlarda yeniden gözden geçirdiğinde, artık yerli kaynaklara ağırlık vereceğimiz söyleniyor. Yerli kaynak deyince de yenilenebilir enerji, kömür var ama 2053 net sıfır karbon hedefimiz de var. Fakat şu anda kömürde direniyoruz, kömürden çıkış değil, kullanımı azaltmaya bile taahhüdümüz bulunmuyor. Bu çok ciddi bir sorun aslında, Türkiye’nin bunu gözden geçirmezi lazım.
Yabancı sermaye ihtiyacı var
Yenilenebilire dönecek olursak, yenilenebilir kapasitemizi kullanmaya geç başladık. Devlet destekleriyle, YEKDEM gibi mekanizmalarla bunu özendirmeye ve geliştirmeye çalıştık, bir miktar da başarı sağlandı. Anladığım kadarıyla 100 milyar dolarlık bir özel sektör yatırımı gerçekleşti. Bir kısmı da yurtdışından desteklendi. Bunun devamı için, öncelikle yabancı sermayeye, doğrudan yabancı yatırıma ihtiyaç var. Yabancı yatırım güvenli alanlar ister. Buna, “uygun iş ortamı yaratmak” denir. Bunu yaratırsanız orada bir potansiyel de varsa, yabancı yatırımcı gelir. Bu noktada çeşitli yollara başvurmak mümkün ama hukuk üstünlüğü olmadan yabancı yatırımcı gelmez. Bunu bir diplomat olarak çok yaşadık, gördük. Güven çok önemlidir. Dolayısıyla Türkiye’de siyasi belirsizlikler varsa, hukukun üstünlüğü sorgulanıyorsa yatırımcı gelmez. Yapısal reformlar dediğimiz zaman bunlar akla geliyor. Çünkü Türkiye yüzde 13-14’lük tasarruf oranıyla bu kadar iddialı projeleri hayata geçiremez. Türkiye halkı tasarruf yapamayan bir halk, eğer kaynak yaratamıyorsanız kaynağı dışarıdan arayacaksınız. Bunu istiyorsanız da ortamı hazırlayacaksınız.
İkinci alternatif de yabancıyı Türk kullanıcıyla evlendirmek olabilir. Örneğin 200-300 şirketten oluşan bir grupsunuz, yabancı yatırım yapacak, siz de ona, ben sizden gelecek 15 yıl içinde elektrik satın alma taahhüdünde bulunuyorum diyeceksiniz. O zaman gelir, elektrik üretir. Veya Türkiye’deki elektrik dağıtım şirketleri, ellerinde güneş veya rüzgar santralleri gerçekleştirecek sermayeleri yoksa, ki gördüğüm kadarıyla yok, o zaman bu sermayeyi yurt dışından bulacak. Bir yabancı şirkete, “buyurun gelin, 1 milyar dolarlık yatırımınızdan sağlayacağınız elektriği şu fiyattan taahhüt ediyorum” diyecek. Yani “faydaları ve yükü paylaşmak” denen bir kavram var, böyle taahhütlere gidilebilir. Devletin burada desteği de şart tabi, bunları özendirmesi lazım. Yoksa biz yeşil dönüşümü zamanında gerçekleştiremeyiz.
Nükleerde de bağımlı olmamalı
Türkiye’nin yeşil dönüşümü gerçekleştirmesi gerekir, bunun için gerekli altyapıyı oluşturması ve yapısal reformları da gerçekleştirmesi, ortamı hazırlaması lazım. Gerçekten büyük bir potansiyelimiz var. Tabii ki enerji sepetimizde bir nükleere ihtiyaç var ve bunu başından beri hep söyledik. Ama nükleerde Rusya sözünü tutmadı, 2018’de ilk nükleer reaktörü faaliyete geçirecekti, gerçekleştiremedi. Şubat 2010 yılında Moskova’da o zaman Taner Yıldız’la ve benim de içinde bulunduğum heyet, bir ön anlaşmayı müzakere ettik. Bugün 2023 hala faaliyette değil. Şimdi ikinci nükleer santral peşindeyiz, ama kim yapacak? Bu arada tabii Rusya’ya elektrik alanında da bağımlı olmamamız gerektiğinin bilincinde olmalıyız. Ne doğalgazda ne de elektrikte çok bağımlılık iyi değil. Şahsen ikinci nükleer santralin asla kata Rusya’ya verilmemesinden yanayım… Anlaşmada, hukuki metinlerde birçok belirsizlik var, Bunlar belki dostlukla yönetilebilir. Ama ikinci bir nükleer santrali aynı ülkeye verdiğinizde o zaman elektrik üretiminde de bir ülkeye bağımlı oluyorsunuz, ki bu hiç hayırlı olmaz Türkiye için.
Yeni teknolojilerden faydalanabiliriz
Belki bundan sonra yeni nükleer teknolojilerden yararlanabiliriz. Small Modular Reactors (SMR) dediğimiz, hem maliyeti daha düşük hem boyutları itibariyle erken gerçekleşebilir. Enerji politikası, dış politikanın ayrılmaz bir parçası. Enerji stratejisi genel güvenlik stratejisinin ayrılmaz bir parçası. “Güven ama denetle” anlamına gelen bir Alman atasözü vardır. Elinizde yazılı olan şey kalır, en önemlisi de anlaşma niteliğinde olan metinlerde de belirsizlik bırakılmamalı.
Özel sektör dinamik ve yaratıcı
Türkiye enerji sektöründe özel sektör önemli bir olgunluğa ulaşmış görünüyor, siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Zaten çok dinamik ve yaratıcı bir özel sektörümüz var. O bakımdan başkalarının da hayranlıkla izlediği ve dayanıklı bir özel sektör var, fakat yeterli sermaye yok. Ayrıca enerji teknolojilerini hem ithal edip hem değiştirip, teknoloji üreten ve uzun vadede teknoloji satan bir ülke konumuna gelmeliyiz, bu devletin politikası olmalı. Zamanında Kore’nin başladığı gün, biz nükleer santral sahibi olabilseydik, belki bugün nükleer santral ihraç edebilecektik. Ama 35 yıl kaybedince, “çok geç çok az” oluyor.
İş birliği şart
Enerjide devletle özel sektörün işbirliği şart. Özellikle de karbon vergisi altında milyonlarca Euro’yu ödemememiz için çok ciddi bir işbirliğine ihtiyaç var. İkincisi, benim son zamanlarda eksikliğini hissettiğim bakanlıklar ve ilgili kurumlar arasında işbirliği eksikliği… Enerji bakanlığı, EPDK, Çevre İklim Bakanlığı, hatta Tarım bakanlığı. Gıda, enerji ve iklim konuları birbirinden ayrılmaz. Birlikte ele alınmalı, ben o işbirliğini görmek isterim tekrar.